'Can güvenliğimiz tehdit altında'

İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın, göreve başlayan bekçilere yönelik ’Silahınızı kullanmakta tereddüt etmeyin’ sözlerini eleştirerek ‘yeni bekçiler hem anayasal toplantı ve gösteri hakkımızı, hem de can güvenliğimizi tehdit ediyor’ dedi. Henüz yetişkin olgunluğuna varmamış, çoğu öfkesini ve korkusunu kontrol edemeyip saldırganlaşabilecek bu insanlara ‘Silahınızı kullanmakta tereddüt etmeyin’ sözleri kabul edilemez' diyen Yoleri, yaşanacaklardan endişeye kapılmamız açısından çok sebebimiz var’ ifadesini kullandı.

Abone ol

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, hükümetin mahkumlara tek tip elbise giydirme düşüncesinden derhal vazgeçmesini istedi. Tek tip elbisenin işkencenin adı olduğunu söyleyen Yoleri, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülere, militarizmin bir yaşam biçim olarak dayatıldığını kaydetti. Gazete Duvar, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube’sinin olağan üstü genel kurulla yeni seçilen Başkanı Av. Gülseren Yoleri ile, 15 Temmuz darbe iddiası, hak ihlalleri , göz altında işkenceleri yargı ve eğitimde gelinen durumu konuştu.

'TEK TİP ELBİSE UYGULAMASI İŞKENCEDİR'

Cezaevlerinde 200 binin üzerinde insan bulunduğunu, bu insanların önemli bir kısmının siyasi tutuklu ve hükümlü olduğunu kaydeden İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, cezaevlerinin Guantanamo olmasına izin vermeyeceklerini ifade etti. İHD'nin hukuk kurumlarıyla önümüzdeki günlerde tek tip elbise olayını görüşüp yasal demokratik tepki eylemleri hayata geçireceklerini belirtti. Tüm dünyanın lanetini kazanmış olan Guantanamo uygulamalarını cumhurbaşkanının dillendirmesini de eleştiren Yoleri, "Tek tip elbise uygulaması işkencedir. Hukuksuzluğu ve işkenceleriyle dünya da demokratik vicdan sahibi insanların tepkisini çeken Guantanamo, cezaevindeki uygulamalar ve tek tip elbise giyme işlemi kabul edilemez. Mahkumlara tek tip elbise giydirilmemesi için cumhurbaşkanı, başbakan, Adalet Bakanlığı ve Cezaevi Tevkifevleri Genel Müdürlüğünü öncelikle faks çekip uyaracağız" dedi.

'ER VE ERBAŞLARIN ANNE BABALARI BİZDEN ÖZÜR DİLEDİ' 

Cezaevlerinde işkence kötü muamelelerde artış olduğunu kaydeden Yoleri şöyle konuşuyor: "Bizi eski mahkumlar çağırdı. İletişim kanalları kapalı olduğu için dışarıda neler olduğundan habersizler. Bize 'Buraya her gün çok sayıda insan işkence edilerek getiriliyor. Küfür ediyorlar. Çıplak dayak var. İşkence seslerine dayanamıyoruz’ dediler. 15 Temmuz’dan sonra İHD İstanbul Şubesi’ne 200'e yakın insan başvurdu. ‘Çocuklarımızın akıbetinden endişeliyiz’ diyerek bizden hukuki yardım istediler. Bu insanlar İHD’nin varlığından habersizlerdi. Eşleri çocukları FETÖ'cü olduğu iddiasıyla gözaltına alınanların birinci derecede yakınları idi. Yani er ve erbaşların anne ve babaları idi. 'El yordamıyla İHD’yi bulduk. Bize sizi böyle anlatmamışlardı. Devlet ve bazı insanlar sizi karalıyordu. Devlet ve siyasi İslam bizi İHD’den uzak tutmak için kara propaganda yaptı. Yanıldığımızı burada bize gösterdiğiniz destekten sonra anladık. Özür dileriz iyi ki varsınız’ dediler bize.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri

'YENİ BEKÇİLER CAN GÜVENLİĞİMİZİ TEHDİT EDİYOR'

Yeni ‘göreve’ başlayan geçe bekçilerinin anayasal toplantı ve gösteri hakkı ve can güvenliğini tehdit ettiğini söyleyen Yoleri şöyle konuştu: "İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın ilk talimatının 'Silahınızı kullanmakta tereddüt etmeyin’ sözleri olması vahimdir. Bunca polisin, bunca MOBESE kamerasının hayatımızı saniye saniye gözlediği, kaydettiği bir ortamda bekçilerin gündeme getirilmesi, görev tanımları ve üstelik silah kullanmak konusunda cesaretlendirmeleri, akla hiç de toplum yararına bir uygulamayı getirmiyor. Muhtarlardan, komşulardan , esnaftan, ihbar hatlarından umduğunu bulamayan devlet, bu kez bekçiler eli ile sokak sokak devriye gezerek yaşamımızın her anını kontrol altında tutma, kendilerince tespit edecekleri aykırılıkları; yani, anayasal toplanma ve gösteri hakkımızdan giyim tarzımıza ve ilişkilerimize, hatta dinlediğimiz müzikten hangi saatte dışarıda gezdiğimize kadar cezalandırma yoluna gidecekler.

‘Gece kartalları’ olarak adlandırılan bekçiler, güneş batımından doğumuna sokaklarda görev yapacaklar. Karanlık nedeniyle kameralarla kaydedemedikleri zamanların peşine düşecekler, ihraç edilen polisler nedeniyle yaşanan boşluğu dolduracaklar ve her zamanda olduğu gibi devletin, hükümetin güvenliğini sağlayacaklar vatandaşın canı pahasına. Son gözaltı deneyimizde, 18-20 yaşlarındaki çevik kadın polislerin işkence ve eziyet konusunda nasıl acımasız yetiştirildiklerine tanık olmuştuk. Şimdi de 20’li yaşlardaki yeni bekçiler göreve başladılar. Henüz yetişkin olgunluğuna varamamış, çoğu öfkesini, korkusunu kontrol edemeyip saldırganlaşabilecek bu insanlara en büyük amirleri İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın ilk talimatı ‘Silahınızı kullanmakta tereddüt etmeyin’ sözleri can güvenliğimiz açısından tehlikelidir."

'OHAL ANAYASAYA UYGUN OLARAK ÇIKARTILSAYDI'

"OHAL ve KHK’ler düşünüldüğünde, başta anayasa ve taraf olduğumuz sözleşmelere uygun çıkartılsaydı, bugünkü belki KHK kararnameler ve OHAL vahim sonuçlar, birinci problem olarak önümüze gelmezdi" diyen Yoleri "Ama böyle yapılmadı. Hem kendi sınırlarını aştı. OHAL, KHK'lerle bütün hayatımızı kalıcı olarak değiştirdi. Burada oluşan problemler OHAL kaldırıldığında giderilmeyecek mağduriyetler meydana getirdi. Örneğin işten çıkarmalar, kurumların kesin olarak kapatılması, radyo ve televizyonların kapatılması. Bunlar kalıcı olacak. Bunların giderilmesi söz konusu değil. OHAL döneminin en büyük problemi bu" diye devam etti.

'AKP PROJELERİNİ GERÇEKLEŞTİRİYOR'

OHAL’ın planlı bir hareket, bir proje olduğunu kaydeden Yoleri şu noktalara dikkat çekti: "AKP’nin ülkeyi getirmek istediği bir yer, rejim var. Ama içeride yoluna devam ederken dirençlerle karşılaştı. Bu direnci aşabilmek kolay olmuyordu. Şimdi ise OHAL ve KHK’lerle yoluna devam ediyor. Tek başına, ülkeyi iki dudağının arasında yönetiyor. Dirençle karşılaşmıyor. OHAL planlı bir harekettir.

'15 TEMMUZ OLMASAYDI'

"Toplumda şöyle bir algı oluşturulmaya çalışılıyor: Deniliyor ki, '15 Temmuz askeri darbe girişimi olmasaydı, OHAL olmayacaktı; dolaysıyla bugünleri yaşamayacaktık.' Bütün bu olup bitene baktığımızda benim düşüncem şu: Hayır, 15 Temmuz olmasaydı, OHAL yine olacaktı, KHK ’nameler uygulanacaktı. Hayır, OHAL, KHK’ler planlanmış bir projeydi. Şimdi ince düşünelim; 15 Temmuz'dan sonra binlerce insan nasıl gözaltına alındı? Birkaç gün içinde çıkartılan KHK'namelerle binlerce insan işinden oldu. O güne kadar adı konulmamış bir örgütten bahsediliyor. O güne kadar konuşulmayan örgüt, birden nasıl ortaya çıkıyor? O günden sonra FETÖ diye bir örgüt oluşturdular. Yüz binlerce insanın bir veya birkaç günde FETÖ’cu olduğu nasıl anlaşıldı? Bu uygulama bana 2000'de cezaevlerindeki operasyonları hatırlattı. O zaman denildi ki, açlık grevlerini bitirselerdi operasyon olmayacaktı. Ama aradan bir iki yıl geçtikten sonra hükümetin yetkili ağızları ‘ Biz operasyonları bir yıl önceden planlamıştık’ diyorlardı. 15 Temmuz da böyle bir şey, zamanla ve koşullara göre hazırlandı."

'YARGI VE EĞİTİM AYAK BAĞI'

AK Parti iktidarının göreve geldiği günden itibaren Adalet ve eğitim kurumlarından ciddi rahatsız olduğunu söyleyen Yoleri, "Dikkat edilirse AKP hükümet olduğu ilk saatten itibaren eğitim ve adalet kurumlarıyla ciddi mücadeleye girdi. Bu iki kurum rejimin önemli ayakları. Birisi öğretmenler, diğeri hâkim ve savcılar. Öğretmenleri niye ihraç ediyor? Eğitimde defalarca müfredatı değiştirdi. Kitapları değiştirdi. Bu öğretmenlerle yol alamadığını gördü. Bu öğretmenler FETÖ'cu mu, değil. En liberal öğretmeni getirse AKP’nin eğitim sistemine muhalif olacaktı. Bunu anladı AKP; bu nedenle eğitimde kapsamlı tasfiye hareketine girişti. Mevcut öğretmen kadrosuyla istediği rejim olamazdı.

'HÂKİM VE SAVCILARIN DÖRTTE BİRİ İŞTEN ATILDI'

"Yargı bu ülkede en büyük sorun. Hukukun ortadan kaldırıldığı süreçten bahsediyorum. Bir hukukçu olarak böyle bir durum ne gördüm ne yaşadım. Bir sistemi uygulayabilmeniz için hukukçuları devreden çıkarmanız lazım. AKP bunu yapıyor. AKP iktidarı yargıçlardan hep rahatsızdı. Anayasa Mahkemesi'ni defalarca değiştirdi. Her seferinde yargıya müdahale ediyor, istediği kişileri istediği yere getiriyor. Aradan üç ay geçmeden onları görevden alıyor başkalarını atıyor. Bir yargıç çıkıyor diyor ki, 'yargı bağımsız değil' Bunu diyen hâkim, savcı kendi atadığı insanlar. Bugün işinden atılan hâkim ve savcıların sayısı, toplam hâkim ve savcıların dörtte birini oluşturuyor. Bu korkunç bir rakam. Kendi sistemine direnç gösterme ihtimali olan hâkim ve savcıları da yok ediyor. Bunların yerine kimler geliyor; hukukçu vizyonu olmayan kişiler."