Üniversite yıllarım çok sevdiğim Ankara’da geçti. Gelir gelmez keşfettiğim yerlerden biri Ada Müzik, diğeri Dost Kitabevi’ydi. Meraklıydım ve “taşra”dan gelmiş halimle bilmediğim her şeyi öğrenmeye çalışıyordum: Kasetler, kitaplar ve konserler hayatımın merkezine oturmuştu. Kimya mühendisliği okumak için gelmiştim, bir tek onu olmadım. Okudum ama pek işe yaramadı.
Beni yoldan çıkartan iki şey, müzik ve şiirdi. Televizyonda rastladığım bir şarkının peşine takılarak Ada’dan aldığım Yeni Türkü kaseti “Dünyanın Kapıları”, sahiden yeni bir evrenin kapılarını açmıştı: Tomris Uyar, Murathan Mungan, Turgay Fişekçi, Ahmet Telli ve Can Yücel’i bu kaset sayesinde tanıdım. İki Can Yücel şiiri ve onlardan bestelenmiş iki şarkı diğerlerinden ayrılıyordu: Bütün kıvraklığıyla her dinlediğimde beni mutlu eden “Yeşil Şarkı” ve etkileyici “Sardunyaya Ağıt”.
Aynı dönemde aldığım bir başka Yeni Türkü kasetinin içinde rastladığım “Yaprak Dökümü”, Can Yücel’in bir başka şiiriydi. Merakım arttı. “Yeşilmişik”le birlikte Can Yücel okumanın elzem olduğuna kanaat getirdim ve rastladığım ilk kitabı “Altısıbiryerde”yi aldım. Toplu şiirlerini içeren “Beşibiyerde”nin yeni baskısıydı ve içine bir kitap daha eklenmişti. Yutarcasına okudum, çok sevdim. Yıllar sonra, Yeni Türkü’den dinlediğim “Yaprak Dökümü”nün farklı bir bestesine bir Mozaik kasetinde rastladığım gün artık Can Yücel’i biliyordum. Az önce kitaplarını yutarcasına okuduğumu söyledim ama Can Yücel’le asıl tanışma sebebim, bir kitabı değil, bir kasetiydi.
Bilen bilir: ‘80’li yılların sonunda diğer kasetlerden ayrılan bir seri vardı: Şairlerin kendi seslerinden şiirlerini içeren, kalın plastikten kapakları olan bu seri Yeni Dünya Müzik tarafından çıkartılıyordu ve her kasetin içinden o kasette okunmuş şiirlerin yer aldığı bir küçük kitapçık çıkıyordu. Can Yücel’i merak ettiğim günlerde bulduğum bu kaset işimi kolaylaştırdı. Onu ve şiirini, “Sesini Kaybetmeyen Şiir” adlı kasetle ve içinden çıkan küçük kitapçıkla tanıdım.
Dahası, dünya şiirini de onun sayesinde öğrendim çünkü aynı seri dahilinde, “Dünya Şiirinden Seçmeler” altbaşlığıyla yayımlanan “Shakespeare’den Brecht’e” adlı bir başka kaseti alma sebebim, kapağındaki şu ifadeydi: “Türkçe söyleyen: Can Yücel”. Kasetin içinde beni vuran, bir şiir değil bir şarkıydı ya da Can Yücel’in deyişiyle bir türkü… Şair, Bob Dylan’dan bildiğimiz “Blowin’ in the Wind”i okumakla kalmıyor, sonunda şarkılı hâlini söylüyordu. Ruhi Su’nun Sabahattin Eyüboğlu çevirisiyle seslendirdiği bu şarkı, Bilgesu Erenus ve Sevinç Eratalay tarafından Can Yücel çevirisi baz alınarak söylenmişti:
“Daha kaç köyden sürülsün insan / Adam oluncaya dek? / Daha kaç derya dolaşsın martı / Bulsam diye bir tünek? / Daha kaç toptan atılsın gülle / Harp toptan kalkıncaya dek? / Cevabı, dostum, rüzgârda bunun / Cevabı esen rüzgârda // Daha kaç yıl kök salsın ağaç / Bahar açıncaya dek? / Daha kaç yıl kök söksün bu halk / Yerin bulsun diye hak? / Daha kaç aydın ışığı görüp / Görmezlikten gelecek? / Cevabı, dostum, rüzgârda bunun / Cevabı esen rüzgârda // Daha kaç can canından geçecek / Cana yetinceye dek? / Daha kaç el boş açılsın göğe / Göğermedikçe yürek? / Daha kaç teller kopsun sazlardan / Bu ses duyuluncaya dek? / Cevabı, dostum, rüzgârda bunun / Cevabı esen rüzgârda…”
Çevirinin kaynağı, 1959 tarihli bir derleme: “Her Boydan / Dünya Şiirlerinden Seçmeler”, Can Yücel’in Türkçe söylediği şiirlerden oluşuyor.
BİR İHTİMAL DAHA VAR
Can Yücel çevirileri bu kadar değil: Brecht’in ve Shakespeare’in oyunları, onun söyleyişiyle bambaşka bir hâl aldı. Ne demek istediğimi anlatmak için “Hamlet” çevirisindeki bir ayrıntıya dikkat çekmem yeterli sanırım: Meşhur “to be or not to be” –ki ekseriyetle “olmak ya da olmamak” olarak çevrilmiştir– şairin dilinde “bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin”e dönüşmüş! Dahası, Charles M. Schulz tarafından yaratılan Snoopy, “Bir Fıstık Kitabı” adıyla Türkçeye çevrildi ve biz bu miskin köpeği yine Can Yücel çevirisiyle tanıdık.
Şarkılardan uzaklaşmayayım… Can Yücel’i daha çok Yeni Türkü’den dinledik. Yukarıda andığım, 1988’de tanıştığım “Sardunyaya Ağıt”, aslında 1979 tarihli Yeni Türkü albümü “Buğdayın Türküsü”nde yer almıştı. Albümün muzip şarkılarından. Bu, biraz da hadiseyle alakalı elbette… Rivayet odur ki Adana Cezaevinde yatan Can Yücel ailesinden bir çiçek istemiş, onlar da sardunya götürmüş. Mutluluk çok sürmemiş: Sardunya, toprağında esrar yetiştirilebileceği bahanesiyle gözaltına alınmış! Şaşırtıcı değil zira bu tip hikâyelere yakın zamanda da rastladık. Çiçek ve toprak, her dem iktidarı rahatsız eden şeyler. Hele ki “betonsever” iktidarımızı düşünürsek, sardunyanın ardından yazılan şiir daha da anlam kazanıyor:
“İkindiyin saat beşte / Başgardiyan Rıza başta / Karalar bastı koğuşa / İkindiyin saat beşte // Seyre durduk tantanayı / Tutuklayıp sardunyayı / Attılar dipkapalıya / İkindiyin saat beşte // Yataklık etmiş ki zaar / Suçu tevatür ve esrar / Elbet bir kızıllığı var / İkindiyin saat beşte // Dirlik düzenlik kurtulur / Müdür koltuğa kurulur / Çiçek demire vurulur / İkindiyin saat beşte // Canların gözleri yaşta / Aklı idamlık yoldaşta / Yeşil ölümle dalaşta / Sabahleyin saat beşte…”
Tam bu noktada, cezaevi bağlantısıyla hemen hemen aynı tarzda bir olayı anlatan Feride Çiçekoğlu anlatısı “Uçurtmayı Vurmasınlar”ı ve ondan uyarlanmış Tunç Başaran filmini anayım ve “Sardunya’ya Ağıt”ın [filmlerde de kullanılmasına rağmen pek bilinmeyen] enstrümantal versiyonuna getireyim sözü: 1979 yılında şarkıyı dinleyen ve programında yer vermek isteyen TRT prodüktörü İzzet Öz, sözlerin denetimden geçmemesi üzerine vokalin “la la la”larla halledildiği bir enstrümantal versiyonunu hazırlatmış ve şarkı, bu haliyle, Sihirli Lamba adlı programın 15 Eylül 1979 tarihli 5. bölümünde yayımlanmış.
“Yaprak Dökümü”nü karşıma çıkartan 1986 tarihli Yeni Türkü albümü “Günebakan”da, iki Can Yücel şiiri [“Yapraktı” ve “Değişik”] birleşerek “Başka Türlü Bir Şey” adlı şarkıyı oluşturmuştu. Topluluğun 1988 tarihli “Yeşilmişik” albümü, adını, bir Can Yücel şiirinin içinde geçen ifadeden alıyordu: “Suda” adlı şiir, bestelenirken “Yeşilmişik”e dönüşmüştü. Yıllar sonra, 2012 tarihli son Yeni Türkü albümü “Şimdi ve Sonra”nın kapanışında da bir Can Yücel şiiri var: “Nefes”. Ustaya yıllar sonra çakılmış şahane bir selam!
BAHAR YAKIN DEMEK Kİ MEVSİM BÖYLE KIŞLADI
Yeni Türkü’nün seslendirdiği Can Yücel şiirlerini anarken, birini ayırmak gerekiyor: “İşçi Marşı”. 1979 tarihli bu beste, o dönem, pek çok eylemde seslendirilmiş ve Cem Karaca’nın 1977 tarihli “Yoksulluk Kader Olamaz” albümünde yer alan [aynı şiir üzerine yapılan] Taner Öngür bestesiyle tatlı bir rekabete girmişti. 12 Eylül sonrasında kısa bir süre ortadan kaybolan bu şakılar, sonraki yıllarda yeniden hayatımıza dahil oldu: “Hava döndü işciden esiyor yel / Dumanı dağıtacak yıldız poyraz başladı / Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel / Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı” dizeleriyle başlayan şiirin iki yorumu da birbirinden güzel. Bir bilgi daha: Şiirin Yeni Türkü tarafından seslendirilen bestesi –ki Selim Atakan’a aittir– yazının girişinde sözünü ettiğim Yeni Dünya Müzik tarafından yayımlanan “Yeni Bir Dünya İçin” adlı albümde bir koro tarafından seslendirilmişti. Yayılması biraz da bu vesileyle…
Can Yücel şiirlerinin albümlere isim oluşu Yeni Türkü’yle sınırlı değil: Ezginin Günlüğü’nün “Dargın mıyız?” adlı albümü ve Ahmet Kaya’nın “Sevgi Duvarı”, adını Can Yücel şiirlerinden alıyor. “Sardunyaya Ağıt”, Yeni Türkü dışında iki farklı besteye sahip. İlki, 1994 tarihli Ekrem Ataer albümü “Mare Nostrum”da karşımıza çıkan, diğeri Fazıl Say’ın “ilk Şarkılar” albümünde Serenad Bağcan’ın yorumuyla tüylerimizi diken diken eden… Bir bilgi daha: Son şarkı, Say’ın “Nâzım” oratoryosunda yer alan “Yatar Bursa Kalesinde” adlı besteden uyarlanmış. Şüphesiz başka Can Yücel besteleri de var ama şimdilik bir virgül koyayım, yazı uzamasın.
Dün, Can Yücel’i aramızdan ayrılışının 18. yılında andık. Memleketin gördüğü en “dobra” şairlerden biriydi; eksikliği hissediliyor. Getirdiği “yeni” soluk, şiirimizi bambaşka bir yere taşıdı. Kulvarında tek çünkü kimse onun gibi yazamıyor. Sadece şiiri değil, dünyaya bakışı, olaylar karşısındaki refleksleri, aksiliği, huysuzluğu ve hatta dilindeki küfrü dahil pek çok şey, onu bugün anmamıza sebep. Ankara’da, Mülkiyeliler’deki sofrasında onu birkaç kere görme şansım olmuştu: Küfrü uzaktaki masamıza kadar gelir, kocaman sesi sessizce içtiğimiz rakılarımıza eşlik ederdi.
Can Yücel, bir kasetle hayatıma giren, kitaplarıyla kütüphanemi zenginleştiren, dizeleriyle yolumu aydınlatan isim. Dünyaya bakışımı değiştiren, hayalimi “başka türlü bir şey” üzerine kurmama yardım eden bu büyük şairin anısı önünde saygıyla eğiliyor, bu gece bu yazı yayımlandığı sırada içeceğim şarabın en büyük yudumunu onun şerefine alacağımı ilan ediyorum. Teypte söz ettiğim kaset, yanımda Göksu olacak –ki buluştuğumuz noktalardan biri, Can Yücel’in şiirini bugüne taşıyan Yeni Türkü şarkıları. “Başka türlü”, evet.