Şubat sonuyla mart ortası arasını kabus gibi yaşadık. Eldiven takmamıza bile çok geç müsaade edildi. Neden? Çünkü üniforma bütünlüğünü korumamız gerekiyordu! Maske takmak istediğimizde, yolcu bizim hasta olduğumuzu düşünür mü, diye yorumlar yapıldı.
Bir hostes, hayatının en zor birkaç haftasını anlatıyor:
Salgın var, önlem yok ve onlar uçuyor. Üniforma bütünlüğü yüzünden
izin verilen tek önlem hamur yoğurulurken kullanılan şeffaf
eldivenler! Kıdemli kabin memuru, uzun süredir “önce emniyet” diyen
iş tanımının kitabî hale gelişinden, yolculara servisin ağır
basmasından şikâyetçi. Virüs riskine aşina bir meslek grubunda olsa
da bu kriz yeni bir sorgulama getirmiş. Şirketini açıklamaya da bu
yüzden karar verdi sonra.
Çizim: Murat Başol
Kabin amiriyim, yaklaşık on yıldır aynı şirketteyim. Salgına
karşı önlemler hem dünyada, hem Türkiye'de geç geldi. Özellikle
burada, İtalya'da yaşananlar görülmesine rağmen bir türlü aksiyon
alınamadı. O sırada uçuşlarımız vardı, çok korkuyorduk. O günleri
nasıl anlatsam size... Şubat sonuyla mart ortası arasını kabus gibi
yaşadık. Eldiven takmamıza bile çok geç müsaade edildi. Neden?
Çünkü üniforma bütünlüğünü korumamız gerekiyordu! Maske takmak
istediğimizde, yolcu bizim hasta olduğumuzu düşünür mü, diye
yorumlar yapıldı. Eldiven dedim ama hangi eldiven biliyor musunuz?
Hamur yoğururken kullandığımız şeffaf mutfak eldivenleri var ya,
onlardan. Ben de dahil, çok kişi bunları kaldıramayıp ücretsiz izne
çıktık. Çin, İran uçuşları durdurulduktan sonra, bu işin maddi
götürüsü olacağını gören şirket, isteyenlerin ücretsiz izne
çıkabileceğini söylemişti.
Biz uçucuların en büyük derdi, zaten dile getirlemeyen
psikolojik sorunlardır. Bu virüs yokken de vardı. Uçuş korkusu
değil bunun adı, uçmaktan korkan bu işi yapamaz, ama bilinçaltı
binlerce feet yüksekte olduğunu, risk aldığını bilir. Sorumluluk
duygusu normalde de ciddi bir stres kaynağıdır. Virüs eklendiğinde,
her şeyi başka türlü sorgulamaya başlıyorsunuz. Benim de mart
ortası uçuşlarım oldu, “N'apıyorum?” diye sordum kendime. Bu riski
neden alıyorum? Uçağı küçük bir tüp olarak düşünün, yolcuyla
birlikte sınırlı bir havalandırma sisteminin olduğu küçük bir
tüptesiniz. İlla binlerce insan ölmek zorunda mı, diye düşündüm
hep. Candan önemlisi var mı? Bir taraftan da uçak ekibinin algısı
yüzde yüz açık olmak zorunda, bu sıkıntıyla iş yaparsanız asli
görevinizi unutursunuz.
Hostes, kabin memuru, nasıl tanımlarsanız, uçuş emniyeti için
hem yolcudan, hem kendinden sorumlu olan çalışanlarız biz.
Öncelikli bir sorun var, bu görevin artık kitabî kalması. Havacılık
sektöründe bütün şirketlerde sorunlarımız ortak. “Önce emniyet”
diye yola çıkarken, yan görevlerin yoğunluğuyla bunun teoride
kalışını yaşıyoruz zaten. Fiiliyatta “önce emniyet” gelmiyor uzun
süredir. Özellikle servisteki iş yükü, yolcu kaprisleri ve şirketin
yolcularla hostesler arasındaki ilişkide yolcudan yana kurduğu
baskı o kadar yoğun ki. Belgrad, Milano gibi kısa uçuşlarda öyle
bir yük var ki üzerinizde, emniyeti unutabiliyorsunuz. Şirketler
arası rekabet getirdi bizi buraya, son yıllarda gittikçe arttı.
Güleryüz tabii ki gösteriyoruz yolcuya, ama yoğun servis sırasında
kabinde anormal bir durumu görmek ve gereğini yapmak daha önemli.
Kabin amirlerinin şirkete hesap vermekte de en büyük kaygıları
servis üzerindendir. Ekiplerine de bu yönde baskı yaparlar. Ben
farklı bakıyorum, her şeyin hesabı verilir, emniyetin hesabı
verilemez diye düşünüyorum.
Bir yandan kabin memurları işini çok sever. Çünkü farklı, hoş
yanları vardır, başka bir sektörle mukayese edemezsiniz. Çok hak
kaybı yaşasak da kaldık, çünkü uçmak ve onun getirdiği yatı
görevleri olsun, o yaşantı olsun, tüm artılarıyla ağır bastı. Ama
virüsle birlikte başka türlü sorguladım. Ne olursa olsun uçmalı
mıyız? Hayır dedim, önce sağlık, önce can, gerisi sonra gelir.
Canımızı unutturacak hale getirdiler bizi.
O ara hatırlıyorum, umreden dönenlerin alındığı uçuşlar vardı,
bunlardan birine katılma ihtimali bile büyük kaygı yarattı bende.
Bir gün önceden uçuşunuz belli olur, öyle korkarak bekledim. Uçan
arkadaşlarım oldu. Bir tarafta mecburiyet var, şirket iptal
etmemiş, bu senin işin, çok zor, çok. Büyük bir şirkette bile durum
böyleyken, daha küçüklerinde kim bilir nasıl yaşandı. Ya aslında
düşündüm, başta istemiyordum ama THY'de çalıştığımı da söylemek
istiyorum. Bu kısmını da lütfen çıkartmayın olur mu, mutlaka
duyulmasını istiyorum. Salgın başlamış, insanlar ölüyor, karar
alınmış senin çalışanın umrecileri getirecek... Böyle bir durumda
Kabin Hizmetleri Başkanlığı olarak üniforma bütünlüğünü düşünmek
nedir ya? Eldiveni ister mavi tak, ister beyaz tak, ister pembe, ne
yani. Şeffaf olacakmış! Bunu ne adına yapabilirsiniz? Şu an
dertleşiyorum sizinle, dışarıdan bakın ve söyleyin, ne adına? Bütün
uçuşlar durmadan önce, yurt dışında kalan vatandaşları getirmek
üzere birkaç uçuş oldu, ancak o zaman koruyucu tulum giydi ekip.
Virüs değil, THY'de Kabin Hizmetleri Başkanlığı'na karşı güvenin
oluşmamasıydı asıl sorunumuz.
Kargo uçuşları durmadı, birçok yolcu uçağıyla kargo taşımacılığı
yapılıyor şu an. Kabinin arka ve ön tarafını emniyet açısından
kontrol etmek üzere de, kabin memurları uçuyor. Hâlâ yatıya
gidiliyor. Ve bu şekilde bir yerde kaldığınız durumda bütün öğünler
temin edilmiyor. Aç mı kalacak insan, dışarı çıkması gerekiyor.
Bişkek gibi Orta Asya'da, Dakar gibi Afrika'da çok noktaya kargo
uçuşları bunlar. Tamam yolcu yok ama başka bir ülkede kalıyorsun.
Ücretsiz iznim bittiğinde bana da bu uçuşlardan çıkabilir. Açıkçası
bir, belki iki ay uzatabilirim diye düşünüyorum, şu an haklarımdan
muafım ama bu kaygıları yaşamaktansa evde durabilirim diyorum.
Neyse ki eşimin desteği var. Bekâr, ailesinden de desteği olmayan
arkadaşlarım var, mecburen dönecekler. Vahşi kapitalizm işte, ancak
bir ay ücretsiz izne katlanabilir insan. Dışarıda virüs var evet,
ama içeride de açlık var.
Üç ay sonra ne olacak? Bilmiyorum. Gittiği yere gidecek. Bu
virüse alışacağız, sorgulamam bitmeyecek ama azalacak, bir gün
elbet döneceğim. Tabii sektörde de hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak. İnsanlık bir süre kendi karantinasına devam edecek, önce
kaygısını unutması gerekecek, bazı alışkanlıklarını değiştirecek.
Uçaklar uçacak ama bakalım yolcu olacak mı? İşten atılma kaygısı da
var o yüzden. En çok darbe yiyen sektörlerden birindeyiz, on
binlerce çalışan sektörün kendini toparlayamaması halinde
atılmaktan korkuyor. Toparlanma iki-üç yıl sürerse işten çıkarma
politikasına gidebilirler çünkü. Ücretsiz izne çıkmayı kabul ederek
kendimizi koruduk, o sırada şirketin üzerindeki maddi yükümüzü de
kaldırdık. Ekmek teknemizin ayakta kalmasını isteriz, gerekirse
şirketin yanında dururuz. Ama yöneticilerin aldığı bazı kararların
yanında değiliz. Ciddi suistimaller yaşanabiliyor, böyle bir
süreçte dahi işçinin hakkından ne kadar yiyebilirim diye
düşünülüyor.
Koronadan önce de virüse en yakın insanlardık. Bir dönem Ebola
vardı, Zika vardı. Afrika'da sıtma kapan, burada sıtma olmadığı
için teşhis edilemeyen bir arkadaşımızı kaybettik üç yıl önce. Bu
riskin hep farkındayız. Diyeceksiniz ki sizin ruhen hazır olmanız
lazım... Biliyor musunuz hiç öyle olmuyormuş. Hiçbiri bunun gibi
değil çünkü, korona her yerde.
Konuştuğumuz gün 129.491 vaka, 3520 ölüm
açıklanmıştı.
*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu
öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki
eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan
sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan.
Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her
veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin
bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı
ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar,
erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi
yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde
çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar,
karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun
düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü
birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında
kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.