Birçok yerde Çankırı, Çorum, Yozgat “Bermuda Şeytan Üçgeni” olarak adlandırılmış. Malumunuz, Atlantik Okyanusu’nda çok sayıda gemi ve uçağın kaybolduğu bölge bu isimle adlandırılıyor. Çorum ve Yozgat’ı daha önce anlattığımıza göre şimdi de Çankırı’ya doğru yola çıkalım; bakalım dedikleri gibi kaybolacağımız bir yer mi burası?
Öncelikle Çankırı ile ilgili araştırma yapınca hemen karşınıza “Çankırı’nın tozu, tuzu, kızı meşhurdur” diye bir cümle çıkıyor. Gerçi Denizli için de “Denizli’nin de kızı, tozu, horozu meşhurdur” derler. Hatta biri işi abartmış; “New Orleans’ın sazı, cazı, kazı meşhurdur” demiş. Bu önermelerde en doğru kelimeler; Çankırı için “tuz”, Denizli için “horoz”, New Orleans için de “caz” sanırım. Neyse bizim konumuz Çankırı... Sözcü18 isimli yerel gazetenin yazarlarından İbrahim Zencirci, konuyla ilgili bir yazısında “Kafiye olsun diye söylenmiştir. Aslı yoktur. Kültür ve Turizm Müdürlüğü tanıtım fuarlarında, yıllardan beri bıkmadan, usanmadan, (belki de, ellerinde Çankırı tanıtımını yapacakları başka malzemeleri yok) kızlarımızın çeyizini sergiledikleri için uydurulduğunu sanıyorum” diyor.
YIKILAN MEŞHURLAR!
Gerçi bir zamanlar Avrupa Şampiyonu başta olmak üzere birçok başarıya imza atan eski millî atlet Süreyya Ayhan, Çankırı’nın en meşhur kızı olabilir. Hatta şehirde heykeli bile varmış. Ama özel hayatı ile ilgili dedikodular ve doping skandalıyla beraber Çankırılılar bu heykele tepki göstermeye başlamış ve “bakımsız olduğu ve elindeki bayrağın yıprandığı” iddiasıyla heykel, belediye deposuna kaldırılmış. Ancak heykelin altında bulunan ve bakımsızlıktan ne olduğu anlaşılmayan dünya figürünü, Kastamonu yolu üzerinde görebilirsiniz.
Yine Çankırı’nın tuz kenti olduğunu simgelemek amacıyla yaptırılan altı umumi tuvalet üstü “Tuz Heykeli” (kimisine göre de “Tuzluk Heykeli”) olan “enteresan” yapı da yine vatandaşların şikâyeti üzerine Süreyya Ayhan’la aynı akıbeti paylaşarak yıkılmış.
DÜNYADAKİ İLK AKIL HASTANESİ ÇANKIRI’DA MI?
Tuzun neden meşhur olduğuna birazdan değineceğim ama Çankırı’nın nasıl bir şehir olduğunu anlamak için isterseniz önce biraz insanlar arasında dolaşalım. Birçok küçük memleket gibi, Çankırı’da da kaldırımlar boş olsa da yoldan yürüme âdeti pek yaygın. Ben görmedim ama kahvelerde değil bir, değil iki, üç sandalyeye oturulduğu rivayet ediliyor. Bir de belediye anonsları var tabii... Büyük şehirden, küçük illere gidenler bunu komik ve anlamsız buluyor ama bana mesela bu çok normal geliyor. Ekşi Sözlük’teki bir yazar ise “dünyadaki ilk akıl hastanesinin kendi illerinde, Çankırı’da açılması ile övünen -garip- bir halka sahip şehir” demiş; doğru mudur yoksa bir deli kuyuya taş mı atmış, bilmiyorum.
ÇORBAYA EKMEK BANMAK
“Bahçelerde kereviz / Biz kereviz yemeyiz / Bize Çankırılı derler / Biz güzeli severiz” diye manisi olduğuna göre; bu Çankırılılar kereviz sevmiyor demek ki... Yine duyduğuma göre; tarhana çorbasına ekmek banmak, âdeta Çankırı geleneği... Bununla bazı insanlar çok dalga geçiyor. Çocukluğumu neredeyse hiç hatırlamam ama küçükken bir kızın çorbaya ekmek bandığım için beni aşağılamasını asla unutmuyorum. Nasıl bir travma yarattıysa hâlen her çorba içtiğimde onu hatırlarım.
Her ne kadar Cumhuriyet’in ilk yıllarında modern tenis kortu olan bu il; Nezihe Coş’un 1969’da yaptığı araştırmaya göre, geçmişte beş yazlık, beş de kapalı sinema salonuna sahipmiş. O zamanlar şehrin nasıl bir atmosferi vardı bilmiyorum ama günümüzde Çankırı’yı, “muhafazakâr bir Anadolu kenti” olarak özetleyebiliriz. Kızların mini etekle, erkeklerin uzun saçla ve küpeyle gezmesi pek “hoş” karşılanmıyor. Alkol almak mı o da ne? Anca dağ, tepe, bayıra kaçıp sosyalleşmek mümkün ama her zaman riski var! Bu nedenle üniversiteli gençler, genelde çareyi Ankara’ya “kaçmak”ta buluyor.
ÇANKIRI, BUDAPEŞTE OLUR MU?!
Sisiyle meşhur şehrin biraz da ölü toprağı serpilmiş havası yok değil. Yine Çankırılı birinin iddiasına göre bunun sebebi şöyle: “Bu şehirde mezarlık hemen şuradaki tepededir. O tepeden rüzgâr estikçe ölü toprağı şehrin üzerine serpilir.”
Çankırı’da bir de Susam Sokağı bulunduğunu söyleyip 90’lara bir selam çakarak yazıya devam edelim. Yerel gazeteler, Kızılırmak’ın en büyük kollarından Devrez Çayı’nın geçmesinden olsa gerek, Çankırı’nın hep bir Budapeşte ya da Venedik olmasının hayalini kurmuş ama şehri kalkındırmak için devlet ya da yerel yönetimler tarafından pek de adım atılmış değil.
Bazen illeri yazarken arama motoruna girip “X şehri” ya da “X şehri neden” diye yazıyorum ve ilk gelen önermelere bakıyorum. “Çankırı neden” yazdığımda, arama motorunda ilk sırada “Çankırı neden sevilmez” çıktı. Bu tür söylemlere ve tabii bir de kendilerine “elekçi” denmesine özellikle il dışındaki Çankırılar aslında çok tepkili. Bilmeyenler için belirteyim; Çankırı’da yaşayan Romanlara “elekçi” deniliyor.
ÇANKIRI’DA YEDİ YIL KALMAK İSTİYORSANIZ ÖNCE 'KALE'YE
“Bu şehirdeki kaleye çıkan kişi, yedi yıl boyunca Çankırı’da kalırmış, gidemezmiş” dedikleri Çankırı Kalesi’nde aslında kale yok. Romalı, Bizans, Danişment, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde sağlamlığıyla ünlü olan kaleden zamanımıza birkaç sur kalıntısından başka bir şey kalmamış. Kale içinde Roma döneminden kalma kaya mezarı, iskân kalıntıları ve pişmiş toprak kap parçaları ile Çankırı Fatihi Emir Karatekin Bey’in türbesi bulunuyor. Günümüzde şehrin mesire yeri olarak kullanılıyor ve bir de cam terasından şehir manzarası izleniyor.
Kaya mezarlarına meraklıysanız Beşdut, İndağı ve Sakaeli’ye gitmelisiniz. İndağı’nda çok sayıda ve insan eliyle oyulmuş mağara, kaya mezarı, kaya kilisesi olabileceği tahmin edilen tapınak ve amacı tam olarak bilinemeyen oyuklar bulunurken Sakaeli Kaya Mezarları ve Peri Bacaları biraz daha enteresan. Çoğu insan sadece Kapadokya’da peri bacaları var sanır ama Türkiye’de birçok yerde bu oluşumları görmek mümkün.
ŞEHİR İÇİ, ŞEHİR DIŞI
Taş Mektep ve Taş Mescit, kentin en turistik simgelerinden... Yine Abdülhamid’in tahta çıkışının yirmi beşinci yılı nedeniyle Anadolu’nun farklı illerine gönderilen saat kulelerinden ve “Çan Saati” olarak da bilinen Tarihî Saat Kulesi de görülebilir. Müze gezmek istiyorsanız da doğa tarihi, arkeoloji ve etnografya olmak üzere üç ana salondan oluşan Çankırı Müzesi’ni; Çankırılı mucit Ferit Akalın’ın radyo koleksiyonun sergilendiği Ferit Akalın Radyo ve İletişim Müzesi’ni; Abdülhamid döneminde inşa edilen ve ülkemizdeki çamaşırhanelerin en büyüğü olarak bilinen Çankırı Tarihî Çamaşırhane Müzesi’ni ve Çankırı Belediyesi Dr. Rıfkı Urga Çankırı Araştırmaları Merkezi’ni ziyaret edebilirsiniz. Tabii eski Çankırı evlerini, konaklarını, camilerini, medreselerini de...
“Ben kapalı alan istemiyorum, doğal güzellikleri görsem” diyorsanız da önce bir yerin altına girmenizi sonra doğaya çıkmanızı tavsiye edeceğim. İl merkezinden elli beş kilometre uzaklıktaki Hüyük Yeraltı Şehri’nin MS 3-5. yüzyıllarda yapıldığı tahmin ediliyor. Sonra ver elini doğa: Eldivan Bülbül Pınarı, Kırkpınar Yaylası Mesire Alanı, Karaören Göleti, Alpsarı Göleti Rekreasyon Alanı, Kadınçayırı Tabiat Parkı... Çok da ağaçlık olmayan kent merkezine yirmi yedi kilometre uzaklıktaki Karacaözü köyünde, 400 yaşın üzerinde olduğu ve dünyanın en yaşlı meşeleri arasında sayılan bir meşe ağacı var. Gidip bu değerli büyüğümüze saygılarınızı sunabilirsiniz. Taştan isterseniz Akbaş Köyü Köprüsü, ahşaptan isterseniz de Bayramören Köprüsü; kentin önemli köprüleri...
BİRAZ DA SPOR
Kışın giderseniz ve kış sporlarına meraklıysanız Ilgaz Dağı’ndaki Yıldıztepe Turizm Merkezi’nde sportif aktivitelerde bulunabilirsiniz. Spor demişken İstiklal Yolu’nun bir bölümü Çankırı’dan da geçiyor ve yürüyüşçüler bu güzergâha büyük ilgi gösteriyor. Kolay bir rota olan ve Ilgaz Kuşçayırı ile Merkez Ayan köyleri arasında 800-1500 metre rakımlar arasında yer alan “İstiklal Yolu” tek günlük olarak planlandığı takdirde ortalama 10 saat sürüyormuş.
ÇANKIRI’NIN TUZU GERÇEKTEN MEŞHUR
Gelelim başlığımızdaki en doğru meşhura yani tuza! Çankırı Tuz Madeni, yaklaşık 5.000 yıldır tuz üretildiği bilinen, dünyanın en eski ve en büyük tuz madenlerinden biri... Bir kısmında heykeltıraşların yaptığı tuz heykelleri görmek mümkün... Astım, bronşit gibi birçok hastalığa da iyi geldiği söylenen Yer Altı Tuz Şehri, valiliğin duyurusuna göre düzenlemeler devam ettiği için ziyarete kapalı. Çankırı’ya kadar gidecekseniz, gezinizi buranın açık olduğu döneme denk getirirseniz daha iyi olur diye düşünüyorum. Marketten tuz alırken de dikkat! Çünkü hepsi yemek için değil.
NAZIM HİKMET VE ŞİİRLERİ
Şimdi Çankırı’yla Nazım Hikmet’in ne alakası var mı dediniz? Günümüzde Karatekin Parkı’nın olduğu yerde eskiden bir cezaevi varmış. Yıkılmasa Ulucanlar ve Sinop kadar ilgi çekecek bu cezaevinde Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı, Eşber Yağmurdereli, Nazım Hikmet Ran ve niceleri zorunlu olarak kalmış. “Ben, Çankırı Hapishanesi’nden mezunum. Benim hayattaki tek diplomam, bu hapishaneden tahliye vesikamdır” diyen Kemal Tahir, ilk romanlarını burada yazarken Nazım Hikmet de şiirler yazmış, resimler çizmiş, karısı Piraye Hanım’a mektuplar göndermiş. Piraye Hanım’a 23 Şubat 1940 tarihinde yazdığı ve dört metrekarelik hücresini de çizdiği mektupta şöyle demiş Nazım: “Karıcığım, gözlerine, ağzının çizgilerine, yanağının çukuruna iyi bak, Çankırı’da seni düşünen Nazım’ı görürsün.”
O zaman yazımızı Nazım Hikmet’in Çankırı Hapishanesi’nde kaleme aldığı ve Çankırı’daki çarşamba pazarını anlattığı şiiriyle bitirelim:
Bugün Çarşamba; -biliyorsun- Çankırı’nın pazarı Demir kapımızdan geçip Kamış sepetimizde bize kadar gelecek Yumurtası, bulguru Yaldızlı, mor patlıcanları... Dün köylerden inenleri seyrettim. Yorgundular Kurnaz Ve şüpheli, Ve kaşlarının altında keder Erkekler eşeklerde, Kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır. Herhalde iki çarşambadır pazarda: Kırmızı başörtülü ve “kibirsiz” İstanbulluyu aramışlardır.
NOT:Fotoğraflar, Çankırı İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Çankırı Belediyesi ve Çankırı Valiliği’nden alınmıştır.