Cannes 2023: Duyarsızlık üzerine bir başyapıt
"İlgi Alanı", duyarsızlığı büyük bir özgünlükle beyazperdeye taşıyan, bugüne dek toplama kampları üzerine çekilmiş filmlerden çok farklı, jürinin kesinlikle kayıtsız kalamayacağı, önemli bir yapım.
Ahmet Boyacıoğlu
Hitler, 1933 yılında yapılan son seçimlerde oyların ancak yüzde 42’sini alabilmiş ama sosyal demokratlar ve komünistlerin bir türlü birleşememeleri nedeniyle iktidarı ele geçirmişti. Daha sonra Almanya’da bir daha seçim yapılamadı, diktatörlük kurulmuştu. Aradan geçen süre içinde rejim karşıtları ülkeyi terk etmiş, öldürülmüş ya da hapse atılmıştı. Geriye kalan Almanlar ise Hitler’in peşinden gitmişti. 1945’te savaş sona erdiğinde Almanya bir harabeye dönmüş ve toplama kamplarında birbiri üzerine yığılmış cesetler ortaya çıkmıştı. Amerikan askerlerinin sivil halkı zorla toplama kamplarına götürüp ceset yığınlarını gösterdiğini biliyor muydunuz?
1970’li yıllarda Almanya’da Nazi dönemi, İkinci Dünya Savaşı ve toplama kampları ile ilgili olarak en çok duyduğunuz savunma, "Biz emredileni yapmak zorunda kaldık" ya da "Bilmiyorduk, olanlardan haberimiz yoktu" idi.
Nazi toplama kampları (ölüm kampları demek daha doğru olabilir), özellikle de bu kampların en büyüğü olan Auschwitz hakkında kaç film izlediniz? "Schindler’in Listesi", "Piyanist" ve "Saul’un Oğlu" gibi Oscar almış filmleri hemen anımsayabilirsiniz. Birkaç yıl önce bir tanıdığım "Artık Auschwitz hakkında yeni bir film yapılamaz" demişti. Yanılmış. İngiliz yönetmen Jonathan Glazer’in ABD, Birleşik Krallık, Polonya ortak yapımı, Martin Amis’in 2014 yılında yayınlanan aynı adlı kitabından uyarlanan filmi "The Zone of Interest", şüphesiz bugüne kadar Nazi toplama kampları üzerine yapılan en özgün çalışma. Türkçeye "İlgi Alanı" olarak çevirebileceğimiz filmin adı, kampın çevresindeki araziyi tanımlıyor.
Kampın komutanı Rudolf Höss, eşi, beş çocuğu, kayınvalidesi ve hizmetçileriyle birlikte kampın hemen yanındaki bir evde yaşıyor. Film, ailenin günlük hayatına odaklanıyor. Evin bahçesi özenle dikilmiş çiçekler ve diğer bitkilerle adeta cennetten bir köşe... Evdeki hizmetçiler de, bahçede çalışan bahçıvanlar da doğal olarak kamptaki esirler. Filmin ses kurgusu, görüntülerden daha etkileyici bir şekilde izleyiciye birkaç yüz metre uzaktaki vahşeti haber veriyor. Ancak duyulan silah sesleri, insanların çığlıkları, yanan fırınların çıkardığı gürültü, evde yaşayanları hiç rahatsız etmiyor.
Uzaktan insanların yakıldığı fırınların bacalarından çıkan dumanları görüyoruz. İnsan küllerinin de bahçede gübre olarak kullanıldığına tanık oluyoruz.
Kamp komutanı ve ailesi bu evde yaşamaktan o kadar mutlular ki komutanın Berlin’e tayininin çıkması bir krize neden oluyor. Tanıdıklar aranarak ailenin evde yaşamaya devam etmesi sağlanıyor.
Duyarsızlık, cehalet, şiddet ve hoşgörüsüzlük insanlara içinde bulunduğumuz yüzyılın en büyük sorunlarını yaşatacak. "İlgi Alanı", duyarsızlığı büyük bir özgünlükle beyazperdeye taşıyan, bugüne dek toplama kampları üzerine çekilmiş filmlerden çok farklı, üzerinde çok tartışılacak, jürinin kesinlikle kayıtsız kalamayacağı, önemli bir yapım.
76'NCI CANNES FİLM FESTİVALİ'NDE RUSYA, UKRAYNA VE İRAN
Biraz da gündemden hiç düşmeyen üç ülke olan Rusya, Ukrayna ve İran ile ilgili bilgiler aktarayım. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Rusya’nın stant açmasına izin verilmedi. Birçok sinemacının cephede savaştığı Ukrayna’dan da film yok festival programında ama festivalde Ukrayna’ya destek bu yıl da sürüyor. Ancak hiç olmazsa artık bazı insanların yakalarında ‘Savaşı Durdurun’ yazısını okuyorsunuz. Ateşe körükle gitmek yerine savaşa karşı çıkmayı şimdiye kadar resmi olarak sadece Brezilya ve Çin başarabildi. Umarım savaş karşıtı ülkelerin sayısı artar.
İran’ın resmi sinema kurumu Farabi Vakfı da film pazarında yok. Onun yerine yurt dışında yaşayan İranlı sinemacıların kurduğu ‘Bağımsız Sinemacılar Derneği’nin bir standı var. Hapisten yeni çıkan Altın Ayı ödüllü Muhammed Rasulof’un da ana jüride yer alması, yurt dışına çıkması yasaklandığı için mümkün olmamış. Ülkenin bundan ne kazancı var, anlaşılır gibi değil. 1960, 70 ve 80’li yıllarda bu yönteme Türkiye’de de sıkça başvurulur, filmlerin yabancı festivallerde gösterilmesi hükümetçe engellenir, sinemacılara pasaport verilmezdi. En akılda kalan örneklerden biri "Hudutların Kanunu"dur. ‘Yurt dışına film kaçırmak suçundan yargılanan sinemacılar’ iyi bir doktora tezi olabilir...