Cannes senaryosu

Victor’u hiç tanımadan senaryoya yerleştirdim; sonra her şey ona uygun çıkıyor. "Beş yıl hapis yattım" diyor iki gün sonra bana. "Neden?" diyorum, "yaralama, uyuşturucu satıcılığı, çete filan" diyor. Hemen hemen öyle yazmıştım zaten ve film gerçekten eğlenceli olacak, çok eğlenceli.

Metin Yeğin myegin@gazeteduvar.com.tr

Cannes’da amelelik yapıyordum. Bir yandan da orada geçen bir senaryo yazıyordum kafamda. Çok eğlenceliydi. Çelişkiler balesiydi ortalık. Biz bir yanda 450 kiloluk bir demir rayı 20 kişi taşırken, çok şık giyinmiş kadınlar, erkekler bizi çekip Instagram'a yüklüyorlardı mesela. Küçük küçük adımlarla dik bir merdivenden aşağı indiriyorduk rayı. Birinin ayağı takılsa 3-5 kişi altında kalırdı kesin. İşçi olanlar ama biz yani. Olabilir böyle şeyler. İş kazası deniyor buna. İşçiliğin fıtratında var. Düze indiğimizde arkamızda İngilizce konuşmalar duyuyordum. "Blander’ımı nereye koyabilirim?" diye soruyordu biri. "İşte masanın bu köşesine koyabilirsin" diyordu diğer ses, büyük bir mutlulukla. "Ah perfect-mükemmel" diyordu diğeri daha mutlu. Biz küçük adımlarla omuzlarımızda ray ölüsünü taşıyorduk, çok kalın.

Ben gülünce Victor sordu "Niye gülüyorsun?" diye. Bizim ekipten Ekvatorlu arkadaş. Tam arkamda demiri omuzuna yaslamış, en fazla ağırlık ondadır herhalde ya da önde kafasını altına dayamış İngiliz'de. Victor’a çevirdim konuşmayı. "Mierda" dedi bütün vücudu dövme kaplı Victor. Sahilde yatların oradan görüntülü olarak Ekvator’u arıyor. "İşte buradayız, fuarda" diyor, yatlarda büyük, çok büyük buz kovalarının içinde dev şampanya şişeleri yan yatmış duruyorlar, kadehlerin çınlaması müzik seslerinin arasından seçiliyor. Çok yazmam gerekmiyor senaryonun bu kısımlarını. Yaşamak yetiyor.

Victor’u hiç tanımadan senaryoya yerleştirdim; sonra her şey ona uygun çıkıyor. "Beş yıl hapis yattım" diyor iki gün sonra bana. "Neden?" diyorum, "yaralama, uyuşturucu satıcılığı, çete filan" diyor. Hemen hemen öyle yazmıştım zaten ve film gerçekten eğlenceli olacak, çok eğlenceli. Ekvator’u konuşuyoruz aramızda. Sonra cezaevlerini karşılaştırıyoruz birlikte. Ekvator, Türkiye, Arjantin, İspanya, Meksika filan. Tatil yerlerini karşılaştırır gibi oluyor, neresi güzel ve rahat…

İkinci demir rayı indiriyoruz plaja. Gittikçe ağırlaşıyor. Güneş batmak üzere. Gece kıyafetleriyle yavaş yavaş masalara gelmeye başlıyor insanlar, buz kovaları, kral karidesler ve yeni şampanyalar. Hadi hep beraber deyip biz taşıyanlar, İngilizce, İspanyolca, Fransızca demir ölüsünü yere bırakıyoruz kazasız. "Bir de bunun yukarı çıkarması var iki gün sonra" diyor Viktor; omuzundaki dövmesinin üstünde iz bırakmış demir ray.

"Neye kullanıyoruz bunu?" diye soruyorum Vici’ye, ekipten İngiliz kadın. Kısa metal direkler geçiriyor demirdeki deliklere. Sadece bir metre boyları. Üstünde renkli bayraklar var, yaratıcılık, hayatı eğlenceli kıl, paylaşmak filan yazıyor üstlerinde. "Bunlar birisinin üstüne devrilmesin diye" diyor Viki. "Güvenlik önemli diyor"; başında ve sonunda küfür ediyor cümlenin.

"Ne dedi?" diyor Victor. Sonra Ekvator'u arıyor şampanya kovalarının önünde konuşuyor onlarla…

Tüm yazılarını göster