Çanta, kuşku ve hurma

Terörist olduğumu düşünmüşlerdi. Nedense herkes böyle düşünüyor. Tehlikeli görünmek iyi aslında, pek kimse dokunmuyor size. Türkiyeli olunca İslami terörist olmalıydım sanırım. Kendimi patlatmak için çantam çok küçüktü halbuki.

Metin Yeğin myegin@gazeteduvar.com.tr

"Ben çok kuşkulanmıştım" dedi Bernand. Fas’ın ücra bir Berberi köyünde bir Fransız. Airbnb’den evinin bir odasını kiralıyordu. Kuşkulandığı kişi bendim tabii ki. "Arabası yokken nasıl geldi diye düşündük’" dedi. Fransız olan eşi de onu onaylıyordu başını sallayarak. Kahve içiyorduk küçük bahçelerinde. Halk otobüsüne binip gelmiştim halbuki. Bir, iki saate bir, vardı. Biraz kalabalıktı o kadar. Marakeş’ten dönen köylüler, ara duraklarda inip binen üniformalı okul çocukları -yakalarında amblemleri vardı işlenmiş, lacivert ceket turuncu gibi iplik- bir duraktan binip bir başkasında inen üç tavuk ve sahibi, çok konuşkan 4-5 kadın ve 30-40 kişi daha işte.

Sonra "çantan çok küçük" dediler. Hep bu çantayla geziyordum dünyayı halbuki. İki buçuk karış, bir küçük sırt çantası. Bir bilgisayar alıyor, onlar da küçük olduktan sonra tabii ki, bir küçük kamera üç tişört, çamaşır, iki çorap bu kadar. Zaten daha fazlasına ihtiyacı olmuyor insanın. Daha sık çamaşır yıkıyorsunuz o kadar. Oldukça büyük aslında. İçinde bir kitapta oluyor hep. Bitince o ülkenin bir otobüs durağına bırakıyorum. Hangi ülkeyse artık ve hangi dildense kitap. Bulan insanı düşünüyorum bazen. Gözlerini kısıp, okumaya çalışıyor…  

Terörist olduğumu düşünmüşlerdi. Nedense herkes böyle düşünüyor. Tehlikeli görünmek iyi aslında, pek kimse dokunmuyor size. Türkiyeli olunca İslami terörist olmalıydım sanırım. Kendimi patlatmak için çantam çok küçüktü halbuki. Sonra internette ‘search’ yapınca rahatlamışlardı. Öyle dedi eşi, kahve yerine şarap ikram ederken. Yüksek duvarları var bahçenin, iki küçük limon ağacı. Şarabı içtim tabii ki kendimi patlatmamanın huzuruyla. Fransız şarabıydı. Muhtemel, göçmen Müslüman işçiler toplamıştır üzümü. Ben de toplamıştım birkaç sezon. Parası iyi.

-Zizek anlatıyordu Yunanistan’da. Cihatta ölecekler için cennette 40 huri vaadinin bir yanlış çeviri olduğu kanaatindeydi. 40 kadın değil, 40 hurmaydı bu. Kendini öldüren bombacının, cennette avucuna 40 hurma verdiklerinde yüzünü görmek isterdim diyordu.-

-Böyle bir yanlış çeviri iddiası bir filmin girişinde de vardı. Haham kılığında iki soyguncu, Meryem için denilen ‘Virgin’ kelimesinin ‘bakire’ değil, aslında ‘genç kadın’ anlamına geldiğini söylüyorlardı. Bu yanlış çevirinin, mucize yarattığını, Hristiyanlığı çok yaygınlaştırdığını tartışıyorlardı aralarında. Sonra soygun yapıyorlardı.-

Esas soruları buraya ‘neden’ gelmiş olmamdı. Gelen oluyordu ama Roma kalıntılarına bir bakıp, bir gece kalıp gidiyorlardı. Ben uzun süre orada kalıyordum. Dağlara yürüyüp, Roma kalıntılarında kitap okuyordum mesela ya da bazen bir erik ağacının gölgesinde. Seyyar satıcılardan çorba içiyordum. İri patates taneleri oluyordu içinde, çok doyurucu. Sineklere aldırmamak gerekiyordu ve sonra çok şekerli çay ikram ediyorlardı.

Bilsem, belki söylerdim, neden oraya gittiğimi…

Dolaşmak gittikçe zorlaşıyordu. Evliya Çelebi şimdi yaşasaydı mutlaka gözaltına alınırdı sürekli ya da vize alamazdı kesin.

Sonra onlar aylak bir yazar olduğuma karar vermiş, rahatlamışlardı.

Üniversite filan bitirmenin en iyi tarafı bu, sana ‘aylak' demeleri yoksa ‘serseri’ oluyorsun. Ivan Illich diyordu; okullar çok bölücü…

 
 
 
Tüm yazılarını göster