Çare Sovyet rejimi tarım sistemi
Doç. Dr. Utku Balaban, AK Parti iktidarı döneminde toprağın ekilmesinde ciddi bir geriye gidiş olduğunu, uzun yıllardır çiftçileri teşvik eden bir planlamanın yapılamadığını söylüyor. ÇİFTÇİ-SEN Başkanı Abdullah Aysu ise kanunen çiftçiye ayrılan desteğin bir kısmının verilmediğini ve 2 milyondan fazla çiftçinin ödeyemediği krediler yüzünden icraya verildiğini anlatıyor.
DUVAR - Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’ndeki görevinden "Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlıklı bildirgeye imza attığı için ihraç edilen Doç. Dr. Utku Balaban, birkaç gün önce sosyal medya hesabından Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu (FAO) verilerinden yola çıkarak Türkiye’nin ürettiği kimi ürünleri, dünyanın toplam üretimindeki pay oranlarıyla karşılaştırdığı bir dizi bilgiler paylaştı.
Türkiye’nin dünya ölçeğinde üretim payını gösteren verilerden birkaçı şöyle:
- 2002 ile 2016 verilerinin karşılaştırıldığı grafiklere göre örneğin nohut, 2002 yılında Türkiye (ton bazında) dünya nohut üretiminin yüzde 7,7'sini oluşturuyor. 2016'da ise yüzde 3,8’sini.
- 2012’de dünya sarımsak üretiminde payımız 0.77 iken, 2016’da 0.51’e gerilemiş.
- Dünya karpuz üretimindeki pay ise üçte bir oranında küçülmüş. 2012’de 5.1 olan pay, 2017’de 3.4’e düşmüş.
- Türkiye’nin dünya zeytin üretimindeki 2002’deki payı 11.3 iken 2016’daki payı 9.0. Yani dünya zeytin üretiminde yüzde 20 oranında küçülme gerçekleşmiş.
- En önemli gıda girdisi olan buğdayda ise 2002'de yüzde 3,3 olan dünya üretimi payı yaklaşık yüzde 20'lik bir küçülmeyle 2016’da yüzde 2,7'ye düşmüş.
‘GELİŞMİŞ TARIM TEKNİKLERİ KULLANILAMIYOR KOLEKTİF TARIM YAPILAMIYOR'
Birçok ürünün dünya üretiminde payını karşılaştıran Balaban, sonuç olarak “Yani Türkiye durmuş, dünya üretmiş. Demek ki bizden üretim olarak hızlılar” diyor. Bunun en önemli sebebinin tarım arazilerindeki küçülme olduğunu ve meselenin iki boyutta değerlendirilmesi gerektiğini ifade ediyor: “Birinci grup, gelir seviyesi bizden daha düşük olan örneğin Etiyopya, Bangladeş gibi ülkeler. Bu ülkelerde büyük ölçekli tarıma gidilebilmiş olması, ulusaşırı şirketlerin buradaki faaliyetlerini arttırmış olmasından kaynaklanıyor. İkinci grup ise geliri bizden daha yüksek ya da bizle benzer gelire sahip ülkeler. Bu ülkelerde ise daha randımanlı, verimli tarım yapılıyor. Yeni teknolojiler kullanılıyor.”
Balaban, bu iki neden dışında, Türkiye’ye has bir sorun olduğunu, uzun yıllardır toprak rejimiyle ilgili, mantığı doğru işleyen bir planlamanın yapılamadığını vurguluyor. Bunun yanında “Türkiye’nin bazı yerlerinde büyük toprak sahipleri var. Yani ağalık sistemi diyebileceğimiz ya da ona yakın veya onun kalıntısı bir sistem var. Birçok yerde topraklar küçük ve parçalı. Ekilen toprakların parçalı halde olması nedeniyle, gelişmiş tarım teknikleri kullanılamıyor. Kolektif tarım yapılamıyor” diyor. Bu küçük arazileri de başka firmaların işlettiğini, bundan dolayı çiftçilerin önemli bir kazanç elde edemediğini ekliyor.
TÜRKİYE'YE ÇARE KOLHOZ VE SOVHOZ DENEYİMİ
Balaban, sosyalist tarım sisteminde uygulanan “Kolhoz ve Sovhoz” deneyiminden bahsediyor. Bu iki farklı modelin, büyük toprak sahiplerine alternatif olarak, Sovyet rejiminin getirdiği, “toprağın tümünün köylüler tarafından kolektif bir şekilde işlendiği, ürünün birlikte hasat edildiği sistemin adı” olduğunu anlatıyor ve Türkiye’nin ihtiyacı olan şeyin bu olduğunu düşündüğünü söylüyor.
Özellikle AK Parti döneminde toprağın ekilmesinde ciddi bir geriye gidiş olduğunu ifade eden Balaban, bunun nedenini teşviklerin, bir şeyin ekilip ekilmediğine bakılmaksızın verilmesine bağlı olduğunu belirtiyor.
'KAPİTALİST SİSTEMDE DÜNYADA BOŞ TARIM ARAZİSİ KALMAZ'
Balaban’a, seçimler sonrası hükümet değişmediği takdirde, uygulanan tarım politikalarının sonunun nereye varacağını soruyoruz. Komplo teorisi üzerinde konuşmak istemediğini ama gidişatta bazı emareler olduğunu, şeker fabrikaları örneğinde zaten bunun anlaşıldığını ifade ediyor:
“Belli bir süre daha topraktan kopma devam eder. Halen yüzde 20 oranında topraktan geçinen insan var. Aslında bu fazla. Yüzde 10’un altına inecek şekilde bu devam eder. Bunda bir sakınca yok. O kadar insan gıdayı üretir. Gelişen teknolojiyle elli kişinin yapacağı bir şeyi, bir traktör yapabiliyor. Fakat ekilmeyen arazilerin yüz ölçümü artar. Bütün bunların akabinde, mülkiyete ilişkin sorunlar başlar. Bir firma gelir. Bu arazileri satın alır ya da çok uzun süre çok düşük bir bedelle kiralar. Ücretli emeğe dayalı dolayısıyla emek sömürüsüne dayalı bir tarımsal üretim başlar. Kapitalist sistem içerisinde, dünyada boş toprak kalmaz, bir şekilde değerlendirilir ama topraklar halkın değil büyük gıda tekellerinin hizmetine girer.”
'ÇİFTÇİNİN PARASI GASP EDİLİYOR'
İlk olarak insanlar topraklarını niçin terk ediyorlar? ÇİFTÇİ-SEN (Ciftçi Sendikaları Konfederasyonu) Başkanı Abdullah Aysu, buna neden olarak öncelikle bütün ülkelerde olduğu gibi tarım politikalarının yanlış ve şirketlerden yana olduğunu söylüyor. Türkiye’de 2007 yılında çıkan Tarım Kanunu'nu hatırlatıyor. Ne diyor bu kanun? “Türkiye’nin gayrisafi milli hasılasının yüzde 1’i oranında tarıma destek verilir.”
Buradan hareketle şöyle bir döküman çıkartıyor Aysu: “2007’den bu yana verilen desteğe bakıldığında 88 milyar civarında bir ödeme yapılmış ama gerçekte verilmesi gereken 188 milyar. Yani 100 milyarları ödenmemiş.” Nereye gitmiş o para? “Gasp edilmiş” diyor Aysu.
“Böyle olunca çiftçiler mecburen bankaların eline düştü. 2005 yılında 6 milyar 800 milyon lira kredi kullanmış çiftçiler. Aldıkları destek 3.7 milyar lira. Aradaki farka baktığınızda 1.8 kat. 2017 yılına geldiğimizde bankaların sağladığı kredi miktarı 70 milyar lira. Tarımsal destekler ise 12. 7 milyar lira. Yani yaklaşık 5.5 katı fark oluşmuş.”
Bunun sonucunda 2 milyon 721 çiftçinin çektiği krediyi ödeyemediği için icralık olduğunu anlatıyor Aysu ve buna paralel olarak, yaklaşık 3 milyon hektar civarında arazinin ekilmediğine dikkat çekiyor. “Bu da yaklaşık olarak Belçika'nın yüz ölçümü demek” diyor.
'1 KG. DOMATESİN BESİN DEĞERİ İÇİN 9 KG DOMATES TÜKETMEK LAZIM'
Çiftçiler, desteğe niçin ihtiyaç duyarlar? “Yaptıkları doğaya bağımlı olduğu için neyin ne olacağı belli değildir. Esnaf gibi değil, bir günden bir güne kazanma yok. En erken altı ay sonra toplu paraya erişilir. Desteğin çoğu mazota, tohuma, gübreye, işçiliğe, suya verilir. Bütün bunları bu süre içinde parça parça öder. Üstelik, bizim gibi ülkelerde doların yükselmesine bağlı olarak bütün hammaddelerin fiyatları yükseliyor. Gübre, mazot, tohum, suyun tarlaya kadar gelmesi dolara endekslidir” diyor Aysu.
Gelişen teknolojiyle çiftçilere ihtiyaç kalmaması daha başka nasıl yorumlanabilir? İnsan emeği yerine, makinelerin gelmesinin ne gibi olumsuz sonuçlar doğurabileceğini sorduğumuzda Aysu, şöyle açıklıyor: “Tarım makineleştiği andan itibaren çok yüksek enerji gerektirir. Akla sadece mazot gelmesin. Zamanından önce yetişen ürün vitaminlerini, minerallerini o süre içinde toplayamaz. 1950’de İngiltere’de yapılan bir araştırma, eskiye bakarak 1 kilo domatesin besin değerine ulaşmak için 9 kilo domates tüketmek gerektiği sonucuna varmış.
Yine Birleşmiş Milletler’in yaptığı bir araştırma sonucu da bunu destekliyor. 50 küsur ülkede, bini aşkın küçük köylü üretimine dayalı tarım alanı, makineli tarım alanlarıyla karşılaştırılmış. Bu araştırma sonucunda, köylülerin üretim verimliliğinin endüstriyel tarıma göre yüzde 50 ile yüzde 70 arasında daha fazla olduğu kanıtlanmış.
'1 MİLYAR İNSAN AÇ, GIDALARIN ÇÖPE GİTMESİ BİLİNÇLİ'
Aysu, devamında yıllara göre değişen tecrübesini aktarıyor: “1960’larda ilk gübre kullanmaya başladığımızda dekar başı 8 kilo kullanıyorduk. Şimdi 140 kilo civarında kullanıyoruz ama eski verimliliği zor yakalıyoruz. Kullanılan gübrelerin hepsinde granül olduğu için toprak, toprak olmaktan çıkarıyor. Kuma, taşa dönüştürüyor. Dünya, şimdiki nüfusunun iki katını besleyebilecek durumda fakat kimyasal gübremelere devam edilirse açlık ve kıtlık yaşanması mümkün” diyor.
Buna rağmen paradoksal biçimde, dünya üzerinde gıdaların büyük kısmının çöpe gittiğini hatırlattığımızda Aysu, bunu şöyle açıklıyor: “Halihazırda dünyadaki üretim yüzde 110 civarı. Fakat 1 milyar civarında aç insan var. Dünyada adil paylaşım yok. Bir kısmı israftan bir kısmı ise bilerek çöpe gidiyor. Arz artınca, fiyat düşer. O zaman şirketler kazanamaz. Şirketler bunun üzerinden sevk ve idareyi yapıyorlar. Yedi yıl sonra çıkacak olan buğday, kağıt üzerinde şirketler tarafından satılmış durumda. Dünya fiyatları var ve bunu belirleyen çokuluslu şirketler. Aynı borsadaki sistem gibi. Almış oldukları şeyleri satışa çıkarıyorlar. Satışa çıkardıkları şey, el değiştirdikçe yükseliyor. Gıda borsaya girmiş vaziyette ve dünya bu tehlikeye dikkat çekiyor.”