Cat Stevens’ı özel kılan, onun şarkılarına hükmeden “arayış”tı. “Yolculuk” temasının şarkılarında bu kadar çok yer alması da tesadüf değildi. Oysa şimdi bu arayışın sona ermiş olduğu açıkça görülüyor ve maalesef özgürlükten, barıştan, aşktan söz eden şarkıların sahibinin uzun yolunun, bu saydıklarımın hiç uğramadığı bir durakta noktalanmış olması hazin.
Lise çağlarımda gitara merak sardığımda bir arkadaşımın elime tutuşturduğu Cat Stevens kasetinin bir dinleyici ve yıllar yıllar sonra hasbelkader bir müzisyen olarak hayatımı bu kadar etkileyebileceğini bilemezdim tabii. “Kedi”nin sakin müziği, çok sevdiğim sesi, her zaman bir arayışa delalet eden, neredeyse çaresiz ve safiyane şarkı sözleri, şarkılarının kibirden ve cafcaftan uzak düzenlemeleri beni öylesine etkiledi ki yıllardır her bir başıma kaldığımda açıp dinlediğim ilk müzik Cat Stevens şarkıları oldu.
Benim onun müziğiyle tanıştığım yıllarda o çoktan Yusuf İslam olmuş, müzik dünyasından ve kameralardan kaçmıştı. 90’ların başında sanıyorum 32. Gün ekibinin onu Londra’da bulup gerçekleştirdiği programın o günlerde Türkiye’de de büyük yankı uyandırdığını, Cat Stevens’ı hiç bilmeyen milyonları bile çok etkilediğini, devam eden günlerde sokakta, okulda, kahvehanelerde “Adam büyük bir pop yıldızıyken hakikati bulmuş” diyerek bir dini gurur mevzuuna çevrildiğini de hatırlıyorum. Hemen sonrasında kendisine Müslüman dünyadan yönelen ilginin de farkında olacak ki Yusuf İslam, içinde artık gitarın ve diğer enstrümanların duyulmadığı, yalnızca ritimle icra edilen ilahi albümleri yayınladı ve bu albümler büyük bir yankı da uyandırdı.
Bir Vehhabi edasıyla üzerine giydiği kandurası ve başındaki kefiyesiyle Yusuf İslam ile ilgili seküler çevremde oluşan doğal antipati ve şüphe beni hiç etkilememişti; hatta yıllar sonra sesini duymanın verdiği tuhaf bir keyifle ilahi albümlerini de başka bir gözle dinlemeye çalıştım. Derken uzun bir aradan sonra eline yeniden gitarı aldı ve bu kez “Yusuf” adıyla yeniden şarkılar yazmaya, söylemeye başladı. Yine elinde gitarla BBC dâhil birçok televizyon kanalının programlarına katıldı, dünyanın birçok ülkesinde bu “geri gönüş”ü merakla izleyen on binlere konserler verdi. 2006’da yayınladığı ‘An Other Cup’ ve 2009’da yayınladığı ‘Roadsinger’ albümlerini ilgiyle karşılayıp müzik kütüphaneme aldığımı söylemeliyim. Dünyadaki milyonlarca Cat Stevens hayranının birçoğunun, Yusuf’un şarkı yazarlığının ürünleri olan bu albümleri büyük bir heyecanla karşıladığını söylemek doğru olmaz. Yusuf ne yapıp edip yıllar içinde “Kedi”nin öldüğüne ikna etmişti belli ki insanları. Hem zaten asıl adı Cat Stevens da değil, Kıbrıslı Rum olan babasının verdiği Steven Demetre Georgiou’ydu. Bir röportajında müziğe başladığı yıllarda “Cat” (Kedi) ismini nasıl seçtiğini anlatırken (ilk hiti ‘I Love my Dog’a [Köpeğimi Seviyorum] bir referanstı bu) gençliğinde içinde bulunduğu dünya ve duygularla dalga geçiyordu örneğin; bunu izlerken ne kadar bozulduğumu da hatırlıyorum.
VAHŞİ DÜNYA…
“Hep bir arayış içinde oldum” diyordu ne zaman mikrofon uzatılsa. Gerçekten de hem farklı ülkelerde ve farklı kültürlerde geçen ve bir türlü bir istikrara oturmayan çocukluğu ve ilk gençliği, hem de hastalıklara çok açık hassas bünyesi onun bir şekilde bunalımlardan asla kurtulamamasına neden olmuştu. 68 yılında ağır bir tüberküloz geçirerek yattığı hastanede İncil’i okumuş, çok etkilenmiş ve birkaç yıl ara verdiği müziğe döndüğünde bu kez Hıristiyanlığın uhrevi nüvelerini şarkı sözlerine eklemlemeye başlamıştı. İlahi söylemeye başından beri çok meyilli olduğu anlaşılan Stevens, 70’li yıllarda yayınladığı hit albümlerinde ‘Morning Has Broken’ gibi Hıristiyan ilahilerini de seslendiriyordu artık. Yine bir röportajında, herhalde en ünlü şarkısı olan ‘Wild World’ü (Vahşi Dünya), aslında kendisine bir uyarı niteliğinde yazdığını söylüyordu. Belli ki bir fert olarak baş edemediği bu vahşi dünyada muhafazakâr ahlakın korunaklı yollarını hem kendisine hem de müziğini dinleyen on milyonlarca gence vaaz ediyordu.
Batı’nın değerleriyle büyümüş, Batı’da şöhrete ve refaha kavuşmuş olan Yusuf, 80’ler ve 90’larda yansıttığı radikal Müslüman imajını 11 Eylül’den sonra değiştirdi, aslında herhalde değiştirmek zorunda kaldı. CNN gibi “şeytan”ın kanallarında İslam’ın aslında barış dini olduğunu anlatmaya çalışıyor, hippi yıllarının ürünü ‘Peace Train’ (Barış Treni) şarkısını canlı yayınlarda söylüyordu. Müzik kariyerine ağırlık vermeye başladığı bu dönemde, devrin meşhur “medeniyetler çatışması” silsilesine güzel de bir cevap olarak görüldü ılımlı Müslüman dünyada. Benzer şekilde, bu ılımlı tutumu onun geçmişiyle de belli ölçülerde, örneğin Paul McCartney gibi kendi döneminden büyük ustalarla tekrar bir araya gelip şarkılar söyleyebilecek kadar barışmasına vesile oldu.
ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE?
Popüler müziğin bu en büyük şarkı yazarlarından biri, iki gün önce, evvelden de sitayişle söz ettiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “himayesinde” bir konser verdi; ardından da gitarını Erdoğan’a hediye etti. Hayatında belki ilk kez eline gitar alan Erdoğan’ın gitar ile çekilmiş fotoğrafı iki gündür her yerde karşımıza çıkıyor. Kime ne anlatıyor bu fotoğraf bilmiyorum ama benim gözümün önünden mevcut siyasi iktidarın müzik ve sanatla ilgili tutumuna ve söylemlerine dair bir film şeridi geçiverdi. Erdoğan o fotoğraftaki gibi gitarı incelerken aklının bir yerinden “Şeytan bunun neresinde?” diye geçsin isterdim ama zannetmiyorum tabii. Dahası kendisinin en önemli destekçileri olan radikal İslamcıların, müziğe savaş açmış tarikatların temsilcilerinin o fotoğrafı görünce neler düşündüğünü de çocukça bir merakla bilebilmeyi dilerdim. Ancak bu yazının konusu bu değil.
Batı’da, 60’ların protest ortamında ortaya çıkmış müziğin etkisi, tarzlar ve müzik sektörü baştan sona değişmiş olsa da bugün bile kendisini hissettiriyor. Müzik ile özgürlüğün ilişkisinden söz açılan her sohbet, her tartışma ister istemez 60’ların alev almış gitarlarına değinmek zorunda. Müzik hayatında hiçbir zaman “protest” bir yerde durmamış olsa da Cat Stevens, 1966’da başladığı müzik kariyerinde edindiği her başarıyı bu protest ruha borçlu. Kendisi belki isteksiz olsa da dâhil edildiği büyük müzik dalgası onu, en önemli şarkı yazarlarından biri olarak popüler müzik tarihinin 60’lar ve 70’ler boyunca hüküm süren ve ana akımın ta kendisi olsa bile “alternatif” bir yerde durmayı başaran bir tarihsel durumun kıyısına sürüklemek zorunda.
Cat Stevens, rüyaları, umutları, cesareti ve başka bir dünyanın mümkün olduğuna inancı olan neslin yalnız, şüpheci ve arayış içerisindeki bir ferdiydi. Ama aslında “arayış”ıydı onu özel kılan. “Yolculuk” temasının şarkılarında bu kadar çok yer alması da tesadüf değildi. Mutluluğu bulabileceğine inandığı her yere, koşula, kimliğe tüm benliğiyle kendisini adayabilen insana “dönek” demek kolaycılıktır; Cat Stevens bu anlamda daha çok “cesur” sıfatını hak ediyordu, evet Müslüman olmaya karar verdiğinde de. Oysa şimdi bu arayışın sona ermiş olduğu açıkça görülüyor ve maalesef özgürlükten, barıştan, aşktan söz eden şarkıların sahibinin uzun yolunun, bu saydıklarımın hiç uğramadığı bir durakta noktalanmış olması hazin. Özgür iradeyi, dünyaya şarkılarını haykırarak söylemeyi tavsiye eden ‘If You Want To Sing Out’un ve nice benzer şarkının yazarının, iktidarların yanında fotoğraf vermek yerine müziği, sanatı, özgürlüğü, refahı, barışı ve toplumsal mutluluğu savunabilmesini bekliyor insan; hele de yıllarca Cat Stevens şarkılarıyla dolmuşsa kulakları.
Belki de gençler haklı ve bizim artık bu nesilden umudumuzu kesmemiz herkesin hayrına olacak…