Çatışmaların ortasında sevimli bir çelebi yüzü: Rona Serozan'ın mirası

Rona Serozan, Türkiye’de hukuka Marksist bakışın temel tartışma metinlerini hatasız çevirme onurunun ötesinde bu meseleyi ilk tartışan kişi olarak da kurucu bir etki bırakmıştır. Bu konudaki tartışmaları oldukça kuşatıcıdır. Devlet ve hukuka yönelik olarak teknokratik tezler, sosyal sözleşmeci yaklaşımlar, tarafsız hakem ve hizmet eden devlet ve hukuk gibi burjuva siyasi düşüncesinin bütün temel ayrımlarını karşısına alarak tartışır ve ifşa eder.

Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

DUVAR - Türkiye hukuk akademisinin tek kelimeyle çelebi ismi Rona Serozan 76 yaşında hayatını kaybetti. Özel hukuk alanında uzmanlık geliştirenlerin hep bir vakit ve nakit kaybı gibi gördüğü hukukta yöntem ve mantık, faşizm ve kapitalizm, Marksizm ve Hukuk gibi çok zahmetli ve kazançsız gündemlere hakkını vererek kafa yoracak kadar çalışkan ve derviş tabiatlıydı. Medeni hukuk alanını yeni bir anlam ve anlatım içinde yeniden kuracak kadar eğlenceli ve muzipti. Ve tabii ki Türkiye’nin son 60 yıllık siyasal hayatının her yangın anından demokrat tavrını esirgemeksizin cakasız, gürültüsüz bir edayla geçip gidecek kadar sade bir ömrün geriden gelenlere fark ettireceği geniş bir hayat dersi içerdiğini en başından kabul edelim. Ki bugün bu hayattan kimi uğurladığımızı bir iyice bilelim…

BİR ÖMRÜMRÜN SERENCAMI 

Rona Serozan 1942 yılında Alman bir anne ve Türk bir babanın oğlu olarak doğdu. Cumhuriyetin ilk kuşağı ile 68 kuşağı arasındaki bir geçiş süreci döneminde dünyaya gelmenin onun kimliği ve bütün bir ömür sürecini belirleyen karakter yapısında belirleyici olduğunu tahmin ediyorum. Cumhuriyetin ilk dönem kuşağının çalışkanlık, disiplin ve misyonerlik vasıfları ile 68 kuşağının topluma ve siyasete ilgili, ısrarlı ve inatçılık hasletlerinin sakin ama kararlı bir ruhun içinde birleşmesini buna yorabiliriz bence. 1960 darbesi ortamında İstanbul Üniversitesi'ne girmiş ve henüz 68 kuşağının belirmediği 1964 yılında mezun olmuş, 1967’de ise doktora seviyesinde Almanya’da Tübingen Üniversitesi'nden birincilikle mezun olarak yeniden İstanbul Üniversitesi'ne dönmüş, emekli olacağı 2009 yılına kadar öğretim üyeliğine devam etmiştir. 2009 yılından sonra ise Bilgi Üniversitesi'nde eğitim çalışmalarını sürdürmüştür.

Serozan hoca, 68 kuşağını bir öğretim görevlisi olarak karşılamış, içinde aktif rol almamakla beraber o kuşağın gerçek ve sahici ilişkilerine dahil olabilmiştir. Üniversitenin bilimsel-teorik düzeyde 1920-50 döneminin “Türk Devlet Bilimi” geleneği ve zihniyetinden Marksizme doğru taşındığı bir döneme de tekabül etmektedir bu süreç. Soldan yazılan kamu hukuku kitaplarının çoğunluğu aynı zamanda Marksizmin etkisi altında yazılmaya başlanmış, doğrudan Marksizmin içinde olmayan akademisyenler bile bu büyük rüzgardan etkilenmiştir. Bunun en açık örneği sıkı bir çalışmanın ürünü olan Mümtaz Soysal’ın 'Dinamik Anayasa Anlayışı' kitabıdır. Serozan işte bu kuşağın içinde yaptığı işi ciddiye alarak Marksizmin hukuk metinleri ve tartışmalarını neredeyse tek başına toparlayan kişidir. Onun için Rona Hoca için bir Marksizm ve hukuk bahsi açmak farzdır…

MARKSİZM VE HUKUK

Türkiye Marksistleri hukuk meselesini hep geniş ve rahat zamanlara terk edici bir tavır içinde olagelmiştir. Bu aceleci ve o oranda da erteleyici tembelliğe ayak uydurmayı red eden neredeyse tek kişi Rona Serozan’dır. Bu tavrı onun Marksizm ve hukuk tartışmalarını geçmişten bu yana besleyen ve hala da beslemeye devam eden ana kurucu isimlerden birisine dönüşmesini de sağlamıştır. Evet. Serozan Türkiye’de hukuka Marksist bakışın temel tartışma metinlerini hatasız çevirme onurunun ötesinde bu meseleyi ilk tartışan kişi olarak da kurucu bir etki brakmıştır. Bu konudaki tartışmaları oldukça kuşatıcıdır. Devlet ve hukuka yönelik olarak teknokratik tezler, sosyal sözleşmeci yaklaşımlar, tarafsız hakem ve hizmet eden devlet ve hukuk gibi burjuva siyasi düşüncesinin bütün temel ayrımlarını karşısına alarak tartışır ve ifşa eder. Tüm bu tarafsızlık tezlerinin aslında bir “ideoloj’yi sakladığını, burjuva hukuk ideolojisinin “eşit hukuk özneleri” tasarımının altında eşitsiz bir “mal değişimi”nin perdelendiğini savunur.

Fakat, onun yaklaşımı, makalesini yazdığı 1970’ler Türkiye’sinde yaygın olarak görülen hukuku burjuva siyaseti olarak indirgeme kolaylığının ötesine geçerek burjuva sınıfı ile kapitalist toplum arasında kategorik bir ayrım yapar. Hukuku doğrudan burjuva sınıfının bir siyasal tecrübesi olarak değil kapitalist toplumun tek bir yapıya indirgenemez dolaylı ilişkilerinin ifade biçimlerinden birisi olarak tasnif eder. Böylece devletin ve hukukun göreli özerkliği sorununa da yer açmış olur. Bu yolla hukuk basit ve sıradan bir baskı aracı olmaktan çıkıyor egemen güçler arasındaki bölünme ve çatışmalardan doğan gerilimlerin daha alt sınıfların talep ve mücadeleleri ile buluşmasıyla beraber bir 'müşterekler' alanı olarak da yükselmiş oluyor. Hukuku basit bir 'burjuva sopası' olmaktan çıkartan şey de budur tabii ki içinde mücadele edilebilir bir saha da böylece belirmiş olmaktadır. Bu tezlerin Fransız marksizmi ile yakın dönemlerde ortaya konulması oldukça önemli bir gelişmeye delalettir ve dönemin her alanda olduğu gibi hukukta da, 'broşür kültürü'nü de aşan bir düşünsel terfi imkanını da erkenden hazırlamıştır. Öyle ki onun yazı ve çevirileri hala yaşayabilen, elden ele dolaşan yazı ve çevirilerdir. Maalesef ki bunu o dönemin pek az yazı ve çevirisi için söyleyebilecek durumdayız…

Serozan, ayrıca, daha 1970’lerde modern hukukun çöküşünü ve yıkılacağı yeri de görmüş ve yazmıştır. Örneğin onun delegalizasyon dediği deregülasyon süreçleri daha bir beş yıl geçmeden 1980’lerden itibaren başlamıştı. Şu tespitleri üstad Ali Duran Topuz’un başlattığı bugünkü “yeni hukuk-anti hukuk” tartışmalarında kulağımıza çok erkenden üflenen bir hakikati söylemektedir: “Emperyalizmde  ‘mutlak yasa egemenliği' kılıfının gitgide yırtıldığını vurgulamak gerekir. Tekelci sermayenin parlamento kanalıyla geç ve güç gerçekleştirilebilecek istekleri, parlamento içi ve dışı muhalefet ile karşılaşmaksızın, çoğu zaman yargı organı da devre dışı bırakılarak çabuk, sessiz, kolayca, kapalı kabine toplantılarında oldu bittiye getirilir…”

HUKUK EKOLLERİ 

Serozan hukuk ekolleri; doğal hukuk okulu, tarihçi hukuk okulu, pozitivist okul ve desizyonist (kararcı) okul gibi ekolleri de eleştiriden geçirmiştir. Ona göre bu okulların sorunu, hukuku toplumsal ilişkilerin tarihsel doğasından koparması ve hukukun iktidar inşa edici, koruyucu özelliğinin ihmal edilmesidir. Bunun yerine daha kapsamlı bir hukuk ekolünün de yolunu açar. Açtığı yol öncelikle yeni bir hukuk okulunun malzeme ve imkanlarını hazırlamak olmuştur. Marksizmin hukuk ve devlet konusuna münhasır metinlerini çevirir ve bir araya getirerek Türkçede yayınlar. Hala itibar edilen ve kullanılan metinlerdir bunlar aynı zamanda…

ÇELEBİ HOCA

Rona hoca, kendisinden ders almayan bir 'Ankara Hukuk'lu olarak gıptayla takip ettiğimiz bir hocalık tavrına da sahip imiş. Medeni hukuk, eşya hukuku, borçlar hukuku gibi özel hukuk alanları onun elinde özel bir anlam ve anlatıma kavuştuğu gibi öğrencide anlam yaratmak üzerine kurulu bir öğretim üyeliği tarzında da ısrar etmiştir. Dersine giren her öğrencinin anılarına yerleşmesi hem dersi gündelik hayat sohbetlerine çekme yeteneği hem de öğrenciyi kendi beklentisi karşısında şaşırtan eğlenceli ve muzip tavrıyla kesinleşmiştir. Kim vakıflar ve dernekler mevzuunu şöyle anlatır ki Allah aşkına; “Bir ideal için harcayacak parası çok olan vakıf kurar söyleyecek sözü çok olan dernek kurar…”

Rona Serozan’ın hukuku bir bilimsel nesne olarak interdisipliner bir çerçevede kurabilme yeteneğinin olduğu kadar onun çelebi tavrının da geride büyüyerek etki bırakan bir isim olmasını sağlayacağını düşünebiliriz. Herhalde ölümü hep borçlu olacağımız bir emeğin ve hayatın derinliğini, gücünü ve eserin sağlamlığını da yok edemeyecektir…

Nihayet Rona Serozan hoca, emek, çalışma, sebat ile örülmüş hayatını gürültüsüz ama ısrarlı, sakin ama kararlı, cakasız ama verimli bir ömür içinde 76 yılda tüketti bu ülkede, 1960 darbesini, 68 kuşağını, Deniz Gezmişleri gördü. 2013 Gezicilerini de gördü. Hepsinde de sıcak ve sahici bir sahiplenmenin parmak izlerini bıraktı. Galiba onun hayatı bir alim ve çelebinin yan yana gelebildiği özel bir öykü olarak anlatılacaktır…

Hiç tanışamadık. Ama nur içinde yatın hocam…

*Yargıç-Demokrat Yargı Eşbaşkanı