Öyle zor, üzücü ve tekinsiz zamanlardan geçiyoruz ki, birçok
yaratıcı insanın kendi işlerinden bahsetmeye, kamuya yönelik duyuru
ve tanıtımlar yapmaya çekindiği bir hal hâkim dört bir yana. Ne
üzerinde tepinilip duran o pek önemli konular eskisi kadar önemli,
ne de kişisel meseleler o kadar biricik, artık. Bir filmden,
şarkıdan, diziden, albümden, heykelden, romandan, müzeden bahsetmek
için hem çatık kaşlı hem de kırılgan zamanlar bunlar. Kimileri için
hiç öyle olmasa da, vur patlasın çal oynasın öz pohpoh ve mütevazi
postu kuşanmış öz övgü atılımları hiç durmasa da, gözünü ve
kulağını kullanabilen, bunların çıktılarını vicdanının terazisine
koyup değerlendirebilen, sadece eşinin dostunun değil, komşusunun
ve mahalle esnafının da iyi olmasını isteyen faniler için,
gerçekten zor zamanlar. Ülkenin çalışan kesiminin neredeyse
yarısını doğrudan etkileyen, bu çalkantılı dönemde herkesi yakından
ilgilendiren yeni asgarî ücret açıklamasıyla, bu pazar gününü müzik
sektörünün genelde bir asgarî ücret pozisyonu olan alt kademe
stüdyo asistanlığına ayırmak istedim. Amerika’da bu pozisyonun adı
kapsamlı ve doğru bir tarifle ‘GA’ (General Assistant) olarak
geçer. İngiltere’de, görev tanımı içerisindeki onlarca unsurdan
nedense belki de en vasıf gerektirmeyenine atıfla, ‘Teaboy’
(yazının amacına uyan, kötü ama direkt bir tercümeyle ‘çay oğlan’)
olarak adlandırılır bu görevi yapanlar. Türkiye’deyse, bekleneceği
üzere, pozisyonun genelde adı dahi yoktur. Oysa ne müthiş, ne
efsanevî prodüktörler vardır ki, hepsi bir zamanlar birer çay oğlan
olan.
Malum, İngiltere’de de çay en az bizdeki kadar mühim bir
mevzudur. Ama oradaki kayıt stüdyosunun ‘teaboy’u ile bizdeki
çaycının alakası yoktur. Alana duydukları tutkuyla, hayallerinin
peşinden gitmek isteyenlere, o işlere başladıklarında genelde reva
görüldüğü en alt basamaktan, hatta merdivenin altından ve çok düşük
kazançlarla başlanan sektörlerden biridir kayıtlı müzik sektörü.
İşte o merdiven altından bazen Grammylere kadar uzanan yolun
başlarında, kayıtlarda çalışan prodüktör, teknisyen, sanatçı,
yapımcı vb. büyüklere çay demleme görevi de vardır. Birkaç ay önce,
canlı müzik performansının temel dişlilerinden ‘roadie’lere
ayırdığım ve bağlantı üzerinden okuyabileceğiniz bu ilk yazıyla başladığım “…
hayatında bir gün” serisine bugün ismi Çay olan bir stüdyo
asistanıyla devam etmek istiyorum.
***
Sabah alışılmadık derecede erken başlayacak bir kayıt seansı
vardı. Stüdyonun müdürü tarafından bu kayda ikinci asistan olarak
atanmıştı; bir sürü sıradan ayak işi yapması gerekiyordu. Halbuki
dün birinci asistan olduğu seans, sanatçının gecikmesi nedeniyle
4,5 saat geç başlamıştı ve tahmin ettiğinden bir o kadar geç
bitmişti. 3 saat ya uyumuş ya uyumamıştı. Üstelik stüdyoyu da o
açacaktı. Açmak sadece anahtarı deliğe sokup çevirmekten ibaret
olsaydı yine bir derece, ama dış kapı zilinin pirinç çerçevesi
parlatılıp giriş koridorlarının yerleri süpürülecekti. Berbat bir
aralık sabahıydı. Soğuk ve yağışlı, su damlaları buz gibi.
Kabanının içine iyice gömülerek evden çıktı. Otobüsün durağa
gelmesine 1-2 dakika vardı. Koşar adım kaldırımda ilerleyip durağa
vardığında otobüsün yolcu almakta olduğunu gördü ve ani bir deparla
zar zor yetişerek binmeyi başardı. Trafik açıksa otobüsle 20-25
dakika, sonra da metroyla bir o kadar daha yolu vardı. Her şey
yolunda giderse ancak yetişebilecekti saat 8:00’deki açma
saatine.
Başardı. Pirinç parlatıcı krem bittiğinden ve dün sabahki
asistan tazelemediğinden arka sokaktaki depodan yenisini alması
gerekti ve en az 10 dakika kaybetti. Zil panelini pırıl pırıl
parlattı ama paneldeki yansımasıyla gördüğü suretinden hiç memnun
değildi. Bitap görünüyordu. Halbuki hafiften beğendiği ve bugün bir
şekilde kendini göstermeyi umduğu şarkıcı hanım gelecekti kayda. Ne
de olsa en az sekiz saat, o da prodüktör insaflıysa, aynı stüdyonun
içinde bulunacaklardı.
Yerlere paspas yaptıktan sonra iyi kurulaması gerekiyordu çünkü
nemli kalırsa bir süre sonra bütün giriş koridoru kusmuk kokmaya
başlıyordu. Geçen ay kayda gelen önemli sanatçılardan biri stüdyo
müdürüyle ayak üstü sohbetinde kokudan bahsedince bütün alt kademe
personel fena halde fırça yemişti. Mum gibi başlar önde dinlemişti
hepsi, beşi birden. Bu işler böyleydi. Bir gün o ses masasının
başına oturup bir düğme çevirene, bir şarkıcının vokal icrasındaki
tavrıyla ilgili ahkam kesme hakkına sahip olana kadar bu fırçalara
tahammül etmek zorundaydı hepsi. Ve daha ne saçmalıklara,
aşağılamalara!
Mühim bir kayıt stüdyosuydu çalıştığı; ülkenin en bilinen ve
şöhretlilerinden. Birden fazla kayıt odası ve ses masası olduğundan
aynı anda birden fazla dev sanatçının farklı kayıtlar için geldiği
olurdu. Bu işte, günün birinde ‘birisi’ olmuş birçok ses mühendisi
ve prodüktörün yolu bir noktada bu stüdyodan geçmişti. Hata kabul
etmeyen, yapanın göz yaşına bakmayan bir idare ve sistem vardı.
Müzik prodüksiyonu işinde temel askerî eğitim için biçilmiş
kaftandı. Ama bir de o kaftanı giyenlere sormalıydı bazen nasıl
ağır geldiğini, ya da lüzumsuz cafcaflı. İçinde yok olup gitmek an
meselesiydi, bu sistemin de, kaftanın da. Yine de yakalamış
oldukları fırsatın bilinciyle, böylesine pahalı bir şehirde asgarî
ücretle çalışmaya ve sürünmeye hiçbir itirazları yoktu.
Henüz stüdyonun asıl çaycısı, yani mutfak elemanı bile
gelmemişti işe. Mesai saati gelmiş olan resepsiyonist de ortada
yoktu. Yarım saatte her yeri süpürdü. Tam kayıt odasına, yani asıl
odaklanması gereken kısma geçiyordu ki resepsiyonda bulunan telefon
çaldı. Cevaplaması gerekiyordu, öyle yaptı. Arayan stüdyo
müdürüydü. Bugün çalışacağı kaydın prodüktörü az önce stüdyo
müdürünü aramış ve şehirde sadece iki tane bulunduğu bilinen
mikrofonu tedarik etmelerini istemişti. Bir tanesinin aylardır
arızalı olduğu biliniyordu. Diğeriyse rakip stüdyonun
envanterindeydi. Eğer orada kullanılmayacaksa bugün için
kiralanması gerekiyordu. Bir elinde yer süpürgesi ve pirinç
parlatıcı, rakip stüdyoda çalışan arkadaşını aradı hemen. Neyse ki
mikrofon müsaitti ama aldırmak için birini göndermesi gerekiyordu.
Seansta altında çalışacağı ve yolda olduğunu tahmin ettiği birinci
asistanı arayıp ondan rica etti. Seans başlamadan, yani en geç bir
saat içerisinde orada olması gerekiyordu mikrofonun. Yerleşimi
yapılacak, kablosu çekilecek, sinyal ve ses provaları yapılacak,
uygun görülürse de kayda hazır hale gelecekti. 1967 model, Alman
malı, özel bir mikrofondu. Dünyada bile iki elin parmağı kadar
adette olduğu biliniyordu; Türkiye’de iki tanenin ne işi vardı
acaba? Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ve ünlü müzik
yapımcılarından birinin ve onla birlikte yıllarca çalışmış en
önemli ve saygın prodüktörlerinden birinin Türk olmaları kadar
ilginç bir olaydı bu. Türkiye’nin müzik tarihinde ve müzikle
ilişkisinde aslında bu tip olgulardan o kadar çok vardı ki!
Bunları düşünürken kapı açıldı ve hem çaycı, hem resepsiyonist
hem de muhasebe sorumlusu birlikte içeri girdiler. Çaycının her
zamanki sululuğuyla “Vay Çay, n’aber?” sorusuna yine cevap vermek
içinden gelmedi Çay’ın. Aklı mikrofondaydı. Selam sabah etmeden
muhasebe sorumlusuna hemen konudan bahsetti. Merak ediyordu;
kimbilir rakip stüdyo nasıl bir kira ücreti isteyecekti ve kimbilir
çalıştığı stüdyo plak şirketine kaçtan yazacaktı o kiralamayı.
Muhtemelen kendisinin bir haftalık maaşına denk bir yerlerde
olacaktı günlük ücret. Birden saatin farkına vardı ve bugünkü en
önemli görevi için hazırlıkları bitirmesi gerektiğini hatırladı.
Koşar adım stüdyonun kayıt odasına girdi ve yapılacak vokal kaydı
için mikrofon ayağının pozisyonunu ayarladı. Yerdeki halının bir
köşesinde, geçen haftaki kayıtlardan kalan o korkunç leke
duruyordu. İçkiyi fazla kaçıran solist kayıtlarda fena halde detone
olmaya başlayınca prodüktörden sert bir uyarı almış, bunun üzerine
saldırganlaşıp sağa sola hakaretler yağdırdıktan sonra oracıkta
pantolonunu indirip halıya işemişti. Sabaha karşı stüdyo müdürünü
yatağından kaldırmaya kadar giden olay, solistin stüdyodan kovulup
grubunun da yasaklı hale gelmesine kadar varmıştı. Allahtan bir
başka asistan çalışıyordu o seansta da sabaha kadar halıyı
fırçalama işi Çay’a kalmamıştı. Halı önemliydi, ama ne hikmetse
hâlâ yenisi alınamamıştı. Acaba stüdyoda işler pek de iyi gitmiyor
muydu? Profesyonel, tam teşekküllü kayıt stüdyoları, teknolojinin
ilerlemesi ve imkanların bolluğu sayesinde sanatçıların kendi
kendine, yatak odalarında bile kayıt yapabilir hale gelmeleriyle,
müşteri bulmakta ve para kazanmakta epey zorlanıyorlardı artık.
Kendi asgarî ücretinin derdine düşerek bunu düşünmekten de
vazgeçti. Kayıt odasından çıktı ve stüdyonun oturma odasına geçti.
Sanatçının yiyecek-içecek listesini dizmeye gelmişti sıra.
Markalarına kadar tüm ayrıntılarıyla belirtilen alkollü ve gazlı
içecekler, meyve suları, çay ve kahve setleri, şarküteri, taze
meyve, tatlı ve tuzlu kurabiyelerle genel abur cubur grubu hazırdı.
İşe yeni başlayan asistan önceki akşam markete gönderilip liste
eksiksiz olarak sağlanmıştı. Ancak büyük bir sorun gözüne çarptı.
Eşantiyon boy istenen gofret yerine tam boy alınmıştı. Aynı
şarkıcı, geçen ayki kayıt seansında, istenen sertlikte olmadığı
için avokadoyu asistanın kafasına fırlatmış, asistanın son anda
kafayı eğmesiyle duvarda patlamıştı avokado. Senelik boya-badana
için yaz ayları beklendiğinden, duvarı silerek temizleyebilmişlerdi
ama dikkatli bakınca açık yeşil bir leke görünüyordu hala. Ne de
olsa yağlı bir meyveydi ve sil sil çıkmamıştı lekesi. Yoksa sebze
miydi yahu avokado?
Panikle oda telefonundan resepsiyonu arayarak derhal gofretin
eşantiyon boyundan ısmarlanmasını istedi. Hafazanallah şarkıcı
erken gelir de istediği boydan olmadığını görürse bu sefer de
gofreti kafaya kendisi yiyebilirdi. Bu saçma sapan sorumluluklarını
halledip bir an önce kayıtla ilgili ve onu asıl ilgilendiren işlere
başlamak istiyordu. Öyle ya, daha prodüksiyon notları için
kullanılacak kırtasiye ve yapışkanlı bantlar elden geçirilecek,
sinyal kabloları çekilecek, şarkının vokalsiz kaba miksi ses
masasında hazır hale getirilecek, kanallar kontrol edilecek, kayıt
teknisyenine gerekli notlar yazılacak, stüdyonun oturma düzeni
sağlanacak, klima 19,5 dereceye ayarlanacak, misafirler pırıl pırıl
stüdyo odasına buyur edilecekti. Kırk beş dakika içinde bu işleri
teker teker itinayla yaptı ve stüdyoyu seansın başlangıç saati olan
9:30’da hazır hale getirdi. Birinci asistan da mikrofonla birlikte
gelmişti ve mikrofonun yerleşimiyle uğraşmaktaydı. Tam biraz
dinlenmek için sandalyesine oturmuştu ki kayıt odasındaki telefon
çaldı. Arayan resepsiyonistti. Kaydında çalışacağı sanatçı dün gece
Cihangir’de magazin muhabirleriyle tartışmış, son teklisinin
dinlenme sayılarının azlığından bahseden muhabirlerden birine de
fiziksel müdahalede bulunmuş. Muhabirin ısrarlı şikayeti sonucu
gözaltına alındığı ve hala bırakılmadığı için bugünkü iptal
edilmiş.
Çay, sakince telefonu kapattıktan sonra yavaş adımlarla
stüdyonun oturma odasına giderek uzun uzun pencereden dışarıya
baktı. Yaklaşık bir senedir icra ettiği işinin en şatafatlı
kısmının stüdyonun içine çay götürdüğü anlar olduğu Çay, ilk defa
belki de birileri tarafından fark edilme fırsatını kaçırmıştı ve
kimbilir bir daha ne zaman yakalayabilecekti. Dolaptan, az önce
oraya gizlediği, eşantiyon boy olmayan gofreti çıkardı, usulca
ambalajını açtı ve tamamını tek ısırışta ağzına tıktı.