Çay oğlanın hayatında bir gün

Ülkenin çalışan kesiminin neredeyse yarısını doğrudan etkileyen, bu çalkantılı dönemde herkesi yakından ilgilendiren yeni asgarî ücret açıklamasıyla, bu pazar gününü müzik sektörünün genelde bir asgarî ücret pozisyonu olan alt kademe stüdyo asistanlığına ayırmak istedim.

Can Sertoğlu csertoglu@gazeteduvar.com.tr

Öyle zor, üzücü ve tekinsiz zamanlardan geçiyoruz ki, birçok yaratıcı insanın kendi işlerinden bahsetmeye, kamuya yönelik duyuru ve tanıtımlar yapmaya çekindiği bir hal hâkim dört bir yana. Ne üzerinde tepinilip duran o pek önemli konular eskisi kadar önemli, ne de kişisel meseleler o kadar biricik, artık. Bir filmden, şarkıdan, diziden, albümden, heykelden, romandan, müzeden bahsetmek için hem çatık kaşlı hem de kırılgan zamanlar bunlar. Kimileri için hiç öyle olmasa da, vur patlasın çal oynasın öz pohpoh ve mütevazi postu kuşanmış öz övgü atılımları hiç durmasa da, gözünü ve kulağını kullanabilen, bunların çıktılarını vicdanının terazisine koyup değerlendirebilen, sadece eşinin dostunun değil, komşusunun ve mahalle esnafının da iyi olmasını isteyen faniler için, gerçekten zor zamanlar. Ülkenin çalışan kesiminin neredeyse yarısını doğrudan etkileyen, bu çalkantılı dönemde herkesi yakından ilgilendiren yeni asgarî ücret açıklamasıyla, bu pazar gününü müzik sektörünün genelde bir asgarî ücret pozisyonu olan alt kademe stüdyo asistanlığına ayırmak istedim. Amerika’da bu pozisyonun adı kapsamlı ve doğru bir tarifle ‘GA’ (General Assistant) olarak geçer. İngiltere’de, görev tanımı içerisindeki onlarca unsurdan nedense belki de en vasıf gerektirmeyenine atıfla, ‘Teaboy’ (yazının amacına uyan, kötü ama direkt bir tercümeyle ‘çay oğlan’) olarak adlandırılır bu görevi yapanlar. Türkiye’deyse, bekleneceği üzere, pozisyonun genelde adı dahi yoktur. Oysa ne müthiş, ne efsanevî prodüktörler vardır ki, hepsi bir zamanlar birer çay oğlan olan.

Malum, İngiltere’de de çay en az bizdeki kadar mühim bir mevzudur. Ama oradaki kayıt stüdyosunun ‘teaboy’u ile bizdeki çaycının alakası yoktur. Alana duydukları tutkuyla, hayallerinin peşinden gitmek isteyenlere, o işlere başladıklarında genelde reva görüldüğü en alt basamaktan, hatta merdivenin altından ve çok düşük kazançlarla başlanan sektörlerden biridir kayıtlı müzik sektörü. İşte o merdiven altından bazen Grammylere kadar uzanan yolun başlarında, kayıtlarda çalışan prodüktör, teknisyen, sanatçı, yapımcı vb. büyüklere çay demleme görevi de vardır. Birkaç ay önce, canlı müzik performansının temel dişlilerinden ‘roadie’lere ayırdığım ve bağlantı üzerinden okuyabileceğiniz bu ilk yazıyla başladığım “… hayatında bir gün” serisine bugün ismi Çay olan bir stüdyo asistanıyla devam etmek istiyorum.

***

Sabah alışılmadık derecede erken başlayacak bir kayıt seansı vardı. Stüdyonun müdürü tarafından bu kayda ikinci asistan olarak atanmıştı; bir sürü sıradan ayak işi yapması gerekiyordu. Halbuki dün birinci asistan olduğu seans, sanatçının gecikmesi nedeniyle 4,5 saat geç başlamıştı ve tahmin ettiğinden bir o kadar geç bitmişti. 3 saat ya uyumuş ya uyumamıştı. Üstelik stüdyoyu da o açacaktı. Açmak sadece anahtarı deliğe sokup çevirmekten ibaret olsaydı yine bir derece, ama dış kapı zilinin pirinç çerçevesi parlatılıp giriş koridorlarının yerleri süpürülecekti. Berbat bir aralık sabahıydı. Soğuk ve yağışlı, su damlaları buz gibi. Kabanının içine iyice gömülerek evden çıktı. Otobüsün durağa gelmesine 1-2 dakika vardı. Koşar adım kaldırımda ilerleyip durağa vardığında otobüsün yolcu almakta olduğunu gördü ve ani bir deparla zar zor yetişerek binmeyi başardı. Trafik açıksa otobüsle 20-25 dakika, sonra da metroyla bir o kadar daha yolu vardı. Her şey yolunda giderse ancak yetişebilecekti saat 8:00’deki açma saatine.

Başardı. Pirinç parlatıcı krem bittiğinden ve dün sabahki asistan tazelemediğinden arka sokaktaki depodan yenisini alması gerekti ve en az 10 dakika kaybetti. Zil panelini pırıl pırıl parlattı ama paneldeki yansımasıyla gördüğü suretinden hiç memnun değildi. Bitap görünüyordu. Halbuki hafiften beğendiği ve bugün bir şekilde kendini göstermeyi umduğu şarkıcı hanım gelecekti kayda. Ne de olsa en az sekiz saat, o da prodüktör insaflıysa, aynı stüdyonun içinde bulunacaklardı.

Yerlere paspas yaptıktan sonra iyi kurulaması gerekiyordu çünkü nemli kalırsa bir süre sonra bütün giriş koridoru kusmuk kokmaya başlıyordu. Geçen ay kayda gelen önemli sanatçılardan biri stüdyo müdürüyle ayak üstü sohbetinde kokudan bahsedince bütün alt kademe personel fena halde fırça yemişti. Mum gibi başlar önde dinlemişti hepsi, beşi birden. Bu işler böyleydi. Bir gün o ses masasının başına oturup bir düğme çevirene, bir şarkıcının vokal icrasındaki tavrıyla ilgili ahkam kesme hakkına sahip olana kadar bu fırçalara tahammül etmek zorundaydı hepsi. Ve daha ne saçmalıklara, aşağılamalara!

Mühim bir kayıt stüdyosuydu çalıştığı; ülkenin en bilinen ve şöhretlilerinden. Birden fazla kayıt odası ve ses masası olduğundan aynı anda birden fazla dev sanatçının farklı kayıtlar için geldiği olurdu. Bu işte, günün birinde ‘birisi’ olmuş birçok ses mühendisi ve prodüktörün yolu bir noktada bu stüdyodan geçmişti. Hata kabul etmeyen, yapanın göz yaşına bakmayan bir idare ve sistem vardı. Müzik prodüksiyonu işinde temel askerî eğitim için biçilmiş kaftandı. Ama bir de o kaftanı giyenlere sormalıydı bazen nasıl ağır geldiğini, ya da lüzumsuz cafcaflı. İçinde yok olup gitmek an meselesiydi, bu sistemin de, kaftanın da. Yine de yakalamış oldukları fırsatın bilinciyle, böylesine pahalı bir şehirde asgarî ücretle çalışmaya ve sürünmeye hiçbir itirazları yoktu.

Henüz stüdyonun asıl çaycısı, yani mutfak elemanı bile gelmemişti işe. Mesai saati gelmiş olan resepsiyonist de ortada yoktu. Yarım saatte her yeri süpürdü. Tam kayıt odasına, yani asıl odaklanması gereken kısma geçiyordu ki resepsiyonda bulunan telefon çaldı. Cevaplaması gerekiyordu, öyle yaptı. Arayan stüdyo müdürüydü. Bugün çalışacağı kaydın prodüktörü az önce stüdyo müdürünü aramış ve şehirde sadece iki tane bulunduğu bilinen mikrofonu tedarik etmelerini istemişti. Bir tanesinin aylardır arızalı olduğu biliniyordu. Diğeriyse rakip stüdyonun envanterindeydi. Eğer orada kullanılmayacaksa bugün için kiralanması gerekiyordu. Bir elinde yer süpürgesi ve pirinç parlatıcı, rakip stüdyoda çalışan arkadaşını aradı hemen. Neyse ki mikrofon müsaitti ama aldırmak için birini göndermesi gerekiyordu. Seansta altında çalışacağı ve yolda olduğunu tahmin ettiği birinci asistanı arayıp ondan rica etti. Seans başlamadan, yani en geç bir saat içerisinde orada olması gerekiyordu mikrofonun. Yerleşimi yapılacak, kablosu çekilecek, sinyal ve ses provaları yapılacak, uygun görülürse de kayda hazır hale gelecekti. 1967 model, Alman malı, özel bir mikrofondu. Dünyada bile iki elin parmağı kadar adette olduğu biliniyordu; Türkiye’de iki tanenin ne işi vardı acaba? Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ve ünlü müzik yapımcılarından birinin ve onla birlikte yıllarca çalışmış en önemli ve saygın prodüktörlerinden birinin Türk olmaları kadar ilginç bir olaydı bu. Türkiye’nin müzik tarihinde ve müzikle ilişkisinde aslında bu tip olgulardan o kadar çok vardı ki!

Bunları düşünürken kapı açıldı ve hem çaycı, hem resepsiyonist hem de muhasebe sorumlusu birlikte içeri girdiler. Çaycının her zamanki sululuğuyla “Vay Çay, n’aber?” sorusuna yine cevap vermek içinden gelmedi Çay’ın. Aklı mikrofondaydı. Selam sabah etmeden muhasebe sorumlusuna hemen konudan bahsetti. Merak ediyordu; kimbilir rakip stüdyo nasıl bir kira ücreti isteyecekti ve kimbilir çalıştığı stüdyo plak şirketine kaçtan yazacaktı o kiralamayı. Muhtemelen kendisinin bir haftalık maaşına denk bir yerlerde olacaktı günlük ücret. Birden saatin farkına vardı ve bugünkü en önemli görevi için hazırlıkları bitirmesi gerektiğini hatırladı. Koşar adım stüdyonun kayıt odasına girdi ve yapılacak vokal kaydı için mikrofon ayağının pozisyonunu ayarladı. Yerdeki halının bir köşesinde, geçen haftaki kayıtlardan kalan o korkunç leke duruyordu. İçkiyi fazla kaçıran solist kayıtlarda fena halde detone olmaya başlayınca prodüktörden sert bir uyarı almış, bunun üzerine saldırganlaşıp sağa sola hakaretler yağdırdıktan sonra oracıkta pantolonunu indirip halıya işemişti. Sabaha karşı stüdyo müdürünü yatağından kaldırmaya kadar giden olay, solistin stüdyodan kovulup grubunun da yasaklı hale gelmesine kadar varmıştı. Allahtan bir başka asistan çalışıyordu o seansta da sabaha kadar halıyı fırçalama işi Çay’a kalmamıştı. Halı önemliydi, ama ne hikmetse hâlâ yenisi alınamamıştı. Acaba stüdyoda işler pek de iyi gitmiyor muydu? Profesyonel, tam teşekküllü kayıt stüdyoları, teknolojinin ilerlemesi ve imkanların bolluğu sayesinde sanatçıların kendi kendine, yatak odalarında bile kayıt yapabilir hale gelmeleriyle, müşteri bulmakta ve para kazanmakta epey zorlanıyorlardı artık.

Kendi asgarî ücretinin derdine düşerek bunu düşünmekten de vazgeçti. Kayıt odasından çıktı ve stüdyonun oturma odasına geçti. Sanatçının yiyecek-içecek listesini dizmeye gelmişti sıra. Markalarına kadar tüm ayrıntılarıyla belirtilen alkollü ve gazlı içecekler, meyve suları, çay ve kahve setleri, şarküteri, taze meyve, tatlı ve tuzlu kurabiyelerle genel abur cubur grubu hazırdı. İşe yeni başlayan asistan önceki akşam markete gönderilip liste eksiksiz olarak sağlanmıştı. Ancak büyük bir sorun gözüne çarptı. Eşantiyon boy istenen gofret yerine tam boy alınmıştı. Aynı şarkıcı, geçen ayki kayıt seansında, istenen sertlikte olmadığı için avokadoyu asistanın kafasına fırlatmış, asistanın son anda kafayı eğmesiyle duvarda patlamıştı avokado. Senelik boya-badana için yaz ayları beklendiğinden, duvarı silerek temizleyebilmişlerdi ama dikkatli bakınca açık yeşil bir leke görünüyordu hala. Ne de olsa yağlı bir meyveydi ve sil sil çıkmamıştı lekesi. Yoksa sebze miydi yahu avokado?

Panikle oda telefonundan resepsiyonu arayarak derhal gofretin eşantiyon boyundan ısmarlanmasını istedi. Hafazanallah şarkıcı erken gelir de istediği boydan olmadığını görürse bu sefer de gofreti kafaya kendisi yiyebilirdi. Bu saçma sapan sorumluluklarını halledip bir an önce kayıtla ilgili ve onu asıl ilgilendiren işlere başlamak istiyordu. Öyle ya, daha prodüksiyon notları için kullanılacak kırtasiye ve yapışkanlı bantlar elden geçirilecek, sinyal kabloları çekilecek, şarkının vokalsiz kaba miksi ses masasında hazır hale getirilecek, kanallar kontrol edilecek, kayıt teknisyenine gerekli notlar yazılacak, stüdyonun oturma düzeni sağlanacak, klima 19,5 dereceye ayarlanacak, misafirler pırıl pırıl stüdyo odasına buyur edilecekti. Kırk beş dakika içinde bu işleri teker teker itinayla yaptı ve stüdyoyu seansın başlangıç saati olan 9:30’da hazır hale getirdi. Birinci asistan da mikrofonla birlikte gelmişti ve mikrofonun yerleşimiyle uğraşmaktaydı. Tam biraz dinlenmek için sandalyesine oturmuştu ki kayıt odasındaki telefon çaldı. Arayan resepsiyonistti. Kaydında çalışacağı sanatçı dün gece Cihangir’de magazin muhabirleriyle tartışmış, son teklisinin dinlenme sayılarının azlığından bahseden muhabirlerden birine de fiziksel müdahalede bulunmuş. Muhabirin ısrarlı şikayeti sonucu gözaltına alındığı ve hala bırakılmadığı için bugünkü iptal edilmiş.

Çay, sakince telefonu kapattıktan sonra yavaş adımlarla stüdyonun oturma odasına giderek uzun uzun pencereden dışarıya baktı. Yaklaşık bir senedir icra ettiği işinin en şatafatlı kısmının stüdyonun içine çay götürdüğü anlar olduğu Çay, ilk defa belki de birileri tarafından fark edilme fırsatını kaçırmıştı ve kimbilir bir daha ne zaman yakalayabilecekti. Dolaptan, az önce oraya gizlediği, eşantiyon boy olmayan gofreti çıkardı, usulca ambalajını açtı ve tamamını tek ısırışta ağzına tıktı.

Tüm yazılarını göster