Çayönü topluluğu keşiflerinin silaha dönüşeceğini hayal bile edemezdi!
Çayönü topluluğu bakırı keşfettiklerinde bu keşiflerinin ileride silaha dönüşeceğini hayal bile edemezlerdi, onlar için silah ancak karın doyurmak için avda kullanılan bir aletti.
Aslı Erim Özdoğan*
Konar göçer veya göçer topluluklar, gereksinimlerini karşılayabildikleri bir yeri kendilerine yurt edindikten sonra çevreyi daha iyi tanıyabilmek ve daha kapsamlı yararlanabilmek için keşfe çıkarlar. Kayalar, su kaynakları, parlak taşların olduğu yerler, yabani hayvanların konak alanlarıyla onların göç yolları ve yenebilir bitki topluluklarının yayılım alanı bu tanıma aşamasının birer parçasıdır. Her biri sürprize açık sonsuz gözlem kaynaklarıdır, doğanın yap-boz parçalarını arayıştır.
Aslında bugün de sergilediğimiz davranışlar çok farklı değil. Değişen sadece yerleşmelerin ölçeği, mekanlar ve sonsuz taleplerimiz… Bugün semt veya şehir değiştiren bireylerin önce komşularından, köşedeki bakkal veya marketten başlayıp giderek daha uzak sokaklara, dükkanlara, parklara kısaca taleplerini karşılayacak yerlere doğru kullanım ağını genişletmesine benzetebiliriz. Günümüz internet teknolojisi birçok şeyi ayağımıza kadar getirse ve hatta sorunlara çözüm sunduğunu düşünsek de gündelik hayata dair birçok konuda bizi cevapsız bırakır. Örneğin yan komşunun çok becerikli bir kadın olduğunu yazmaz ya da çarşıdaki en iyi terzi için Nezahat Hanım'ın kapısını çalmamız gerektiğini ya da en lezzetli otları Hatice Hanım’ın tezgahından alınabileceğini bize söylemez. Bunlar çevrenin sonsuz keşfinin küçük ayrıntıları gibi gelebilir ama bazen dünyanın kaderini de değiştirebilecek boyutlara uzanabilir.
HER YENİ TAŞ YENİ KEŞİF...
Çayönü topluluğunun ilk bireyleri göz alıcı bereketli ovanın güney eşiğine, bugün Hilar olarak adlandırılan kireç kayalıklarının önüne yüzlerini ovanın diğer tarafındaki kutsal dağa dönerek gelip konarlar. Zülküf / Makam Dağı olasılıkla o zamanlar da kutsaldı. Yoksa efsanelere masallara konu olmaz, tek tanrılı üç din tarafından da kutsal kabul edilmezdi.
Ova sulaktır ve bereketlidir bereketli olmasına ama akarsuyu ‘hiperaktif bir birey’ gibi inanılmaz dinamiktir. Yağmura göz kırpar suları kabarır, taşar. Eriyen karlara kucak açar ve neredeyse bütün ovayı kaplar. Böyle durumlarda hayvanlar mecburen yükseklere kaçar, insanlar da onları avlamak için peşlerinden yeni alanları keşfetmeye giderler.
Akarsu, yerleşmeye hem bereket hem de felaket getirir. Sular kütükler, dallar, boğulmuş hayvanlar ve çeşitli taşlar gibi sayısız şey taşır. Sular çekildiğinde topluluk, İstanbul’daki ‘lodosçular’ gibi boncuklar ya da çeşitli süs eşyaları yapımında kullanmak için değişik renkte taşlar, obsidyen ve çakmaktaşı yumruları gibi farklı farklı şeyleri sepetlerine doldurur. Yakın çevrede bulunmayan taşlara da rastlamak çok büyük olasılıktır. Her yeni cins taş onun kaynağına ulaşma hedefini de kamçılar, yeni keşif alanları hedefe konur. Çayönü’nün tam bu nedenlerden takıları, boncukları rengarenktir; koyu kırmızıdan mora, siyahtan griye ve hatta yeşilin envai tonlarına…
Bir başka anlatımla akarsu Çayönü topluluğuna çevreyi daha iyi tanıması için ‘alan açar’, onları sürekli kışkırtır. Muhtemelen bakır ve malahit ile tanışma da bu vesileyle gerçekleşmiştir. Çayönü’nün kuş uçumu 19-20 km. kuzeyindeki bugünkü Maden ilçesinin çevresi oldukça geniş bir alana yayılan bakır yataklarıyla kaplıdır. MÖ 4. binlerden beri işletilen bakır madenleri Mezopotamya kentlerinin de sürekli ilgi odağı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli maden rezervidir. Hâlâ tüketilemediğini de 21 Nisan 2022 gazete haberi doğrular: Cumhuriyet tarihinin en büyük maden ihalesi Cengiz ortaklığına gitti. “Elazığ’da yaklaşık bir yıldır çalışmalarını sürdüren Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, (MTA) ‘Cumhuriyet tarihinin en büyük maden rezervini Maden ilçesi Sağrılı Köyü Kısabekir ve Seterli mevkilerinde buldu. Bakır maden rezervi sahasının olduğu bölgede bakırın yanı sıra altın, çinko, kobalt ve birçok maden de bulunuyor. Rezervin toplam piyasa değerinin 30 milyar dolar değerinde olduğu tahmin edilirken…”
Çayönü kazı verileri ilk malahit ve bakırın işlendiği Izgara Planlı Yapılar evresinde iklimin çok yağışlı olduğunu, sık sık taşkınların gerçekleştiğine işaret etmektedir. Zaten iç mekanları kuru tutma kaygısı ‘ızgaralı yapı planının’ icadını getirmiş, Çayönü sakinlerini çukur tabanlı barınaklarından zemin seviyesi üzerine taşınmaya mecbur etmiştir. Bu yapılarda oturanların avlanmak için daha uzaklara ve yüksek kesimlere gitmek zorunda kalmalarıyla yollarının Ergani Maden çevresine düşmüş olması da pekâlâ mümkündür. Özellikle Ergani Maden çevresindeki farklı jeomorfolojik oluşumların çok renkli katmanlar içermesi Çayönü topluluğu için farklı cins ve renkte taşların bulunması demektir. Kısaca topluluk için bir ‘hazinedir’. Bugün o çevredeki maden ihalesini alanların gözünde para desteleri dans ederken Çayönü bireyleri için rengarenk takıları ile kendilerini ne kadar ‘zengin’ hissedecekleri hayali vardır. Uzun yağmurlu, rutubetli günlerde ocakta ateşin yandığı ızgaralı yapıların her türlü faaliyetin sürdürüldüğü uzun mekânlarında yeni boncuk modelleri yaratmak, olasılıkla yeni dizilim tarzları üretmek demektir. Keyifli bir iş olsa gerek. Nasılsa kimse ertesi sabah kalkıp bir işe yetişmek zorunda değil!
BAKIR BONCUK NEDEN DEĞERLİYDİ?
Nabit bakır parçalarının işledikleri diğer taşlardan farklı olarak kolayca eğilip bükülebildiğini, ateşe tuttuklarında istenilen biçimi rahatça verdiklerini ve kemikle veya tahtayla vurarak/döverek ince yassı levhalara dönüştürebildiklerini, yani kısaca bir taş boncuk yapımından daha hızla sonuca ulaşabildiklerini keşfetmelerinin çok uzun bir zaman almadığı düşüncesindeyim. Taş boncuk kırıldığında başka bir boncuğa dönüştürmek (her tip boncuk için aynı durum da geçerli değildir, örneğin küçük boncukları atarsınız) daha zahmetli bir uğraştır. Bakır bir boncuk ise kolay kolay kırılmamaktadır, kırılsa bile onarımı çok daha kolaydır, eğrildiğinde biraz ısıtarak aynı şekil birkaç dakikada verilebilir. Bunları fark etmeleri de malzemeyi daha kıymetli kılmış olmalı.
Bakır aynı zamanda parlaktır, taş boncukların ise parlamaları için açkılanmaları gerekir. Bakır ise bu işleme ihtiyaç duymaz. Bakır boncuklar yan yana dizildiğinde ya da sallantılı asıldığında yürürken birbirine çarparak ses de çıkartır, dans sırasında doğaçlama müzik öğesidir. Neolitik bir topluluk için bundan daha cazip bir malzeme düşünülemez! Kısaca elimizdeki verilere dayanarak Çayönü için bakır, her ne kadar az sayıda ince biz gibi aletler de üretilmişse de esasında üzerlerinde gururla taşıdıkları birer süslenme öğesinin hammaddesidir. İnce kıvrılmış birkaç tel parçasının küpe veya başka bir aksesuar parçası olduğunu düşünebiliriz. Bakır boncukların modelleri taş olanlarından çok farklı değildir: İnce uzun, silindirik, yassı söbe, askılıklı… Ancak en yaratıcı üretim ısıtılıp dövülerek 1,5-2 cm. genişliğinde yassı levha haline getirilmiş bakırın ince bir sopa çevresinde döndürülüp silindir şeklinde boncuklar elde edilmesidir. Bu tip boncukların Orta Fırat havzasındaki Tell Halula (Suriye) yerleşimindeki bazı mezarlarda ve Ali Koş’da (İran) bulunması ‘trend’ bir model olduğunu düşündürmektedir.
Izgara Planlı Yapılar evresinin ortalarında, yaklaşık günümüzden önce kalibre 10.200 yıllarında başlayan bakır işçiliği Kanallı Yapılar ve Taş Döşemeli Yapılar evrelerinde ‘daha profesyonel açık alan atölyelerinde’ artarak devam eder. Hücre Planlı Yapılar evresinde, yaklaşık günümüzden önce kalibre 8900’lerde üretim düşer. Bütün Yakındoğu’yu etkileyen iklimsel değişimlerin yol açtığı taşkınların sıklığı bir süre sonra Ergani ovasını dolayısıyla Çayönü yerleşmesini yaşanması oldukça zor bir alana çevirmiştir. İnsanların yaşam kaygısının ağır basması, takı işçiliğinin arka plana atılmasına bu arada bakırın da gündemden çıkmasına yol açmıştır. Bakır işçiliği Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’in son evresi olan farklı sosyo-ekonomik bir yaşamın süregeldiği Geniş Odalı Yapılar evresinde ise tamamen ortadan kalkar.
ÇAYÖNÜ’NÜN ‘PIRLANTA KOLYESİ’
Yaklaşık 6000 m2 alanı açılmış Çayönü Çanak Çömleksiz Neolitik yerleşmesinden elde edilen bakır toplam 176 gr’dır. Kafataslı Yapı’da bulunan bir bakır boncuk dışında mezarlarda bakır yoktur, zaten genel olarak boncuk dizilerinin bulunduğu mezar sayısı da azdır. Muhtemelen bütün takılar (ya da ezici çoğunluğu) topluluğun ortak malıydı ve nesilden nesile aktarılıyordu. Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’de bakır takı olasılıkla günümüzün ‘pırlanta kolyesiydi’ demek çok abartılı olmasa gerek. Çanak Çömlekli Neolitik Dönem’in başlarına, Proto-Hassuna dönemine tarihlenen Kuzey Mezopotamya’daki bazı yerleşmelerde münferit bakır buluntulara rastlanmıştır. Örneğin Şengal ovasındaki Tell Sotto’nun 3. ve 4. evrelerindeki ikisi bir bebek mezarında olmak üzere 3 bakır boncuk ile aynı ovadaki Yarım Tepe I’in eski tabakalarındaki disk biçimli bakır boncuk ve bükülmüş bakır telden halka ‘önemli’ bulgulardır. Ancak bakır eşyaların hem sayıca çok az olması hem de üretimine dair herhangi bir ize rastlanmaması bunların Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’den elden ele geçerek ‘miras’ yoluyla kaldığını düşündürtmektedir. Beşiri, Sumaki Höyük’teki tek bakır boncuk da Çayönü’ndekilerden farksızdır ve buraya benzer şekilde ulaşmış olmalıdır. Dicle Havzası’ndaki Tell es Sawwan (Irak) yerleşmesinin Hassuna dönemine ait bir yapının altındaki mezar odasının içindeki alabaster heykelciklerin takılarındaki değişik taş boncukların yanı sıra çok sayıda bakır boncuğun varlığı onları “ayrıcalıklı” kılmaktadır.
Bakır, Çayönü’yle ilişkisi olan diğer Neolitik toplulukların ya da burayı ziyarete gelenlerin de ilgisini çekmiş olmalıdır. Ancak bakır takı ile diğer küçük aletlerin ne kadarının Çayönü’nde iç tüketime yönelik üretildiği, ne kadarının değiş-tokuşta kullanıldığı; armağan olarak mı gönderildiği veyahut ısmarlama mı yapıldığıyla ilgili çıkarım yapabileceğimiz hiçbir veri yok. Çayönü ile eş zamanlı Fırat havzası yerleşmelerinden Cafer Höyük (Malatya), Akarçay ve Mezraa Teleilat (Birecik) hiç bulunmamasına karşın Nevali Çori’de (Bozova/ Urfa) tek bir boncuk bulunmuştur. Cafer Höyük obsidiyen aletler, mimari yapı planları gibi özellikler açısından Çayönü ile yakın benzerlik sergilese de bakır bulguya rastlanmamıştır. Bunu da açılan alanın darlığıyla açıklayabiliriz. Nevali Çori boncuğunun da hediye olarak gönderildiğini düşünebiliriz. Buna karşın daha güneyde Suriye’de günümüzden önce takriben 8700 yıllarına tarihlenen Fırat nehri kıyısındaki Tell Halula’nın taban altı mezarlarında bulunan bakır takıların analizi Ergani Maden çevresini işaret etmektedir ve boncuklar da Çayönü’ndekilerden farksızdır. Şengal ovasındaki Çayönü ile eş zamanlı Tell Magzalia’daki bakır biz ile malahit boncuklar da Ergani kökenli olabilir. İran Deh Luran vadisindeki Ali Koş yerleşiminde bulunan tek bakır boncuğun analizi de Çayönü boncuklarının yapım süreci ile birebir benzerliğine işaret eder. Genel çerçeveden baktığımızda Çayönü’nde imal edilen bakır takıların döneminde geniş bir coğrafyada bilindiğini ya da duyulduğunu, elimizdeki münferit buluntulara dayanarak öngörebiliriz. Bununla birlikte doğrudan bir ilişki metası olarak kullanıldığını sadece Tell Halula buluntularına dayandırarak söyleyebiliriz. Yukarıda vurguladığımız gibi, zamanında ‘bir yerde bırakılamayacak kadar kıymetli olmaları’ nedeniyle büyük olasılıkla elden ele geçerek geniş Orta Doğu coğrafyasının bir yerlerinde yitip gitmiştir.
Neolitik Dönem’in bu ‘naif’ hammaddesinin bir öldürme aracı üretiminde kullanılması fikrinin hangi topluluktan çıktığını maalesef şimdilik bilmiyoruz. Ancak MÖ 5. binlerde bakırın artık ergitilerek kalıplanıp farklı biçimler verildiği ve insanların bu hammadde için kıyasıya rekabete tutuştuğu gerçeğinden hareketle bunun ‘küresel kapitalizmin ilk adımları’ olduğunu ileri sürmek çok yanlış olmasa gerek. Güney Mezopotamya’nın zorlu koşullarında gelişen Ubeid ile devamı niteliğindeki Uruk kültürlerinin rekabetçi yapısı aynı zamanda hükmetme kültürünün de kök salmaya başladığı, dolayısıyla savaş tamtamlarının yavaş yavaş çalmaya başladığı bir sürecin ilk aşamalarıdır. Bakırın silah üretiminin hammaddesine dönüşmesinde bu kültürlerin katkıları olduğunu ileri sürmek çok da yanlış olmasa gerek.
Çayönü topluluğu bakırı keşfettiklerinde bu keşiflerinin ileride silaha dönüşeceğini hayal bile edemezlerdi, onlar için -dönemin ruhuna uygun bir şekilde- silah ancak karın doyurmak için avda kullanılan bir aletti. Hele bakır gibi yumuşak naif bir nesnenin zamanla silah endüstrisinin ilk hammaddesine dönüşeceğini hayal etmek “post-truth” gibi bir şey.
*Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü