Cehaletin iktidarı

Ölümünün üzerinden bir yıla yakın zaman geçtikten sonra Özge Nur’un varlığından haberdar oluyoruz, ölümünden aylar sonra. Cehaletin iktidarı sıradan insanın kötülüğü ile değil bu kötülükle mücadele etmek için oluşturulmuş yasaları uygulamayanlar eliyle kuruluyor. Sessizlikle geçiştirilen suçların cezasız bırakılışıyla cehalet topluma egemen oluyor.

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Başkent’in göbeğinde Keçiören’de yaşayan insanların 15-20 dakikada bilemedin 30-40 dakikada ulaşabilecekleri çok sayıda devlet ve üniversite hastanesi var. Özel hastane ve poliklinik sayısı çok daha fazla ama onlara ulaşmak veya ulaştıklarında güvenip tavsiyelerine uymak yerine Kayseri’den telefonla aldıkları işkence talimatına inanmayı, uygulamayı seçen çok sayıda insan elbirliğiyle Özge Nur Tekin’i öldürmüş. Akıl alır gibi değil işkence altında ölümünü izlemişler, beklemişler ölene kadar neredeyse ki hastaneye ulaştıklarında 30 yaşındaki genç kadın çoktan ölmüş.

8 Mart 2021'de yaşanmış bu olay ve bizler şimdi Ankara Adliyesi 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul ettiği zaman duyuyoruz. Ölümünün üzerinden bir yıla yakın zaman geçtikten sonra Özge Nur’un varlığından haberdar oluyoruz, ölümünden aylar sonra. Öldürenler serbest bırakıldıktan bile çok sonra öğrenmiş olmamıza hayret eden yorumlar duymuyoruz ama. Cin çıkarma seansı gibi akla, mantığa ve dine aykırı işkencenin en yakınları tarafından uygulanmasına şaşıranlar çok. Ancak kamu kurumlarının bu durumu kamuoyuna duyurmaktan kaçınmasına şaşıran yok.

Cehaletin iktidarı sıradan insanın kötülüğü ile değil bu kötülükle mücadele etmek için oluşturulmuş yasaları uygulamayanlar eliyle kuruluyor. Sessizlikle geçiştirilen suçların cezasız bırakılışıyla cehalet topluma egemen oluyor. Cins kırım olarak anılması gereken seviyede kadın cinayeti var ve üstelik pandemiyle birlikte artan şüpheli kadın ölümü içinde pek çok cinsiyet temelli şiddetle işlenmiş cinayet vardır şüphesi hakim zihinlere. Ancak birilerinin cin çıkarma saçmalığıyla bir kadına ailece işkence yapmasına şaşıranlar kurumların kadına yönelik şiddet hakkındaki bilgileri gizlemesine şaşırmıyor. “Biz bu haberi niçin on ay önce duymadık?” sorusunun ana başlık olması gerekirdi örneğin. Başlığın altında “TCK 96 eziyet maddesi neden uygulanmadı?” sorusunun irdelendiği, “iddianamenin eksik mi düzenlendiği, savcıların TCK 96’ncı maddeden habersiz mi olduğu?” sorularına cevap aranan haberler görmek, cehaletin iktidarına son vermeyi mümkün kılabilir.

Medya, haberleriyle toplumu bilgilendirip ve kamu görevlilerinin toplum tarafından denetlemesine fırsat sunduğunda yani işini layıkıyla yerine getirdiğinde, şaşkınlık duygumuzun odağına Selçuk Tekin ve anne babalar oturabilir. Şimdi şaşkınlığımızı, öfkemizi, yargıya, kamu kurum ve görevlilerin yöneltme zamanı. Yasaları uygulamadıkları için görevlerini layıkıyla yapmadıkları için cehalet iktidar oluyor. Günde en az üç kadın öldürülüyor bir o kadar da şüpheli kadın ölümü adı altında cinayet soruşturması yapılmadan kapatılan dosyalar var ve bu toplumda kimse bu duruma şaşırmazken sadece birilerinin cin çıkarma seansıyla işkence yapmasına şaşıyorlar ya asıl şaşırtıcı olan bu.

Yıllardır orada duran yasa maddesi iddianameye girse TCK 96 uyarınca kadına işkence uygulayan kişi evli olduğu erkek ve suça iştirak edenler arasındaki anne ve baba suçun nitelikli halini oluşturdukları için üç yıldan başlayan hapis cezası istemli yargılanacak ve o takdirde denetimli serbestlikle ödüllendirilmeyecekler. Maddeye göre kan ve soy bağı olan kişiye eziyet başlı başına üç yıldan sekiz yıla kadar cezası olan bir suç. Tüm erkek şiddeti davalarında uygulanması gerekir çünkü uzun süreli sistematik şiddet işkencedir ve ceza kanunumuzda eziyet başlığı altında düzenlenmiştir. Özge Nur bu eziyetle öldürüldüğü için öldürmeyle ilgili maddeler de üstüne eklenecek tabi ki. Yasayı uygulaması gerekenler yasaya aykırı kararlar veriyor ama yurdum insanı sanayide kaynakçı olan bir ustanın kendisini cin çıkarma ustası saymasına ve birilerinin de buna inanmasına inanamıyor. Önce yetki ve görev verdiklerimizin görevlerini yapmayışına, basının işini yapmayışına, savcının niçin iddianamede TCK 96’ya yer vermediğine, on ay önce Özge Nur’u duymayışımıza şaşırmak gerek.

Ve Enes Kara, cehaletin iktidarıyla yalnız başa çıkamadığı için önce umudunu sonra yaşamını yitirdi. Herkes babasının sözlerine takıldı. Bense Enes’in mektubundaki bir cümleye takılı kaldım: İki kız kardeşim var onları istedikleri okullara gönderin. Bu cümleyi okuduğumda ah be çocuk dedim kendi kendime. Ah be çocuk senin soluğunu kesen bu dünya kız kardeşlerine özgürce nefes alma hakkı tanır mı? Çocuklarınız sizin uzantınız değil der ya pedagoglar sanırım artık uzantı değil salt nesne olarak görülmelerinden bahsetmek gerek. Hani FETÖ’nün bağlılarını iradesiz varlıklara dönüştürmesi, robotlaştırmasından söz edilir ya, ki doğrudur da ama sorulmaz hangi tarikat cemaat bundan ari? Hadi tarikatı cemaati bırakalım eğitim sistemimiz bunun ne kadar uzağında? Yurt açma izni verip denetlemeyen bakanlık, devlet okullarının sınıflarında, devlet yurtlarının odalarında çocukların ve gençlerin özgür iradesini törpülemek üzerine işletmiyor mu sistemi? Enes’in babası da o cemaat ve tarikatlardaki sözü geçenler gibi aynı zamanda devlet okullarının tedrisatından geçmedi mi?

Sorunun AKP iktidarıyla sınırlı görülmesi kolaycılığı, şaşırtıcı değil mi? Laiklik ilkesini din karşıtlığı olarak uygulayıp sonra da yaklaşık yüz yıl ötekileştirilenlerin cemiyet olamayıp cemaat halinde kalmasına şaşıranlara şaşırmak gerekmiyor mu? Tıpkı bugünkü iktidar ile geçmiş iktidarlar arasında hiçbir fark olmadığını göremeyip geçmişte yok sayılanların şimdi bu iktidara tutunarak ötekini yok saymakta oluşuna ve bunun idrakine varamayışına şaşırmak gerektiği gibi.

Bir de pandemi kısıtları meselesi var cehaletin iktidarı derken değinmek gereken. Ne oldu pandemi sona mı erdi ki test kuralları kaldırıldı? Aşılı ve aşısız arasında kısıtlarda farklı uygulamaları anti demokratik bulanların sözüne uyumlu karar alındı. “Benim raporumla İstanbul Sözleşmesi feshedildi” diye böbürlenerek cinsiyet eşitliğini ret eden zat şimdi aşı karşıtları için eşitlik istiyor da onun için mi negatif PCR testi gösterme zorunluluğu her yerden kaldırıldı? Ekonomik yük ise sorun kaldırmak yerine pek çok ülkenin yaptığı gibi belli ve yeterli bir süre verip o tarihten sonra aşısızlar için PCR testini ücretli yapmak gerekmez miydi? Aşı karşıtlığı cehaleti şimdi küresel salgınla baş etmek için ülkede oluşan sağlık politikalarının da iktidarı oldu demek. İlginç bir şekilde aşı karşıtlarının sağlık sistemine egemen olması şaşırtıyor da kadın karşıtlarının Adalet bakanlığına ve AKP'ye egemen olup tıpkı PCR testi zorunluluğunun kaldırılması gibi yoksulluk nafakasının sınırlandırılmasına giriştiği çok kişinin dikkatinden kaçıyor. Aynı kaynaktan beslenildiği görmezden geliniyor.

Aynı kaynak derken mecaz, metafor filan da yok ve sadece zihniyeti de işaret etmiyorum. Belli yayın organları, belli kişiler hem İstanbul Sözleşmesi'ne karşılar hem aşıya. Aynı kişiler genç evlilik diyerek çocuk cinsel istismarını suç saymazlardı şimdi nafaka hakkını yok etmeye çalışıyorlar aşı karşıtlığı ile toplum sağlığını hiçe saydıkları gibi ve sözlerini hem Adalet Bakanlığına hem Sağlık Bakanlığına geçirdikleri görülüyor. Sorun Adalet Bakanlığına yaptırdıklarını görmeyip de Sağlık Bakanlığına yaptırdıklarına şaşırılması değil mi?

Tüm yazılarını göster