Vladimir Nabokov, Çehov’un edebiyatını anlatırken müthiş bir benzetme yapar. “Çehov; günlük giysileri içinde gider partilere.” Dahası, onun, cümleleri eğip bükmeye fevkalade önem vermeden de, söz tekniğinde dikkat çekici bir canlılık olmadan da bir sanatçı olunabileceğinin mükemmel bir örneği olduğunu söyler. Mesela Turgenyev’in bir manzarayı anlatırken ifadelerinin “pantolon ütüsü” gibi düzgün olmasına dikkat ettiğini, bacak bacak üstüne atarken gözünün çoraplarının renginde olduğunu vurgular. Çehov’un bunlara aldırmadığını (bunlar önemsiz olduğundan değil) tespit eder.
Nabokov’un kaldığı yerden devam edeyim. Çehov, günlük giysileriyle gittiği partide sessizce dolanır, ortamdaki kederi ve mizahı derhal bulup ikisini birbirine teyeller. Zayıfların, sersemlerin, ömür boyu hayal kuranların, kendi hayatlarını mahvedenlerin ruh hallerini dikkate alır. İddialı ses tonuyla parti mekânını inleteni değil de, eyleme geçmeyeni öne çıkarmayı tercih eder. Anlatmaya başlar, kısa bir süre sonra etrafındaki dinleyici kalabalığı halka halka genişler. Konunun peşinden değil, Çehov’un kişilerinin peşinden gitmek ister herkes. Çünkü Çehov’un kişileri yapamadıklarıyla, kimi zaman güçsüzlükleriyle kimi zaman yetersizlikleriyle insancıllığı besler. Çehov’un mıknatısı, insan ruhunu kuytu köşeleriyle birlikte kendine çeker. “Hiçbir yazar böylesine hazin karakterleri, Çehov kadar az vurguyla yaratmamıştır,” diyor Nabokov. İşte Anton Pavloviç Çehov’un büyüklüğü.
Herkesin birbirinin üzerine acımasızca abandığı bizimki gibi ülkelerde Çehov okumanın insancıl duyguların körelmemesinin merhemi olduğunu ve her zaman olacağını söylemeli. Şimdi bu mayıs cumartesisinde nasıl hatırlamaz insan Vişne Bahçesi’nin açılış sahnesini. Şafak vaktidir, az sonra gün ağaracak. Mayısın gelişiyle vişne ağaçları çiçeğe durmuş. Sabah ayazı bahçede dolaşıyor. Oyunun sonunda balta sesleri duyulacak borçlar sebebiyle satılan vişne bahçesinin ağaçları tek tek kesilecek. Parsellenen toprak yazlık yaptırmak isteyenlere kiralanacak. Tüm varlığıyla toplumsal değişimi simgeliyor vişne bahçesi. Bize uzak mı? Hiç değil. Toplumsal çatışmaların gölgesinde bireysel hikâyeler, kaybolmuş geçmiş, belirsiz gelecek iç içe geçiyor. Birbirlerini dinlemeden konuşup duran Çehov kişileri oyunun kilit noktası. 1904 yılında yazılan oyun o yılların Rusyası’nın korkularını, pişmanlıklarını, özlemlerini ve umutlarını apaçık gösteriyor. Çehov’un eşsiz kronikçiliğiyle… Onun öyküleri ve oyunları her okuyuşta, Çehov her şeyin farkında, dedirtiyor. Olur da Vişne Bahçesi’ni ilk kez ya da tekrar okursanız birbirine zıt iki anlayışın bizde nereye düşebileceğini hesap etmeye çalışmayın. Çünkü Çehov karakterlerini belli siyasi bir partiye, görüşe iliklemez. Nabokov’un da dediği gibi mesele tam budur. Çehov’un tipik kahramanları müphemdir, “ne kurtulabildiği ne de taşıyabildiği bir ağırlığın talihsiz yüklenicisi”dirler.
Bu tanımlama Haldun Taner’in bahsettiği fotoğrafı hatırlatıyor birdenbire. Vaktiyle Moskova’daki Çehov Müzesi’ne giden Haldun Taner bir yazısında (“Vişne Bahçesi ve Çehov”) orada görüp çok etkilendiği bir fotoğraftan söz açar. Moskova Sanat Tiyatrosu sanatçılarının solmuş, toplu fotoğrafının altında şunlar yazmaktadır: Bizler birer ruhsuz kalıbız. Sayın usta, kalemi ile bize yeni kişilikler, yaşamlar versin diye bekliyoruz.
Çehov’un bize bıraktığı dünyaya neden sahip çıkmamız gerektiğini en iyi yine Nabokov özetliyor: “Yanağından kan damlayan Golyat’lar çağında, narin Davut’lara dair bir şeyler okumakta fayda vardır. Tüm o kasvetli manzaralar, iç karartan çamurlu yolların kıyısındaki kurumuş söğütler, gri göklerde kanat çırpan gri kargalar, sıradan bir köşe başında akla geliveren olağanüstü bir hatıra –totaliter devletlere tapanların bize vaat ettiği o güçlü, mağrur dünyaların parıltısı içinde, bu hazin donukluğun, bu tatlı güçsüzlüğün, Çehov’un yarattığı bu güvercin grisi dünyanın kıymetini bilmek gerekir.”
Not: Vladimir Nabokov’un Anton Çehov incelemesi Rus Edebiyatı Dersleri’nde yer almaktadır. Metnin çevirisi Yiğit Yavuz, Fatih Özgüven ve Ayşe Nihal Akbulut’a aittir. Yazının görseli ise Moskova’daki Çehov Müzesi’den…