Mutabakat metnini dün hızlıca okuyup kendimce önemli olan anahtar kelimelerin taranması üzerinden ilk bakışta metnin nasıl görülebileceğini, ne anlama gelebileceğini anlatmaya çalışmıştım. Sonrasında metni biraz daha ayrıntılı bir şekilde okuma fırsatı buldum ve kendimce metne biraz daha kuşbakışı, ruhunu da görebilecek şekilde bakabileceğimi düşünüyorum.
Dünkü tespitlerimi tekrarlayarak başlamak istiyorum: Öncelikle, bu metinde halkın yoksul, yoksullaşan ve dezavantajlı kesimleri, onların uğradıkları hak ihlalleri ya geçmiyor ya da esastan değil, bir seçim çalışmasında herkese dağıtılması gereken boncuk kabilinden, usulen geçiyor. Örneğin, kadının adı var ama kendisi yok (örneğin İstanbul Sözleşmesi); göç (menler) meselesi, insan hakları söylemi ile Zafer Partisi’nin öjenik atakları arasında yalpalıyor; işçiler var hakları da… Ama endüstri4 ve inovasyon da unutulmamış; ki bütün gelecek projeksiyonlarında geleneksel işçilik ile dijital teknolojinin, büyük bir çatışma kaynağı olacağı öngörülüyor.
Kürt koca bir sıfır, siyasi tutuklu, KHK da keza öyle. İşkence, yalnızca 1 kez geçiyor* o da hayvanlara yapılan ‘işkence ve eziyet’ kapsamında (buna da şükür).
Peki bu mutabakat metni ne anlama geliyor? Bu metnin iki büyük mesajı var bence, birincisi devlet reformu, ikincisi de piyasaların düzenlenmesi. Bu ikisi gerçekleştiğinde, halkın yoksulluğu, dar gelirlilik, dezavantajlılık gibi şeylerin otomatikman düzeleceğine dair niyet ve beklentiler…
AKP’nin geride kalan 21 yılda, bir dönem Cemaat bir dönem de Ergenekon ile el ele vererek Türkiye’de piyasa ve devleti alt-üst ettiği, kapitalizmin kendi mantıksal sınırları içerisinde bile kabul edilmesi mümkün olmayan pek çok yaptırım ile, talancı bir iktisadi yapı kurduğuna şüphe yok. Dahası, Türkiye’nin gayri-meşru, spekülatif, kara para ve narko-sermayenin yeni merkezi olduğuna ilişkin yüzlerce uluslararası rapor ve haber var. Mutabakat metninin geneline baktığımızda tüm bu meseleler AKP merkezli meselelermiş gibi, uluslararası yapı ve kapitalizmin kendi doğasının bu işte hiç dahli yokmuş gibi okuyoruz. Oysa, AKP’den önce de Türkiye’de bu meseleler bu kadar aleni olmasa da, narko-sermaye, kara-para, borsa vurgunu gene vardı ve yenilikçi politikalar, çevreci politikalar, rant değil insan merkezli politikalar ile Türkiye’deki piyasanın yeniden klasik kapitalizm mantığına oturtulması ile bu meselelerin ne kadarı çözülebilir kendi adıma ikna olamıyorum.
Hadi diyelim, kapitalist mantık işledi, uluslararası sermaye geldi, üretim başladı, fiyatlar ucuzladı, kölelik koşullarının yerini eser miktar sömürü aldı, peki geride kalan 20 yıllık talanın hesabı nasıl sorulacak? 90’lı yıllardan beri Türkiye bütçesinde giderek büyük paya erişen dolaylı vergiler ve faturaların faturalandırılması üzerinden yapılan soygun nasıl sonlandırılacak, buralar muğlak. “Mal Varlıklarının Geri Alınması Ofisi”. Bu ve benzeri bir uygulamanın geçmişte yapıldığını ve sonunun başka türlü yolsuzluklar ve hüsranlara yol açtığını, dahası spekülatif sermayenin bu şekilde icad olduğunu daha önce yazmıştım. Ama tekrar sormak istiyorum, birincisi diyelim ki bu ofis gerçekten çalıştı ve haksız kazançları müsadere etmeye başladı, peki buradaki yozlaşmayı önleyecek (FETÖ borsası ya da devr-i sabık) hangi mekanizmalar var?
Piyasalardaki bakış açısına benzer bir şekilde, Türkiye’de devletin reforma tabi tutulması ile birlikte meselenin diğer büyük kısmının da çözüleceği düşünülüyor. Beştepe’ye karşı Çankaya meselesini modernlik nostaljisi kadar bu anlamda bu reformların sembolik izdüşümü olarak görüyorum ben.
Ne var ki, Türkiye’deki mesele, devletin olmaması değil, gerekenden daha büyük olması. Güvenlik bürokrasisi, maliye bürokrasisi, eğitim bürokrasisi başta gelmek üzere, hormonlu olarak büyütülmüş bir devlet var ve devlet bütün organlarıyla yüzünü sivil topluma değil, derin devletin en sığ yüzü MHP vb. paramiliter yapılara dönmüş durumda. Devlet denilen yapı Türkiye’de o kadar büyüdü ve o kadar güçlendi ki, artık kanun ve kurumlara ihtiyaç olmadığını bizzat kanun ve kurumun kendisi olduğunu düşünüyor, dahası bu konuda oldukça önemli bir ‘devlet geleneği’ ve temayüller oluşmuş durumda. Bu geleneğin temsilcisi olan, devlete yuvalanmış olan paramiliter çeteler, nasıl ayıklanacak, yasa diye bir şey yeniden olabilecek mi, buralar nasıl yeniden tamir edilecek buralar büyük sorular.
Soruyu büyüten şey, bunların Mutabakat Metni’nde karşılığı olmaması değil, daha da önemlisi, bu konuda mutabık olduğunu söyleyenlerin örneğin, Kılıçdaroğlu’nu Alevilik ve Kürtlük üzerinden yargılamaya devam ediyor olmaları ki, tam da benim anlatmaya çalıştığım devleti büyüten hassasiyetler buralar.
….
Metni okuduğumuzda Millet İttifakı’nın önce piyasayı ve devleti kurtarmayı öngördüğünü görüyoruz. Bunlar düzelince, vatandaşın durumunun iyileşmesi de zaten otomatikman gelecek diye düşünülmüş.
Yani aslında burada mutabık olunan şey, ittifakın ortalaması olarak, İYİ Parti’nin temel görüşleri ve politikaları.
Kadınlara, Türk kadını cefakardır denilmiş; Kürt komşularımız vardı onları çok sevdik zaten yoktular denilmiş; KHK’lılara bakın sizinle o kadar ilgileniyoruz ki, isminizi bile anmadık denilmiş…
CHP’ye de üzerinde mutabık olunan bu İYİ Parti politikalarına, Kürtleri, solcuları, kadınları, işçileri, yoksulları ikna etmek kalmış.
*GazeteDuvar yazarları olarak yayınladığımız metinde bir yanlışlık sonucu işkencenin hiç geçmediğini söylemiştim. Prof. Dr. Şebnem Fincancı Korur gözümden kaçan bu yanlışı tashih etti. Kendisine teşekkür ederim.