Celal Karaca: Bafra’da edebiyat dergisi çıkarmak, mirasa sahip çıkmaktır
Edebiyat Nöbeti dergisi Samsun’un Bafra ilçesinde okurları ile buluşuyor. Edebiyat Nöbeti Yazı İşleri Müdürü Celal Karaca ile derginin biçimlenişini, editör- yazar ilişkisini ve sosyal medyanın dergiciliğe katkılarını konuştuk.
DUVAR -Uzun yıllardır ‘merkezden’ uzakta edebiyat hususunda üretim yapan Edebiyat Nöbeti Dergisi Samsun Bafra’da hazırlanıyor. Üretimde yerelliği, Bafra’nın bu üretimin neresinde olduğunu, Türkiye dergiciliğinin sorunları ve biçimlenişini konuştuğumuz röportajda, ekonomik sorunlar ilk sırayı alıyor.
İlk olarak, edebiyatı konu edinen herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?
Edebiyat Nöbeti dergisine şiir/yazılarını en kolay şekilde e- posta ile edebiyatnobeti@gmail.com’dan gönderebilirler. Yine, facebook. com/groups/edebiyatnobeti Twitter’dan twitter.com/edebiyatnobeti gibi sosyal medya alanlarından ulaşmaları mümkün.
Ayrıca yazılı, belge(dergi kitap, gazete vs.) göndermek için de şu adreslerimizi kullanabilir Edebiyat Nöbeti dostları. İletişim Adresi: PK: 39 Bafra/Samsun, Yazışma adresi: Tabakhane Mah. Musa Paşa Cad. Gül Apt. 35/5 Bafra/Samsun
'BAFRA'DA EDEBİYAT DERGİSİ ÇIKARMAK İNSANLARIN BIRAKTIĞI MİRASA SAHİP ÇIKMAKTIR'
Edebiyat Nöbeti Dergisi, varoluş ve biçimleniş durumunu hangi felsefi temel üzerine şekillendirir? Düşünsel sürecinizin altyapısını hangi sözlerle anlatırsınız?
Edebiyat Nöbeti dergisi, bir ihtiyaçtan dolayı yola çıktı. Nedir bu ihtiyaç? Bafra çok eski bir yerleşim merkezi. Ülkemizin en uzun nehri Kızılırmak burada denize kavuşur. Kızılırmak’ın denizle buluşmasından binlerce hektar verimli topraklar oluşmuştur. Ama kültür, sanat ve edebiyat zenginliği toprak zenginliği kadar verimli değildir. Örneğin, kültür ve edebiyat geçmişine baktığınızda bu ilçenin tarihinde bir edebiyat dergisi göremiyorsunuz.
1935’de yayına başlayan ancak 29 sayı yayınlanabilen Halkevleri Bafra Şubesi’nin yayın organı Altın Yaprak dergisinden başka dergi göremiyoruz. Bu dergi de zaten bir edebiyat dergisi değildir. Çünkü, Altın Yaprak dergilerini incelediğiniz şunu görürsünüz: Şiir, öykü gibi yazınsal ürünlerin yanında sağlık, spor, magazin, moda, tarih, tarım, ziraat vb. aklınıza gelen her şey yer alır. Bu, o yıllardaki Halkevleri dergilerinin temel özellikleridir.
Aslında Bafra’dan çok önemli kültür-sanat insanları çıkmıştır. Ünlü hiciv/ney ustası Neyzen Tevfik Kolaylı’nın memleketidir Bafra. Karikatürümüzün yüz aklarından Bedri Koraman, Şadi Dinççağ, Mustafa Bilgin, Cemalettin Güzeloğlu, karikatürist-yazar Kürşat Coşgun, tiyatro sanatçısı-yazar Oktay Güzeloğlu, şair Nevruz Uğur, şair Bircan Çelik Sinema Tek’in kurucusu gazeteci/yazar Hüseyin Baş bu toprakların çocuğudur. Bafra’da bir edebiyat dergisi çıkarmak, aslında bu insanların bıraktığı mirasa sahip çıkmaktır.
'EDİTÖR, ŞAİR VE YAZARLARIN KARŞILAŞTIĞI İLK BARİKATTIR'
Dergicilikte editör- yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?
Dergilerin birçoğunda yazı ve şiirlerin ilk geldiği kişi editördür. Yani, şair ve yazarların ilk karşılaştığı “barikat”. Edebiyata ciddi bakan bir dergiyse, doğaldır ki o derginin editörü de edebiyata ciddi gözle bakar. Yani şiiri, öyküyü, deneme ve eleştiriyi edebiyat ölçütleri çerçevesinde değerlendirir. Beğenirse yayına koyar, beğenmezse koymaz. Durum böyle olunca genellikle okların hedefinde hep editör yer alır. Özetle “şairlerin”-“yazarların” sev(e)mediği kişidir editör.
Bu seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?
Her yıl olduğu gibi bu yıl da dergimizin her sayısında farklı yazar/şairlere yer vermeye çalıştık. Edebiyatımıza yapıtları ilk kez bizde yayınlanan yeni şair/yazarlar kazandırdık.
Dövizdeki hızlı artışın en fazla etkilediği sektör kağıt sektörü oldu. Bilindiği gibi artık birçok ürünü dışarıdan almaktayız. Kağıt ve yan ürünleri de dışarıdan aldığımız ürünlerin başında geliyor.
Bu kağıt zammından sonra dergimiz iki ay gecikmeli ve Temmuz-Ağustos 2018 sayısı Eylül Ekim 2018 sayısıyla birleştirilerek yayınlandı. Bu birleştirilmiş sayıyla yayına devam edemeyeceğimize ilişkin bir “veda yazısı” yayınladık. Ancak özellikle dergimizin yayın merkezi olan Bafra ve Samsun’daki dostlarımızdan yayına devam edilmesi yönünde destekler geldi. Bu destek Ankara- İstanbul gibi büyük kentlerdeki dostlarımızla güçlenince devam dedik. Ancak dergide değişikliklere gittik. Öncelikle artık bir işlevi kalmamış olan dergideki yayın kurulunu kaldırdık. Derginin sayfa sayısını 180’den 96’ya düşürdük. Bir anlamda fırıncı taktiğini uyguladık. Yani derginin sayfasını düşürdük, zam yapmadık.
Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata etkisi sizce nedir?
Sosyal medyanın okur ile iletişimde kuşkusuz çok katkısı var. Bunlardan en önemlisi yeni yayınlanan bir dergi, gazete, kitap vs. sosyal medya aracılığıyla kitleler tarafından duyuruluyor. Bir anlamda bu alanın açılmasıyla dolaylı reklam, doğrudan ‘tanınırlık’ sağlanıyor. Yazı/şiir uğraşı içinde olanlar ürünlerini daha kolay ulaşma/takip etme avantajına sahip oluyorlar.
İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata etkisine gelince benim bu konuda ciddi endişelerim var. Ama öncelikle şunu vurgulamalıyım: Ben edebiyatçı değilim. Yanı edebiyat üretimi(şiir, öykü, roman yazacak cesaretim yok) içinde değilim. Ama iyi bir şiir, öykü ve roman okuruyum. Edebiyat Nöbeti dergisini yayınlayarak edebiyat ürünlerinin okura ulaşması için katkı sağlamaya çalışıyorum. Yani bu alanda kendini tanımla deseniz edebiyatçı değil, kendim için “edebiyat emekçisi” derim. Ben edebiyatçı değil, edebiyat emekçisiyim.
Sanal dünyada gördüğümüz her manzumeye şiir, her metin çalışmasına öykü dememiz mümkün değil. Ama maalesef bu mecrada bunu sıkça görüyoruz. Şarkı sözü bile olamayacak “manzume”ye nasıl övgüler yapıldığına hepimiz sık sık şahit oluyoruz. Durum böyle olunca bu “çalışmalar” ın sahibi edebiyatçı olduğuna inanmaya başlıyor. Bu durum edebiyatımızda nitelikli, derinlikli şiir, öykü, roman vs. çıkmasının önüne geçer. O zaman kaliteli ürünlerin yerini kalitesiz, popülist ürünler alır. Bu da edebiyatımız ve edebiyatçılarımız için tehlikelidir.
'ÖNEMLİ OLAN SAYFA SAYISI DEĞİL İÇERİK VE KALİTEDİR'
İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin-olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?
İster sanal, ister basılı dergi olsun sayılarının artması çok önemli. Ama sayı arttıkça kalite de artmalıdır. Kalite olmayınca dergi sayısının artması çok da önemli değildir. Ayrıca bir derginin çok sayfalı olması onun kaliteli bir dergi olduğunu göstermez. Önemli olan sayfa sayısı değil, sayfalar arasındaki içerik ve kalitedir. Örneğin, Ocak 1979/ Aralık 1980 arasında 24 sayı yayınlanan Yusufçuk dergisi sadece 4 sayfadan oluşuyordu. Ama edebiyatımızda, özellikle de şiirde bıraktığı izlerle hala konuşulmaktadır.
Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?
Dergiler yazara ilerisi için tanınırlılık vadeder. Ne demektir bu biraz açalım isterseniz. Edebiyatımızda iz bırakan şair/yazarlar ilk ürünlerini mutlaka bir edebiyat dergisinde yayınlamışlardır. Diyelim ki, yazı ya da şiirlerinizi hiçbir dergiye göndermeden kitap yayınladınız. Ürünlerini değişik dergilerde yayınladıktan sonra kitap çıkaran bir kişi kadar sizin şansınız yoktur. Çünkü, okur ikinci kişiye yabancı değildir. Edebiyat dergilerini takip eden okur şiir/yazılarını dergilerde yayınlayan edebiyatçıyı öncelikle okuyacaktır.
Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?
Türkiye’de dergi kavramının önemli bir gelenek olduğunu çok iyi biliriz. Önemli şair ve yazarlarımızın önemli bir bölümü mutlaka bir edebiyat dergisinin çıkarılmasına emek vermiştir. Cemal Süreya şairliği kadar dergiciliği ile de tanınan bir şairdir. Defalarca dergicilikte hüsran yaşadığı halde Papirüs dergisini edebiyat dergiciliğimize altın harflerle kazımıştır.
“Benim için dergi çıkarmak önlenemez bir tutkudur” diyen Cemal Süreya 9 Mart 1988 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Atilla Özkırımlı’ya verdiği röportajda “…Türkiye’de edebiyatın laboratuarı dergilerdir”der. Bu söz edebiyat için dergilerin ne kadar önemli olduğunu vurgular. ‘Genç düşünce, dergilerde kanat çırpar’ diyen Cemil Meriç ise dergilerin önemini şu sözlerle vurgular:
“…Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür Kitap, Çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekalar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı.Kapanan her dergi , kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar. Bizde hazin bir kaderi var dergilerin; çoğu bir mevsim yaşar, çiçek gibi. En tali’lileri bir nesle seslenirler eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümidler, hangi heyecanlar gizlenmiş merak eden yok”
Kendime en yakın bulduğum dergi geleneği bir hayli fazla. Başta Cemal Süreya dergiciliği olmak üzere Hüseyin Cöntürk’ün Yordam’ı, Ali Püsküllüoğlu’nun Yusufcuk’u, Seyyit Nezir’in Broy’u yolundan gitmeye çalıştığımız dergilerden.