Cellatlarım olabilirsiniz ama yargıçlarım olamazsınız!
Çelebi’den bu yana yargı ve yargıçlık tarihi yazılıyor ve daha da yazılacak. Yıldız yargılaması, İttihatçı yargılamaları, İzmir Suikastı yargılamaları, 1944 yargılamaları, 1951 Komünist tevkifatı, 1960 Yassıada yargılamaları vs. vs. Türkiye yargı tarihinin ibret anları olarak anlatılıyor ve ülke durdukça anılmaya devam edilecek.
Orhan Gazi Ertekin*
“Barış akademisyenleri”nin yargılanması esnasında bir sanık, söylenenlere göre, avukatının beklenmesinde ısrar edince yargıcın “seni tutuklarım” tepkisiyle karşılaşmış. Bir yargıç için yasal bir tartışmayı bu şekilde hemencecik bir “güç” dayatmasına taşımak doğal olarak pek garip karşılanır ve büyük ihtimalle şaşkınlık yaşanmıştır salonda. Geçtiğimiz günlerde de bir başka yargıç, duruşma usulünün uygulanmasında ısrar eden avukat Ömer Kavili'yi tutuklamış, “yargılamayı sulandırdığı”nı dahi tespit edecek kadar serbest bir güç denemesi sarhoşluğuna kaptırmıştı kendini. Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Fakat okuyucuyu yargıç ve savcılarda “plepyen refleksler”in normalleştiğine dair gözlemlere ikna etmekte zorlanacağımızı hiç sanmıyorum. O nedenle örnekleri çoğaltarak yormayalım kendimizi.
Peki bir yargıçtan ne beklemeliyiz? Tabii ki I. Charles’ı yargılayan “soylular meclisi”nin “yüksek kültürü”nü bekliyor değiliz. Fakat, bir yargıcın öncelikli görevi yasallık ve meşruiyet meselelerini “güç” alanından çıkartmaktır. Çünkü güç alanına taşıdığı her meselede yargıç yargılama oyununu yönetme yeteneğini ve rolünü kaybeder ve başka roller edinmeye başlar…
Peki neye dönüşür Yargıç? Bazen bir infaz memuruna! Bazen sadece bir tahsildara! Ve hatta bazen de bir Cellada!
Peki yargılama neye dönüşür? O da çoğu zaman nefret sorgulamalarına, bir başka deyişle “kanı helal yargılamaları”na…
Şöyle anlatayım size:
YARGICIM DEĞİL CELLADIMSINIZ !
Bizler yargıç yargılar zannederiz. Oysa yargıç genellikle yargılanır. Üstlendiği eylemin kaçınılmaz bir kaderidir bu. Çünkü yargılama ondan kaçılamaz bir karşılıklılık ve yüz yüzelik yaratır. Gözlediğiniz herkes sizi gözlemeye başlar. Not verdiğiniz herkes size not vermeye başlar. O andan itibaren yargıç yargılarken yargılanmaya başlanır. Böylece ölçerken ölçülür ve bir yargıç olarak yargılarken her davranışınız yüzlerce yıl anlatılacak bir “zapta” geçer. Bugünün Türkiye’sinin yargıçlarına ders olacak sayısız not kalmıştır işte bu “zabıt”lardan. En ünlüleri Marie Antoinette ile Alman Herzog Albrecht’in yargıçları eşsiz mahkum etme biçimleridir. 12 Eylül 1793 tarihli Augsburger Ordinaire Post Zeitung gazetesinin haberine göre Kraliçe Marie Antoinette uzun yargılamalardan sonra 31 Temmuz 1793’de yargıçlara dönerek şöyle söylemişti; ‘Cellatlarım olabilirsiniz, katillerim olabilirsiniz. Ama yargıçlarım asla!…’. Benzer sözü 12 Ekim 1435’de Alman Herzogu (Dük) Albrecht, karısını “cadılık” suçlaması ile alıp köprüden atarak öldüren bir başka Herzog’a söylemiştir ve her ikisi de yüzyıllardır “talihsiz” yargıçlara söylenmeye devam edilmektedir: Siz yargıcım değil sadece celladımsınız!
Bir yargıç için ne büyük bir talihsizlik gerçekten! Bir yargıcın sıradan bir cellat olarak mahkum edilmesi aslında yargının yargı olmadığının da tespitini zapta geçirir.
Kuşkusuz bu tepki sadece sınıfsal bir aşağılama olarak görülemez. Nitekim Herzog Albrecht kendi sınıfından dengine seslenmektedir. Sonucun peşin olarak bilindiği bir yerde “sanık” karşısındaki ile “yargıç” olarak yüzleşmeyi reddetmektedir asıl olarak. İnfaz ile yargılamanın iç içe geçmesi cellat ile yargıcı özdeş hale getirir. Bir cellat ile yargıcı özdeş kılan şey; eski Roma’dan beri bilgelik, soğukkanlılık, zarafet ve erdemin yerini önüne atılan canlıyı yemeye hazır obur bir canavarın alması anlamına gelir. Sonuçta, yargıç yargılama eyleminden kopar. Yaptığı yargılama olmaktan çıkarken yargıçlığı da düşer…
NEFRET SORGULARI: KANI HELAL ŞEYH
Bu durumun bir başka sonucu da yargıcın yargıladıkları ile duygusal mesafesini koruyamaması ve özel bir nefret ile yargılama yürütmesidir. En iyi örneklerinden birisini Hamdullah Çelebinin yargılanması sürecinde bulabiliriz. Kırşehir’de Padişah fermanı ile kurulan mahkeme heyeti HacıBektaş Postnişini Hamdullah Çelebi’yi 1826 yeniçeri kıyımı ve akabinde yeniçerileri ayaklandırmak suçlamasıyla yargılamaya başlamıştı. Sorgu tutanakları yargı ve yargıçlık için ibret vesikaları ile doludur. Özellikle nefretin yargılama süreçlerindeki yeri ve yargıçların yargıladıkları insanlara duydukları nefret duygularının nasıl bir trajedi yarattığına ilişkin sayfalarca süren dersler barındırıyor zabıtlar. Hele Çelebi’nin vakur tavrı ile yargılama heyetinin çapulcu söylemleri bundan sonra da dikkatle değerlendirilmesi gereken tarihi malzemelerdir. Şöyle anlatayım. Yargıçların Hamdullah Çelebi ve arkadaşlarını sorgulama biçiminin temel tezi şuydu: Kanları helaldir… Bu nedenle de her sorudan önce “^kanı helal şeyh söyle bakalım yeniçerileri niye ayaklandırdın?” veya “kanı helal şeyh söyle bakalım hak dinden nasıl çıktın?”, “kanı helal şeyh çok konuşma”, “kanı helal şeyh korktun değil mi?” vs. vs. Kuşkusuz “kanı helal” olanın yargılanması değil sürekli azarlanması, tehdit edilmesi, uyuma zorlanması gerekecektir. Bütün bu çağrılara karşılık vermeyen sanıklar karşısında ise giderek çığırından çıkan bir cellatlar heyetinin belirmeye başladığı da takip edilebilir zabıtlardan. Sonuçta durum çok açık ve netti: yargıçlar yargılama sürecini kendi “taşralı” duygularının teşhiri alanına dönüştürmüş, gittikçe bilenmiş, bilendikçe kendilerinden geçmiş, kendilerinden geçtikçe de idam infazının sabırsız cellatları haline gelmişlerdi. Fakat, bu yargılamanın tek “mağduru” Hamdullah ve arkadaşları değildi. Aynı zamanda kendi iradeleri olmayan yargıçların bizzat kendileriydi. Çünkü padişah fermanı ile başlatılan yargılama padişah fermanı ile bitirilmiş ve şeyhin idamı engellenmişti. Şeyhin idamının padişahca durdurulmasına yargılama heyetinin çok bozulduğu anlatılagelmiştir tanıklar tarafından.
Bu başlığın dersi de açıktır; Yargıç yargılayamadığında kendi nefreti ile yol almaya başlayacaktır kuşkusuz. Azarlamak, tehdit etmek, özgürlüğünü ve canını almakla korkutmaya çalışmak yargıcı sahte bir yargıç maskesinin dolayımından bile uzaklaştırır ve açık bir infaz aracı haline getirir…
Oysa yargıcın kendi nefreti ile orta yerde kalakalması ne büyük talihsizliktir!
Şöyle bitirelim daha da uzatmadan; Çelebi’den bu yana yargı ve yargıçlık tarihi yazılıyor ve daha da yazılacak. Yıldız yargılaması, İttihatçı yargılamaları, İzmir Suikastı yargılamaları, 1944 yargılamaları, 1951 Komünist tevkifatı, 1960 Yassıada yargılamaları vs. vs. Türkiye yargı tarihinin ibret anları olarak anlatılıyor ve ülke durdukça anılmaya devam edilecek. Öyleyse bunca dersten sonra Türkiye’deki her yargıç yargı tarihinin mefharet (övünç) listesinde yer almak için çaba göstermelidir artık... Aksi durum geçmişin talihsiz yargılamalarına yenilerini eklemekten başka bir anlama gelmeyecektir...
*Demokrat Yargı Eşbaşkanı