Bir barda tanıştık. Montevideo’nun depresif kış günlerinden birinde. Tam bir kasvetli temmuz günüydü, ocak ayının Londra'sı gibiydi ya da şubat Ankara'sı. Barın kapısını açınca tam tersi bir hava akımı çarpmıştı yüzümüze. Bolca sigara dumanı, üstüne bolca neşe sinmiş ortaya karışık alkol kokusu, çoğu arkadaş çok insan, gülümseyen yüzleri, bir müzik, gitar sesi ve galiba saksafon, -üflemelileri birbirinden ayırt edemeyeceğim kadar bolca cehaletim- arada bir masaların üzerinde patlayan kahkahalar, bu kalabalıkta kendisine yer bulmaya çalışan bir iki dans ve masalarda dünyayı değiştirme muhabbetleri…
-Eğer cennet varsa ve cennete bu dünyanın içki içmeyenleri gidecekse, yani hepsini kast etmiyorum Mısır kadısı gibi olanları mesela, beni hasbelkader oraya atacaklarsa -mesela dünyanın her yerinde yoksullara ev yaptım diye- ve peşimden sürgü sesi ile kapatılacaksam huzura ve nimetlere(!), bu cenneti pek isteyeceğimi sanmıyorum. Samuel Beckett’in cenneti tanımladığı gibi her istediğimizin olduğu bir yerin can sıkıntısı yüzünden değil, neden Mısırlı kadı ile -ki orada da cübbesi olacak mı bilemiyorum- cennet zamanlarımı harcayım? Her şeyi bir yere bırakın ne konuşacağım abi? Mesela elinde yardım makbuzu ile hatırlayacağım birisinin, söylemese bile en azından bakışlarıyla, işte gördün mü geldin yanımıza kinayesi cenneti cehenneme çevirmeye yetmez mi insana? Eh zaten "Seni kim cennete alır" diyeceksiniz ama ben de bundan önce söylemek isterim ki beni neden zorla cennetinize götürmek istiyorsunuz? Bu fani dünyadaki sıkıcı varlığınıza katlanmak mecburiyetim, ebediyette devam etmesin… Lütfen-
Laura tanıştırdı bizi. Laura’nın annesi ve babasını diktatörlük sırasında gözaltında kaybetmişlerdi. Cezaevinden çıkınca, o Laura’yı bulmuştu. Babamla, annemi o zaman tanıdım ilk defa diyordu Laura. Yıllardır sana bunu anlatmak için bekliyordum diyordu Juan. Onlarla birlikte nasıl yiyecek kamyonlarını kaçırıp, halka dağıttıklarını anlatmıştı. Annesi kamyona elini uzatınca yolda durmuştu kamyon. Güzel bir kadındı annesi Laura’nın. Aslında bunu pek söylemesine gerek yoktu Juan’nın. Laura’dan belliydi. Şoför kafasına silah dayandığında çok da takmamıştı. Kamyon ve içindekiler onun değildi zaten. Omuzunu silkerek anlatıyordu burasını. Sonra gecekondu mahallesine gittiler. Babası ve başka militanlar orada bekliyorlardı. Mahallenin ortasında halka dağıttılar kamyonu.
Aynı masada oturan Manuel girdi burada söze. İşgal fabrikasından tanıyordum onu. FUNSA otomobil lastiği fabrikasından. Çocuktu o zaman, duvarın üstüne oturup seyretmişlerdi. Babası eve koca bir teker peynir getirmişti. Sonra bütün çocuklar, yiyecek kamyonu halka dağıtma oynamışlardı uzun süre.
Sonra herkes kadehlerini kaldırıp, kaybettikleri yoldaşları için içtiler.
Peki cennete kim gidecek ?