Türkiye sinemasının üç farklı kuşağından öne çıkan yönetmenler ve sinema profesyonellerinin çalışmalarının yer aldığı "Prizma Expanded: Algının Poetikası" sergisi Akbank Sanat’ta açıldı. Sergideki işlerde dikkat çeken şeylerden birisi, çoğu zaman sınır gibi algılanan 'çerçeve’nin, kavram ve anlamları genişleten yorumları.
Sinema bir yanıyla da 'çerçeveleme' eylemi. Kurgu ya da gerçek
bir görüntüyü perdede görünmesini istediğiniz bir formatta
kameranın kadrajının çerçevelediği alanın içine alırsınız. Ama bu
bir tercihtir aynı zamanda. Salah Birsel, "Şiir içine aldıklarıyla
değil, dışarda bıraktıklarıyla ölçülür" der. Şairin burada
kastettiği yalnızca laf kalabalığı değildir. En doğru sözcükleri
seçme zorunluluğudur aynı zamanda. Yani en doğru sözcüklerle
derdinizi anlatırsanız, dışarıda bıraktığınız gereksiz sözcük
sayısı daha fazla olacaktır. Bence sinema da biraz böyledir. Yani
içeriye aldıklarından çok, dışarıda bıraktıklarıyla da değer
kazanır. Çerçeve de bu işin 'aparatı'dır haliyle.
Üstelik çerçeveleme hali burada da kalmaz. Kurguda çerçevelerin
bir kısmı değişir, yeni bir biçim alır. En nihayetinde sinema
salonunda bir kez daha perdenin çerçevesinin içine yerleştirilmiş
bir film evreni karşılar bizi. Ama anlatı/hikâye, gözümüzün
önündeki çerçevenin içinde gerçekleşse de çoğu zaman çerçevenin
dışında da hikâyelerin, karakterlerin olduğunu biliriz, hissederiz.
Kimileri film boyunca hiç çerçeveye dahil olmazlar ama bir karakter
olarak hep hikâyenin içindedirler. Örneğin, Zeki Demirkubuz’un
"Masumiyet" filmindeki 'Zagor' karakteri. Kadraja yalnızca
'çerçevelenmiş' fotoğrafıyla girer. Ama varlığı, film boyunca
oradadır aslında. Yani dışarıda kalanlar da hikâyenin parçasıdır
kimi zaman sinemada. Peki, yönetmenler kendi işlerine yıllar sonra
yeniden müdahale edip onları başka çerçevelerin içine oturtsalar,
yeni pencereler açsalar kurdukları görsel dünyayı yansıtmak için...
Nasıl olurdu?
Dün itibarıyla Akbank Sanat’ta sergilenmeye başlanan ve Türkiye
sinemasının üç farklı kuşağından öne çıkan yönetmenler ve sinema
profesyonellerinin ikili ortak çalışmalarını bir araya getiren
"Prizma Expanded: Algının Poetikası", bu soruya bir yanıt gibi
adeta. Sergi küratörü Lara Kamhi’nin 'Genişletilmiş Sinema'
(Expanded Cinema) kavramını irdelemek üzere kurduğu sanat
inisiyatifi Prizma’nın 'Prizma Expanded' olarak ortaya koyduğu ilk
proje olan sergi 'çerçeve'yi bir kavrama dönüştürüyor adeta.
Vertigo, 1958.
Yönetmen Zeynep Dadak ve kurgucu Çiçek Kahraman’ın "Vortex 2"
adlı çalışması örneğin. Alfred Hitchcock’un “Ölüm Korkusu”
(Vertigo, 1958) filminin kahramanı Madeleine’in müzede
"Carlotta’nın Portresi" önünde oturduğu sahne bu çalışmanın ilhamı
belli ki. Sahne mizanseninin aynen kurulduğu çalışmada, bir resim
çerçevesinin içinde Madeleine’in oturduğu kadraj ve baktığı resim
yer alıyor. Hareket ise Carlotta’nın Portresi’nin içinde
gerçekleşiyor. Madeleine, kendisinin türlü versiyonlarını takip
ediyor portrenin içinde. Bu çerçeve içinde çerçeve, filmin yatay
kadrajını darlaştırıp dikey, (cep telefonu estetiği?) bir hale
büründürürken alanı daraltmış gibi düşündürtüyor ilk başta ama öyle
değil. Çünkü çerçeve, içeriye doğru derinleşiyor, hem resmin hem
filmin hem de karakterin yepyeni bir alana taşınmasına vesile
oluyor böylece. Yani çerçeve her çerçevelendiğinde kendisine yine
bir boyut daha katarak derinleşiyor.
Oysa ikilinin "Vortex 1" adlı çalışması tam tersi biçimde
işliyor. Dadak’ın "Ah Gözel İstanbul" (2020) filminin
görüntülerinin suyun prizmasındaki kırılmasıyla ortaya çıkan ve
estetik olarak ebru sanatına andıran yeni görüntü 'genişletilmiş
sinema'nın gerçek karşılığı gibi duruyor. Aynalarla kaplanmış
yerleştirme alanında, giderek genişleyen, genişledikçe de kırılan
yeni bir çerçeve bu. İlkinin aksine içine doğru değil, etrafına
doğru genişleyen başka bir çerçeveye ulaştırıyor bizi eser.
Yönetmen Deniz Tortum ve ses tasarımcısı Alican Çamcı’nın
"Kesit" adını verdikleri işleri de benzer bir biçime sahip. Tortum
imzalı "Maddenin Halleri"ni (2020) odağına alan çalışma, filmin
geniş çerçevesinin içindeki kesitleri, küçük bir çerçevenin içine
yerleştirerek yeni bir dil oluşturuyor. "Kesit"in parçası olan kimi
kadrajların, özellikle kadavra görüntülerinin akıllara getirdiği
bir soru da var üstelik: İnsan bedeni de bir çerçeve midir?
Maddenin Halleri, 2020.
Yönetmen Reha Erdem ve uzun yıllardır birlikte çalıştığı görüntü
yönetmeni Florent Herry’nin "Mimirap" adlı çalışması ise çift
boyutlu bir çerçeve algısı yaratıyor. Erdem’in 2016 tarihli "Koca
Dünya" filminin orijinal görüntülerinin genişletilip bütün mekanı
kapladığı bir görsel dünyanın önüne, yine dikey bir çerçeve
konulmuş. Erdem tarafından kaleme alınan metnin, filmin başrol
oyuncusu Ecem Uzun tarafından seslendirildiği bir video dönüyor bu
cam çerçevenin içinde.
Yine çerçeve içinde çerçeve uygulaması. Ama bu kez ana
malzemenin içindeki unsurlarla değil, yeni üretilmiş bir materyalle
kurulmuş, estetiği ve dili güçlü başka bir çerçeveleme bu.
Kurmacaya eklenmiş yeni bir kurmaca. 'Koca dünya'nın çekirdeğini
oluşturan öfkenin çelik çekirdeği bir bakıma. Geçmişte sıkışıp
kaldığı bu cam çerçevenin içinden şimdiye ve geleceğe sesleniyor
genç kadın: "Ben yüzümü ormana çevirdim. Korku yok artık çocuklarda
ona göre…"
Koca Dünya, 2016.
"Prizma Expanded: Algının Poetikası" sergisi, Akbank Sanat’ta 29
Temmuz’a kadar görülebilir. Yukarıda sergiyi, benim için
çağrıştırdığı ilk kavram üzerinden görmeye çalıştım ama bambaşka
‘çerçeve’lerden de görmek mümkün.
Çocuklarda korkunun olmadığı, çerçevelerin içinde gelişen,
genişleyen ve devinen insanların yepyeni evrenler inşa ettiği bir
Türkiye’de görüşmek umuduyla…