‘Cesur Yeni Dünya’nın karşısındaki ‘Ada’

Aldous Huxley'nin romanı 'Ada', köktendinci inançların ve her şeye gücü yeten liderlerin olmadığı, cinselliğin özgür yaşandığı ve “toplumsal ailelerin” aldığı bir dünyayı mümkün kılıyor.

Abone ol

Dünyaca ünlü İngiliz yazar ve filozof Aldous Huxley, 1990’lı yıllardan günümüze hem sanat hem de düşün dünyasında fikirleri ve eserleriyle ağırlığını koruyor. Onu efsaneleştiren, sık sık “tüm zamanların en iyi romanları” listelerinde okurun karşısına çıkan ve 1932 yılında ilk kez yayımlanan eseri ‘Cesur Yeni Dünya’ başta olmak üzere, kaleme aldığı hemen her roman dünyanın dört yanında art arda yeni baskılarını yapıyor. Dünyaca ünlü müzik grubu The Doors’un ismine ilham olan ve yirminci yüzyılın en dikkat çekici kurgu dışı eserleri arasında yerini alan derinlikli felsefe eseri ‘Algı Kapıları’ gibi felsefi eserleriyle de “Nasıl bir insan?”, “Nasıl bir toplum?”, “Nasıl bir iktidar?” gibi yüzyıllardır yanıtı aranagelmiş sorulara verdiği yanıtlarla kitleleri peşinden sürüklemeye devam ediyor.

Kırk yılı aşan yazarlık hayatı boyunca hem roman hem de kurgu dışı toplam elliden fazla eser kaleme alan Huxley’nin bu kez ütopik bir geleceği anlattığı romanı ‘Ada’, İthaki Yayınları etiketi ve Seniha Akar çevirisiyle raflarda yerini aldı.

İlk kez 1962 yılında okurla buluşan bu roman, yazarın Kasım 1963 yılında, ABD Başkanı John F. Kennedy’yle aynı günde hayatını kaybetmesinden önce yayımlanan son kitabı olma özelliği taşıyor.

Hiçbir zaman distopik ‘Cesur Yeni Dünya'nın ya da ‘Krom Sarısı'nın, ‘Algı Kapıları’nın, ‘Cennet ve Cehennem’in kazandığı başarı ve şöhreti elde edemeyen ‘Ada’, köktendinci inançların ve her şeye gücü yeten liderlerin olmadığı, kimsenin bir diğerinden beş kat fazla maaş kazanmadığı, cinselliğin özgür yaşandığı ve günümüzdeki biçimiyle ailelerin yerini daha geniş, “toplumsal ailelerin” aldığı bir dünyayı mümkün kılıyor.

Gelelim bu fanatizmden beslenen dinler, militarizm, petrolün dünyadaki jeopolitik önemi gibi konular hakkında anlattıklarıyla şaşırtıcı derecede bir kehanetler kitabı gibi okunabilen ‘Ada’nın konusuna…

Ada, Aldous Huxley, Çevirmen: Seniha Akar, 368 syf., İthaki Yayınları, 2016.

Roman, gazeteci Will Farnaby'nin, Pala adlı ada yakınlarında bir deniz kazası geçirmesiyle başlıyor. Geçirdiği kazanın ardından ada halkı tarafından tabiri caizse kıyıya vurmuş ve baygın halde bulunan Will bir köye getirilir ve burada yerli halk tarafından tedavisine başlanır. Ancak kahramanımızın geçirdiği kaza göründüğü kadar masum değildir. Adanın petrol kaynaklarını ele geçirmek isteyenler için casusluk yapmak üzere oraya gönderilen Will, Pala’da geçireceği günler boyunca buradaki insanlarla ilişkiler geliştirecek, onların yaşam biçimleriyle tanışacak ve günler geçtikte buranın çok özel bir yer olduğunu fark etmeye başlayacaktır. Zamanla, uğrunda buraya geldiği amacı sorgulamaya, dünyanın geri kalanındaki kapitalist, faşist, militarist düzendense buradaki toplumsal ve idari düzenin her anlamda çok daha “yaşanabilir” olduğunu fark etmeye başlayacaktır.

HAYALİNDEKİ DÜNYAYI RESMETTİĞİ ROMAN

‘Ada’, dünyanın kalanından öncelikle inanç sistemiyle ayrılıyor. Herhangi bir ibadethanesi olmayan Pala halkının inancı dolaysız, direkt bir deneyimi savunuyor ve doğrulanamayan, mitten öteye gidemeyen, dogmalardan beslenen her inancı, bu inanca ilham veren duyguları bile reddediyor. Böylece Pala halkı dini liderler, siyaseti yönlendiren dini söylemler, kehanetler; bunların tümünden korunmuş durumda.

Pala’da huzurun önemli bir bileşeni, adada uygulanan nüfus kontrolü sistemidir. Nüfus kontrolü sayesinde var olan kaynaklar ada halkına fazlasıyla yeterken, ülke ekonomisi de bu bolluktan olumlu şekilde etkileniyor.

GELENEKSEL AİLE YAPISINA MEYDAN OKUYOR

Nüfus kontrolü devletin gözetimindeyken, çocukların bakımı da gerçek hayattaki var olan düzenden oldukça farklı şekilde planlanıyor. Tıpkı bundan yüzyıllar önce Descartes’ın ideal bir devlet düzeninde çocukların anne babanın himayesinden alınmasını savunması gibi, ‘Ada’da da çocuklar tek bir anne baba himayesi altında değil. Burada tüm çocuklar tüm yetişkinlerin ortak sorumluluğu olarak görülüyor. Böylece belirli ebeveynlerin eksiklikleri, kaygıları ve psikolojik sorunları çocuklarına geçmiyor.

İnsanlara mutluluğa ulaşmak için ihtiyaç duydukları her şeyi sağlayan ütopik bir toplum ve devlet tasvirine yönelik oldukça cesur bir eser olan ‘Ada’da Pala halkı tıp ya da gıda yönetimi ile ilgili birkaç cihazın dışında teknoloji kullanımını reddediyor. Öte yandan hayat kurtaran ameliyatları ve antibiyotikleri de asla reddetmiyor, gerekli teknoloji dışında “dışa bağımlı” olmalarına neden olacak her şeyi düzenlerinin ve idarelerinin dışında tutuyorlar. Bu da onları ticaretin sıklıkla petrolle, silahla döndüğü o “kirli” dünyayla herhangi bir ortaklıktan korumuş oluyor.

Aldous Huxley sadece bir romancı değildi. İncelediği felsefi konuları kurgusal romanlarında bir hikâyeye işleyerek ortaya manzara çıkarır, sözünü ettiği fikirleri kurguda ete kemiğe büründürerek “nasıl olacağını” görür ve gösterirdi. Dolayısıyla karakter gelişimi ve olay örgüsü gibi romanın teknik noktalarına çok da odaklanmayan yazarın asıl meselesi, romanlarını dolduran o felsefi düşüncelerdi. ‘Ada’, her ne kadar “en popüler” romanı olmayı başaramamışsa da hayatı boyunca savunduğu ve kendi hayatının çerçevesini de çizdiği yaşam biçimini anlattığı, inandığı değerlerle oluşmuş bir “cennetvari” dünyayı anlattığı bu roman yazarın felsefi düşüncelerinin ve eleştirilerinin aktarılmasına hizmet ediyor.

HUXLEY'NİN SAVUNDUĞU İNSAN BU ROMANDA HAYAT BULUYOR

Yazar ‘Ada’da hemen tüm inanç sistemlerinde kendini gösteren, Budizm’de zirveye yerleşen, insanın bu kötü dünyadan ancak kendisini soyutlayarak, bu dünyanın tehlikeli “nimetlerini” reddederek, ölümün tek gerçek olduğu fikrine sarılarak yaşarsa “iyi insan” olabileceği fikrini netlikle reddediyor. Tüm bu bakış açılarının karşısına kendi fikirlerini koyuyor.

Huxley’e göre iyi insan olmanın temelinde kişinin kim olduğunu bilmesi yatar. Kişinin gerçekten kim olduğunu bilmesi için öncelikle kim olduğunu sandığını ya da kim olmak için çabaladığını iyice anlaması gerekir. Olmaya çalıştığı kişinin kendisini ne yapmaya ve nasıl hissetmeye zorladığını fark eden insan finalde kim olmadığını görecektir. İşte bu bilgi, yani kişinin kim olmadığını anladığı aydınlanma an’ı, onu kim olduğunu öğrenme bilincine bir adım daha yakınlaştıracaktır. Huxley, kim olmadığımıza dair bu aydınlanma anları bir süreklilik haline geldiğine, zamanla kim olduğumuzu göreceğimizi savunur.

İnsanı idealize eden, onu sürekli belli kalıplara sığdırmaya çalışan tüm inanç, idare ve teknoloji sistemlerini reddeden bir toplumun idealize edildiği ‘Ada’, köklerini yazarın işte bu fikirlerinden alıyor.

Son derece akıcı ve sade bir dille kaleme alınmış olan ‘Ada’, sadece bilimkurgu ya da felsefe okumayı seven okurları değil, çarpıcı ve heyecan verici bir dünyayla tanışmak isteyen tüm okurlarını raflarda bekliyor.