Ankara’da bir Latin Amerika toplantısı vardı. Hükümet kurumlarının düzenlediği bir konferanstı. Açılışında, bakan, müsteşarlar ne bileyim bir sürü devlet erkanı vardı. Bütün Latin Amerika ülkelerinin elçileri, Türkiye’nin orada görev yapmış dışişleri görevlileri, yeni yeni Latin Amerika çalışan öğretim üyeleri, iş adamları -bilerek adam yazılmıştır- filan, bir sürü önemli şahsiyet yani. Garip olan, beni de ‘konuşmacı’ olarak çağırmışlardı. 'Az bulunan'dık bir ara, ‘Latin Amerika Uzmanı!’ Kahvesi pek kalabalık değildi.
Herkes daha çok entegrasyondan, güzel güzel alışverişten, gelişen ticari ilişkilerimizden söz ediyordu. Arada bol kahve, güzel öğle ve akşam yemekleri vardı ve elçilik kokteylleri. Güzel bir şeydi bu davetler, en azından karnı doyuyordu insanın ve istediğini içebiliyordu, mesela Şili şarabı, iyilerinden, özenle seçilmiş. Belki satışı da yapılabilir, beğenilir de diye galiba. Ya da hep böyledir belki devlet işleri. Çok bilmiyorum; daha çok kurumsal olarak devlet okullarından ve cezaevlerinden yararlandım denilebilir. Pek böyle şeylere alışık değildim yani. Herkesin aksine, takım elbisem bile yoktu.
-Belki de bu yüzden çağırmadılar bir daha.-
Bana sıra geldiğinde; ‘Ben devletleri hiç sevmem. Onlar da benim farkıma vardıklarında beni sevmezler.’ diye başladım, ‘ama beni dinleyin’ dedim. Önce dinleyicilerin bir kısmı gerildi gibi geldi. Sonra bir diğer kısmı. Çünkü ne de olsa, çeviri hemen yapılsa da, biraz zaman geçiyordu. ‘Size müzik dinletmek istiyorum. Müziksiz bir Latin Amerika toplantısı olur mu’ dediğimde ise herkes yeniden gevşedi. Latin Amerika’nın bizim ‘dengbej’ler gibi halk ozanları vardı. Yaşanılanları anlatıyorlardı. Eski bir tanesini dinlettim. Filmden bir parçaydı. Balkonun altından güzel bir kadına söylüyorlardı. Aşk, kadın ve her Latin Amerika şarkısında oldu gibi ‘corazon-yürek’ vardı içinde. Çok sevdikleri anlaşılıyordu herkesin yüzünden. Hak etmiştim yani Şili şarabını.
-Damakta uzun süreli bir tat bırakıyordu ve yumuşak içimli…-
Sonra yeni bir tane daha dinlettim. Uyuşturucu kartellerinin bir müzik grubuydu. Her kartelin en az bir grubu vardı zaten. ‘Sen kim oluyorsun, sen kokaini kiloyla satarsın ben tonla, Ben gece karanlığında doğmuşum, federal polislerin kanını içerim.’ gibi sözleri vardı. Sanatçıların suçu yoktu bence. Ne varsa sokakta, onu anlatıyorlardı…
El Salvador, Latin Amerika’nın en dehşetli savaşlarından birini yaşadı. O günlerde 5 milyon kişilik nüfusu olan ülkede 150 bin kişi öldü, kaybedildi. 1.5 milyon kişi başka ülkelere göçtü. Her gün ortalama 20-25 kişi ölüyordu. Sonra başkentin eteklerine kadar gelmiş gerilla ile hükümet yenişemeyip imzalanan anlaşma, en iyi koşulları içeren barış anlaşmalardan biriydi bana göre. Mesela katliamları ve işkenceleriyle ünlü ölüm timleri tamamen ortadan kaldırılıyordu. Çoğu suça bulaşmış 100 bin kişilik güvenlik güçleri, asker, polis ve paramiliterler, en fazla 20 bin kişiye indiriliyor ve 2 bin gerilla bu güvenlik güçlerine katılıyordu. Bu değişiklik ülkede bir daha darbe olabilmesini engelledi ve eski gerilla örgütü FMLN’nin önce koalisyon ortağı olarak, sonra tek başına seçimle iktidara gelebilmesinin en önemli nedenlerinden biriydi.
Ancak anlaşma ekonomik olarak neredeyse hiçbir hüküm içermiyordu ya da kısmi de olsa var olan, mesela toprak reformu gibi maddeler de, hiç yerine getirilmedi. Barış görüşmeleri için ‘Ne zaman iş ekonomik bir talebe gelse, burjuvazi devreye girip buna engel oldu’ diyordu bana, eski bir gerilla komutanı. ‘Sanki savaş sadece ordu ile gerilla arasında yapılmış bir şeydi.’ diyordu.
Garip olan, bu en önemli madde ‘Güvenlik güçlerinin 20 bin kişi ile sınırlı olması’ maddesi, bunu anlaşmaya koydurtan FMLN’nin hükümeti tarafından kaldırılmak istendi. Çünkü çetelere karşı savaşta güvenlik güçlerine ihtiyaç vardı!
Şu anki Devlet Başkanı Nayib Bukele de eski bir FMLN’li aslında, her ne kadar solculuğu olmasa da.
Bunu istiyorlardı çünkü ülkede ‘barış’ vardı ama her gün en az 45-50 kişi ölüyordu El Salvador sokaklarında.
İstediğiniz kadar ‘sert’ önlemler alıp, istediğiniz kadar ‘çete’ mensubu öldürün, işkence edin ve ölüm timlerini, çetelere katılmamış olanları eğer varsa, yeniden kurun ya da yenilerini devşirin, fark etmez. Devlet Başkanı'nın tweet’te paylaştığı işkence fotoğrafları da bir şeyi değiştirmez. Bir yanda şiddetli eşitsizlik ve adaletsizlik devam ederken, öte yandan 4 çeker ciple simgelenen, arzulanan iktidar hızına erişmek için, devam edecek her şey. Öldürmekle yoksulluk bitmediği gibi, bir güce tapınmanın başka ‘devleti’ çetelerin de, bu şekilde bitmesi söz konusu değil.
O gün de bunu anlatmaya çalışmıştım.
Ve nedense böyle toplantılara da çağırmadılar beni bir daha…