Önce festivali düzenleyen ekibin görevden alındığının
duyurulması, geçen hafta da danışma kurulu üyelerinin bir açıklama
ile katılmayacaklarını bildirmesiyle gündeme gelen Adana
Uluslararası Film Festivali pazartesi günü başladı. Türkiye
festivallerinde bu tür hadiseler artık normal sayıldığı için
üzerinde fazlaca durmuyoruz. Belki bir gün dururuz. Ama üzerinde
ısrarla durmamız gereken bir şey var. Festivalde gösterilen yabancı
filmlerin altyazı sorunu. Sorun bir tane de değil üstelik. Salı
günü ulusal yarışma kapsamında gösterilen yapımları daha önce
gördüğüm için bir grup sinema yazarı arkadaşla önce “Wind River”
ardından da yılın en dikkat çekici yapımlarından Guillermo Del
Toro’nun Venedik’te Altın Aslan kazanan filmi “The Shape of Water”ı
izlemeye karar verdik.
Ben bile yetersiz İngilizcemle altyazılardaki çeviri hatalarını
fark ettim. Çıkışta İngilizcesi iyi olan arkadaşlardan da benzer
bir tespit geldi. Bu bir yana, altyazı sekronizasyonunun filmle bir
türlü tutturulamaması nedeniyle diyalogları anlamakta zorluk yaşadı
insanlar. Çeviri sorunu için geç kalındığı belli ama umalım ki
ilerleyen günlerde sekronizasyon sorunu halledilir.
‘TAŞ’ YERİNDE NE KADAR AĞIR?
Toplamda 630 bin TL’lik bir ödül dağıtılacağı için ve gelenek
olduğu üzere festivalde dikkatlerin toplandığı bölüm ulusal
yarışma. İkinci gün olan Salı günü iki filmin gösterimi ile başladı
bu bölüm. İlk olarak önceki iki filmi “İki Dil Bir Bavul” ve
“Babamın Sesi” ile burada birçok ödül kazanmış olan Orhan
Eskiköy’ün “Taş” filmi izlendi. İstanbul ve Ankara festivallerinde
de gösterilen film, yıllar önce kaybolan oğlunun yasını tutan bir
kadının, kapısının önünde bulduğu bir adamı oğlu olarak benimsemesi
sonrası ailenin de hedef haline geldiği bir köyde geçiyor. Orhan
Eskiköy, aile, kadın, devlet, toplum gibi kavramların gelip
geçiciliğini, ‘Taş’ın ise kadimliğini vurgularken metaforlar
dünyasına davet ediyor seyirciyi. Filmin siyah beyaz çekilmesi de
bu anlatıya anlam katıyor.
‘Taş’ın sıkıntısı, bütünüyle bir atmosfer filmi olma iddiasının
altından yeterince kalkamamış olması. Karakterlerin iç dünyaları ve
içinde bulundukları sıkışmışlık duygusunun seyirciye geçişindeki
eksiklik. Kanımca daha önce belgesel ile dirsek teması çok güçlü
işlere imza atan Orhan Eskiköy’ün tamamen kurmaca bir hikayeye
geçiş sıkıntısını yaşıyor film. Yani ‘yapay’ bir atmosfer
yaratmanın zorluklarından mustarip olmuş sanki yönetmen.
FESTİVALİN İLK HEYECAN ‘KAR’
Festivale heyecan katan ise Emre Erdoğdu’nun ilk filmi “Kar”
oldu. Antalya’da bir grup gencin hikayesini anlatan yapım, hızlı
temposu, ödün vermeyen dili ve öfkesiyle dikkat çekti. 20 yaşında
olmasına rağmen hala liseye giden Müzeyyen ‘kız çetesi’ ile
birlikte kafasına göre takılmaktadır. Derken, bir gün bir çocuk
gelir ve kardeşi olduğu söyler. Müzeyyen önce onu kendisinden
uzaklaştırmak ister ama kardeşinin ısrarları sonucu hayatına almaya
karar verir. “Kar”ın özellikle ilk bölümü hikayenin ve öznesi olan
gençlerin ruhuna uygun bir şekilde sert ve tempolu geçiyor.
Kameranın hareketli kullanımı da bu temponun etkisini artıran
unsurlardan. Nihayetinde bir taşra kenti olan Antalya’da sıkışıp
kalmış, büyümekle çocuk olmak arasında, sorumluluk almakla hiçbir
şeyi umursamamak kararsızlığında savrulup duran; kimselere
çaktırmadan anlam ararken hiçbir şeyin anlamı olmadığına
kendilerini ikna etmiş bir grup gencin sarsıcı hikayesi.
Öte yandan film bu etkili başlangıca rağmen soluğunu finale
kadar taşımayı başaramıyor. İkinci yarıda tempo düşmese de hikaye
biraz kendi ekseni etrafından dönmeye başlıyor ve tekrarlara
düşüyor. İkinci bölümde hikaye derinleştirilip sarsıcı bir finale
doğru yol alabilseydi, uzun yıllar akıllardan çıkmayacak bir film
olabilirdi hiç kuşku yok ki. Yine de Emre Erdoğdu, gençlerin
hayatındaki sertliği olabildiğince göstermeye sansür/oto sansür
sınırlarına kendisini kaptırmadan cesaret ettiği ve bir ‘anti
kahraman’ olmasına rağmen seyircinin Müzeyyen’i yargılamasına
müsaade etmediği için de takdiri hak ediyor. Bir takdir de filmin
başrol oyuncusu Hazar Ergüçlü’ye. Filmin her anını, Münevver
karakterinin her ruh halini ustalıkla üzerinde taşımayı başarıyor
ve ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Halil
Babür’ün bitirim genç Hazerhan’daki performansının da altını
çizmeden geçmeyeyim.
Festivalde Çarşamba günü Pelin Esmer’in “İşe Yarar Bir Şey”,
Özgür Sevimli’nin “Murtaza” ve Orhan Oğuz’un “Eksi Bir” filmleri
seyirciyle buluşacak. Bu filmlere de yarın değineceğiz.