Çevirmen Duygu Akın: Çevirmenlerin hukuki olarak yeterli güvencesi yok

Duygu Akın, yüzden fazla günümüz romanı, klasik eser, popüler bilim kitabı ve çocuk kitabı çevirisi yaptı. "Çevirmenlik tam zamanlı çalışmayı bile yerine göre aşabilen, birikim gerektiren ve çokça emek isteyen bir meslek" diyen Akın'la çeviriyi, yayınevlerinin çevirmene etkisini ve çevirmenlerin nesnel sorunlarını konuştuk.

Abone ol

DUVAR - Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı’nı, Warwick Üniversitesi’nde burslu okuduğu İngiliz Kültür Çalışmaları master programını tamamladıktan sonra, “çokuluslu, çok ofisli, çok insanlı ama az insancıl özel şirketlerde, ne yaptığımı çok da bilmeden yıllarca” çalışan Duygu Akın, 2006 yılında çevirmenliğe geri döner. “Döndüm diyorum çünkü mezuniyetten itibaren amatör çevirmenlik yapmayı sürdürmüştüm. Bu tarihte ilk defa bir yayınevine kitap çevirisi yaptım.”

Duygu Akın

Kişiliğini, hatırlayabildiği en küçük yaşından itibaren yalnızca tutkuyla sevdiği şeylere yönelmiş, sevmediği şeylere uyum sağlamak yerine (Darwinyen anlayışa kafa tutarcasına) onlarla didişmeyi, mücadele etmeyi yeğlemiş, bu süreçte kimi zaman yolunu kaybetmiş kimi zaman da bulmuş biri, olarak tanımlayan Akın, çevirmenlik yapmadığı yıllarda edindiği tecrübenin, kendisini beslediğini söylüyor. “Bilim kitapları, klasik eserler, çağdaş romanlar, çocuk kitapları çevirdim. Tabii bu bırakmayacağım anlamına gelmiyor, tutkuyla sevdiğim başka şeyler yine araya girebilir veya baskın çıkabilir.”

Akın’la, çevirinin varoluşunu, biçimlenişini ve Türkiye koşullarındaki durumunu konuştuk.

Çeviri konusunda hemen herkesin bir fikri var. Siz, bir çevirmen olarak çeviriyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Ben çeviriyi (ister edebi olsun ister bilimsel ve hatta teknik) dil üzerinden ifade edilmiş fikirler, duygular, algılar, bilgiler bütününü tüm bunlara belki de zemin oluşturan kültürüyle birlikte alıp yepyeni bir zemine, hem olabildiğince özüne sadık hem de yeni zeminle olabildiğince kaynaşmış biçimde aktarma çalışması olarak tanımlıyorum.

Bir kültür aktarımı yolu olan çeviri, uyarlamaya ne derecede dâhil edilebilir? Kültür karşılıklarının bağlayıcı yönünü nasıl açıklarsınız?

Çeviri geniş bir tanımla, bir metnin başka bir dilde canlandırılması anlamında uyarlama olarak düşünülebilir. Sözlük anlamıyla ise uyarlama, çeviri araçlarından biri. Çevrilen dilde orijinal metinde geçen ifadenin karşılığı yoksa, hedef kültürden denk düşen başka bir şeyi onun yerine koymaya uyarlama diyebiliriz.

Uyarlama bazen çevirmenin ağırlıklı olarak başvurduğu bir yöntem de olabilir. Kültürel aktarımda orijinal metne birebir bağlılıktan ne kadar feragat edileceği, ne de olsa çoğu zaman çevirmene kalan bir konu. Metni bir ilham kaynağı olarak görüp hedef metinde her şeyden çok kültürel denklik yakalamayı gözetmek, yani bir anlamda serbest çeviri yapmak da bir tercih olabilir.

Ne var ki bana göre çevirmenin amacı, kanlı canlı bir varlığı alıp yeni bir dünyaya taşımak ve gözlerini orada açtığında kendini yadırgamadan tanıyabilmesini sağlamak olmalı. Bunun için de bence çevirmenin ve yukarıdaki anlamıyla uyarlama derecesinin, yazarın tercihleri ve orijinal metnin önüne geçmemesi gerekiyor.

Editör-çevirmen ilişkisi nasıl yürüyor?

Bu da editörüne ve çevirmenine göre değişebilir. Aslında amaç ortak; bir yazara ait eserin dile olabildiğince hatasız ve zengin aktarılması için elden geleni yapmak. Benim için süreç genellikle benim çeviriyi teslim etmemin ardından editörün metni okuyup uygun gördüğü düzeltileri yapması, sonra da benim bu düzeltilerin üstünden geçmem, anlaşamadığımız noktalar varsa bunları beraber tartışmamız ve bir karara bağlamamız şeklinde yürüyor. Ben genelde her şey bittikten sonra son bir defa daha metni okuyorum.

Taraflar önerilere açık olduğu, dayatma yoluna gidilmediği ve kibarlıktan feragat etmeden metni güzelleştirme ortak amacında birleşildiği sürece sorun yaşanmıyor. Ben çok şanslı bir çevirmenim çünkü çalışmamı güzelleştiren, zenginleştiren, hatalardan arındıran ve bunu büyük bir anlayış ve kibarlıkla yapan editörlerle çalıştım ve onların birçoğu da zaman içinde dostum oldu.

Sizin için bir metnin “çevrilebilir” olmasının gerekçesi nedir?

Her metin çevrilebilir bence, aktarımda nelerin yitirileceği, nelerin karşılıksız kalacağı veya nelerin büyük değişime uğrayacağı burada kaygı konusu olabilir. Aktarım sürecinde metnin orijinalinden tanınmayacak kadar uzaklaşacağı düşünülüyorsa (asıl amaç bu olmadığı sürece) denklik yaratacak yöntemlere başvurarak metin yine de hedef dile aktarılabilir. Uyarlama işte bu gibi durumlarda daha ağırlıklı olarak devreye girebilir.

Victor Frankenstein’ın Vaka Defteri, Peter Ackroyd, Çevirmen: Duygu Akın, 276 syf., Yapı Kredi Yayınları, Ekim 2011.

Bir de metinde yer alan tanım veya terimlerin hedef dilde karşılığı olmayabilir. Benim başıma da zaman zaman bilim çevirilerinde geldi bu. O durumda orijinal terim/tanımın mantığından yola çıkarak (kelime kökü/anlamı vb) yeni terimler üretmek/kullanmak gerekebilir. Bunların benimsenip benimsenmeyeceği topluma kalır. Ancak bu durum da yine metnin çevrilemez olduğu anlamına gelmez bence.

'KİTABI YAYINLAMA HAKKINA SAHİP OLAN ÇEVİRMEN DEĞİL YAYINEVİDİR'

Ülke kurulduğu günden beri çevirmenin kontrol altında tutulmaya çalışılmasının, sıklıkla yargılanmasının sebebi ne sizce? Sistem, çevirmenden neden korkuyor?

Ülke kurulduğu günden beri kendi gibi düşünmeyeni kontrol altına almaya çalışanlar (zaman zaman çehre değiştirmekle birlikte) daima var olduğu için, orijinal metnin yaratımına katkıda bulunmadıkları halde çevirmenler de bu anlayıştan nasibini alıyor.

Çevirmen aslında bir aracıdır, çevirdiği metinde yazanlardan sorumlu değildir, onları olabildiğince hatasız aktarmaktan sorumludur. Üstelik bunun bile tek sorumlusu değildir. Editör ve yayınevi de bu hatasız aktarımda sorumluluk sahibidir. Kitabı yayımlama hakkına sahip olan da yine çevirmen değil, yayınevidir. Ancak muhalif seslerden rahatsız olanlar okudukları şeyden hoşlanmayınca, metinle doğrudan ya da dolaylı ilişkisi olan herkesi sorumlu tutma yoluyla güç gösterisi yapabiliyor. Bu durumda yazarın sözlerini, fikirlerini aktarmaya vasıta olmak dahi suç gibi görülüyor. Bence bu tutum toplumun gelişimine, kültürün zenginleşmesine ket vurmaktan başka bir sonuç getirmez.

'ÇEVİRMENLİK ÇOK EMEK İSTEYEN BİR MESLEK'

Geçmişe nazaran yayınevi sayısının artmasının çeviriye/çevirmene olan faydası ya da zararı nedir? Ek olarak, ekonomik dalgalanma çevirmeni ne oranda etkiliyor?

Yayınevi sayısının artması nitelikli yayınların ve nitelikli çevirinin artmasına hizmet ettiği sürece elbette ki çeviri/çevirmen için de faydalı. Peki, böyle mi oldu? Sanırım kolay bir yanıt değil bu, aksine oldukça girift.

Çevirmenlik deyince pek çok insanın aklına keyfi yapılan, işsiz kalınan dönemlerde ek gelir getirsin diye başvurulan, dil bilen herkesin elinin tersiyle sürdürebileceği, emekten yana zayıf, amatör işi bir meslek geliyor. Oysa çevirmenlik tam zamanlı çalışmayı bile yerine göre aşabilen, birikim, donanım gerektiren ve çokça emek isteyen bir meslek. Bu algıyı değiştirmenin yollarından biri, nitelikli çevirileri yapacak çevirmenlere haklarının hakça verilmesi. Burada da tabii yayınevlerinin tutumu önemli rol oynuyor. Vasıflı çevirmenleri bulmak, seçmek, onlarla düzenli çalışmayı sürdürmek kolay bir iş olmasa gerek. Ancak telifi hakkıyla ödeyerek, çevirmenine değer vererek bu yolda kalmayı sürdüren yayınevlerinin, bu tutumun ödülünü alacağına da canıgönülden inanıyorum. Çok sayıda yayınevinin sektöre katılmasıyla birlikte bu konuda kalite elbette ki düştü. Yeni yayınevleri kısıtlı bütçe yüzünden, çeviri dâhil pek çok şeyin kalitesinden ödün verdi. Bu da çevirmene ve çeviriye elbette olumsuz yansıdı.

Olumlu yönlerinden biri, yayımlanan kitap sayısı ve çeşitliliğinin artması, bunun okuyucu sayısını yıllar içinde arttırması ve daha çok sayıda çevirmenin yayınevleriyle bağlantıya geçip kitap çevirme şansını yakalayabilmesi oldu. Ekonomik dalgalanma çevirmeni yakından etkileyebiliyor. Yayınevleri ekonomik sıkıntılar yüzünden yıllık takvimlerini değiştirerek daha az kitap basmaya karar veriyor, bu da doğrudan çevirmeni etkileyecek bir durum. Ayrıca yayınevleri yine darlık dönemlerinde çevirmen telifinden tasarruf etme yoluna gidebiliyor. Bu da çevirmenin yaptığı anlaşmalarda kötüleşme demek. Buna bir de hak edilen teliflerin ödemesindeki gecikme eklenince, çevirmen için hayat çok zorlaşabiliyor.

Ancak ekonomik dalgalanmanın bazen beklenmedik bir etkisi de olabiliyor. Kemer sıkma dönemlerinde insanlar eğlenmek, dinlenmek, kafa dağıtmak için diğer etkinliklere kıyasla daha az bütçe gerektiren kitap okumayı tercih edebiliyor. Bu da geçici de olsa zaman zaman kitap satışını arttırabiliyor. Tabii diğer olumsuz etkiler yükselip bu durumu da değiştirene dek.

'STANDART BİR SÖZLEŞMEMİZ YOK'

Hukuki olarak bakıldığında çevirmenin en nesnel sorunları nelerdir? Hak ettiğiniz güvenceye kavuştuğunuzu düşünüyor musunuz?

Hukuki olarak çevirmenin en nesnel sorunu, hukuki olarak yeterli güvencesinin olmamasıdır bence. Standart bir sözleşmemiz yok. Olanı çoğu yayınevi kabul etmiyor. Bazı yayınevleri çevirmenle sözleşme bile yapmadan çalışıyor. Bazı yayınevleri sözleşme yapıyor ama sözleşmenin maddeleri sadece yayınevini korumak için yazılmış gibi duruyor. Bazı yayınevleriyse daha hakkaniyetli sözleşmeler yapsa da, sözünü verdiği telifleri vaktinde ödemiyor. Bu durumlarda da yaptırım uygulatacak merci çok az.

Bunun yanında çevirmeniyle standartlara uygun telif sözleşmesi yapan, ödemeleri aksatmayan, ekonomik darlık durumunda erteleme yapsa bile çevirmeniyle insancıl iletişim sürdürebilen, çevirmen adını kitap kapağına koyan ve medya tanıtımlarında mutlaka yer veren yayınevleri de var ve bunlar aslında çevirmeninki kadar kendi prestij ve niteliklerini de arttırmış oluyorlar. Az sayıdaki bu yayınevinin örnek alınması gerektiğini düşünüyorum.

“Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız keşke…” diyebileceğiniz bir metin var mı? Ya da çok beğendiğiniz, okumaktan keyif aldığınız bir çeviri?

“Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız” diye düşündüğüm bir metin yok ama çok beğendiğim, okumaktan keyif aldığım pek çok çeviri var. Roza Hakmen’in, Kamuran Şipal’in, Eren Yücesan Cendey’in, Sevin Okyay’ın çevirileri hep keyifle okuduklarımdan. Azize Bergin’in gençlik yıllarımda beni çok etkileyen İki Şehrin Hikâyesi çevirisinin ise gönlümde yeri ayrı.