Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi: Koca istihbarat yalan mı söyleyecek?

Ceylanpınar'da 2 polisin öldürülmesi sonrası çözüm sürecinin bitmesine neden olan olay 8 yıldır aydınlatılamadı. Davanın avukatlarından Hüseyin Akay yaşananları anlattı.

Abone ol

DUVAR - Urfa'nın Ceylanpınar ilçesinde 22 Temmuz 2015’de Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar isimli iki polisin evlerinde şüpheli şekilde öldürülmesinin üzerinden 8 yıl geçti. Polislerin ölümünden sorumlu tutulan gençlerden Mehmet Naci Yılmaz ve dava avukatlarından Hüseyin Akay, bu süreçte neler yaşandığını belirterek hak ihlallerine de değindi. Akay, sorgulama sürecinde savcının bir sanığa, "Bunları sınırdan sen getirdin, koca istihbarat yalan mı söyleyecek" dediğini aktardı.

YARGITAY SAVCISI İTİRAZ ETTİ

Kaldıkları evde başlarından vurulmuş şekilde bulunan iki polisin “gizemli” ölümüyle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında 9 genç gözaltına alındı. Bir ihbar telefonu ile gözaltına alınarak 4’ü tutuklanan 9 genç hakkında açılan davanın Urfa 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde 1 Mart 2018’de görülen karar duruşmasında, “…her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, yüklenen suçların sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı tüm dosya kapsamından anlaşıldığından” denilerek, beraat kararı verildi.

Mezopotamya Haber Ajansı'nda yer alan habere göre, kararın Antep Bölge Adliye Mahkemesi 18’inci Dairesi tarafından 16 Nisan 2019 tarihinde onanmasıyla, dosya Yargıtay'a taşındı. Yargıtay Savcısı, 29 Haziran 2021’de verdiği mütalaasında, yerel mahkemenin verdiği beraat kararının “eksik inceleme ve araştırmayla hüküm kurulduğu” değerlendirmesinde bulunarak, kararın bozulmasını istedi. 

TRAFİK POLİSİ GÖZALTINA ALDI 

Olay yaşandığında henüz 19 yaşında olduğunu ve aynı gün arkadaşlarıyla birlikte olduğunu anlatan Mehmet Naci Yılmaz, dönemin belediye başkanı Menderes Atilla’nın evinin önünde arkadaşları ile seyir halinde oldukları aracın durdurularak, etraflarının silahlı polisler tarafından sarıldığını söyledi. Polislerin kendilerini “Trafik şubeden geliyoruz” diyerek tanıttığını belirten Yılmaz, ilk gözaltı sürecini şu şekilde anlattı: “Ben böyle bir trafik şubeyi hiç görmemiştim. Farklı bir oyun oynanıyordu, biz o anda fark etmiştik. Bizi ‘arabanızda haciz var’ diyerek emniyete götürdüler, ancak araç engelli aracı ve bu araçların hacizlik olma durumları yok. Ancak yine de bizi bu sebepten gözaltına aldılar. Saat akşam 18.00 civarında bizi emniyete götürdüler. Gece 23.00’e kadar birkaç kez emniyete girip çıkardılar. Bizi sürekli olarak ‘sistem yok’ diyerek bekletiyorlardı. Ancak emniyetin içerisi özel harekat polisleri ile doluydu. Saat 23.30-00.00 sıralarında emniyet amiri gelerek, ‘Naci Yılmaz, Hasan Aydın, Sedat Aydın içeri girin, kimliklerinizi teslim edelim, siz de çıkın’ dedi. Ancak içeri girmemizle birlikte üçümüzün de üzerine çullanarak bizleri farklı odalara götürdüler.

İçeri bir polis memuru gelerek ismimi sordu ve benim 2 polisi öldürdüğüm iddiasıyla gözaltına alındığımı söyledi. Neye dayanarak böyle bir gözaltı yaptıklarını sorduğumda ise bana ‘Bir ihbar telefonu geldi’ denildi. Beni prosedür gereği gözaltına aldıklarını söylediler. Ancak emniyetten çıkarttıklarında resmi araç yerine ‘İki polisimizi öldürdünüz halk size saldırabilir’ bahanesi ile sivil araca bindirdiler. İşin gerçeği şuydu, bizi çıkarttıkları gibi işkence mekanizmasını devreye sokmuşlardı.”

GÖZALTI SÜRECİNDE NELER OLDU?

Yılmaz, bu süreçte beş gün beş gece boyunca resmi gözaltı kaydı olmadan arkadaşlarıyla birlikte işkencelere uğradıklarını söyledi. Beşinci günün sonunda avukat ve siyasetçilerden oluşan bir grubun kendilerini ziyarete geldiğini ifade eden Yılmaz, “Bu ziyaretlere bizi kollarımızdan tutup çuval gibi götürüyorlardı. Çünkü gördüğümüz işkenceler sebebiyle yürüyecek halde değildik. Henüz 18-19 yaşındaydık. O zamana kadar televizyonda gördüğüm, kitaplarda okuduğum işkenceler için ‘Bu kadar da değildir’ diyordum. O beş gün boyunca yazılan, çizilen, söylenenlerin, yapılan işkenceleri anlatmakta eksik kalındığını anlamış oldum” diye konuştu. 

Beş gün boyunca işkence gördükleri emniyette işlemlerin tamamlanmasının ardından savcılığa çıkarıldıklarını belirten Yılmaz, “Savcı, polislerin öldürülmesi dışında alakasız alakasız bir sürü soru sordu. ‘Olay nasıl oldu?’, ‘Ne bitti?’ diye bir soru sormadı. Sonra bizi tutuklama talebiyle hakimliğe sevk etti. Hakim hiçbir şey söylemeden tutuklama kararı verdi. O hakim ileriki süreçte FETÖ’den yargılanan Nuri Bulut’tu. Avukatımız kalkarak ‘Neye dayanarak tutukluyorsunuz?’ diye sorunca, Bulut ‘Karar önceden verilmiştir, kurcalamayın’ diyerek, avukatı susturmaya çalıştı” diye konuştu. 

3 YIL BOYUNCA BABASINI İSPAT EDEMEDİ 

Yılmaz, gözaltından tutuklamaya giden süreçte dosyadaki çelişkileri şöyle anlattı: “Bizi ihbar eden kişi teker teker isimlerimizi vererek olayı kendince detaylı bir şekilde anlatıyor. Biz de, ‘Eğer bu şahıs olayı bu kadar detaylı biliyorsa, o zaman bu da işin içerisindeydi onu da getirin’ dedik. İhbar telefonu PTT önündeki ankesörlü telefonla yapılmış. Biz de oradaki mobese kayıtlarını istedik. Bize cevaben oradaki mobese kamerasının bozuk olduğunu ve o güne dair kayıtların olmadığını söylediler. O zaman ses analizi istiyoruz dedik, çünkü konuşan kişinin buralı olmadığı ve belirgin bir Erzurum şivesine sahip olduğu söylendi. Beni ihbar ederken ‘Cuma’nın oğlu’ diyor. Ancak söylediği Cuma benim babam değil, başka biri. Ben 3 sene boyunca mahkemede babamı ispat edemedim.

Öyle bir ‘suikast’ timi oluşturulmuş ki iddianamede kimsenin kimseden haberi yok. Sadece ilçeden topladığı insan sayısı 15 kişi, bir de iddianameye göre Suriye’den de 10 kişi geliyor. Yani 25 kişi bir eve giderek 2 polisi öldürüyor. Bu insanların hiçbirini de kimse görmüyor. İddianamede kimin öldürdüğü, kimin eve girdiği, bunların hiçbirinin bilgisi yok. Benim tutuklanma sebebim yanımızdaki bir insanın parmak izinin karşı dairede çıkması. Yani bir başkasının parmak izi çıktı diye beni tutukluyorlar. Biz onlar için pimi çekilmiş bir bomba gibiydik, ne atabiliyorlardı ne tutabiliyorlardı.”

‘FAİLİ MEÇHUL BİR VAKA ORTAYA ÇIKTI’ 

Dosyadaki gizlilik kararı nedeniyle iddianamenin oluşturulmasına kadar net bir bilgiye sahip olamadıklarını, sürecin sağlıksız ve tek taraflı bir şekilde yürütüldüğünü söyleyen avukat Hüseyin Akay, “Delillerin ya da aleyhte delillerin tam olarak neye dayandığını bilmediğimiz için bunları çürütme gibi bir şansımız da olmadı. Bir farazi üzerinde savcılıkla muhatap olduk. Sadece müvekkilimizin suçsuz olduğunu iddia edebildik. Oysaki suçlamaların neler olduğunu bilmediğimiz için delil toplama şansımız olmadı. Maalesef sonucunda faili meçhul bir vaka ortaya çıktı” diye konuştu.     

‘TEK DELİL İSTİHBARİ BİLGİLERDİ’

İlk ifadeler esnasında yaşanan hukuksuzluğa değinen Akay, dosya savcısının gözaltına alınan gençlerden biriyle yaptığı bir konuşma üzerinden şunları söyledi: “Savcı, ifadesini aldığı kişiye, ‘Sınırdan bunları sen getirdin. Onlara sen yolu gösterdin, itiraf et’ dedi. Şahıs da savcıya delillerin ne olduğunu sordu. Bunun üzerine savcı, ‘Koca istihbarat yalan mı söyleyecek’ dedi.  Yani bir savcının en son dayanabileceği delil istihbari bilgilerdir. Bunlar da zaten idari bilgilerdir. Bir adliyede bunların delil olarak kabul edilmesi mümkün değil. Buna rağmen savcının tek dayandığı şey buydu. Bu hukuk açısından çok trajik bir durumdu. Ortada bir delil olmadığını o an anladık.” 

Yaşanan hukuksuzluklara rağmen gençlerin yıllarca yargılandıklarını ve cezaevinde tutulduklarını belirten Akay, olayın aydınlatılması için dosyadaki şüpheli polislerin ve ihbarı yapanın tespit edilerek şüpheli bir şekilde ifadelerinin alınması gerektiğini vurguladı. 

DAVA SÜRECİ...

İki polisin öldürülmesinin ardından polise yapılan şüpheli iki ihbar telefonuna dayanılarak 10 kişi gözaltına alındı. Dönemin Urfa Valisi ile İl Emniyet Müdürü tarafından olayla ilgili yapılan ilk açıklamalarda, 'FETÖ’nün kentteki varlığına' dikkat çekilerek, işlenen cinayetlerle ilgili üçüncü bir polise işaret edildi. Gözaltına alınanlardan 7’si yapılan sorgularının ardından çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı. Cinayetlerle ilgili yürütülen soruşturmanın diğer safhaları da karartmalara sahne oldu. Şüphelilerin cep telefonlarına ait HTS dökümlerinin kopyasını almadan imha eden savcılık, ihbarı yapan ankesörlü telefondaki kişileri araştırmadı. Yine olayın gerçekleştiği dairede çıkan polislere ait parmak izlerinin peşine düşülmediği gibi, ifadelerine başvurulan polislerin çelişkili beyanları da görmezden gelindi.

SAVCI İHRAÇ EDİLDİ

Savcının 7’si tutuklu 9 kişi hakkında hazırladığı iddianamenin Urfa 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edilmesiyle dava açıldı. İddianameyi hazırlayan savcı, Adalet Bakanlığı tarafından terfi ettirildi. Yargılamaya geçilmesiyle birlikte yaşanan 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde aynı savcı hakkında Gülen Cemaati soruşturması kapsamında arama kararı çıkarıldı. Şüpheliler hakkında tutuklama kararı veren hakim ile tutukluların ihbar edildiği telefonun sahibi T.B.’nin kardeşi Ramazan B., Urfa'da yürütülen "Gülen Cemaati” soruşturması kapsamında tutuklandı. Diğer kardeş Mithat B. ise "FETÖ Urfa koordinatörü" iddiasıyla aranıyor. Dava sanıklarından 3'ünün dördüncü ara duruşmada tahliye edildiği yargılamanın 1 Mart 2018 tarihinde görülen son duruşmasında, tüm sanıkların hakkında beraat kararı verildi ancak 8 iki polisin ölümü “faili meçhul” olarak kaldı. (HABER MERKEZİ)