“Özgürlük için gökyüzünü satın almanıza gerek yok,
Ruhunuzu satmayın yeter.” –Nelson Mandela
“Özgürlük” adına tarih boyunca fikirlerini okuyup benimseyerek aydınlanmaya çalıştığımız birçok önemli zat tarafından yüzlerce belki binlerce söz söylenmiş. Yazıya, geçtiğimiz günlerde 100. yaş gününü andığımız Nelson Mandela’nın cümlesiyle başlamayı tercih ettim.
Bu yazı biraz zor bir yazı. Yok yere ve hukuksuzca özgürlüğünden yoksun bırakılan 4 değerli kişiyle, Enis Berberoğlu, Osman Kavala, Av. Selçuk Kozağaçlı ve Eren Erdem ile yaptığım cezaevi görüşmeleri neticesinde, her birinin bağırmak istediği cümleleri onlar adına yazmak ve dile getirmek görevi verdim kendi kendime. Her biriyle saatlerce konuştum. Elbette tamamını aktarmak mümkün değil; fakat söylemek istediklerini kısaca aktarmaya çalışacağım.
Aralarında ilk tutsak edilen Enis Berberoğlu ile başlayalım:
CHP İstanbul Milletvekili ve eski Hürriyet Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu hakkında MİT TIR'ları ile ilgili görüntüleri Can Dündar’a vermek suçlamasıyla 25 yıl hapis cezası verildi ve Berberoğlu tutuklandı. Karara ilişkin istinaf yoluna başvurulması neticesinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 5 yıl 10 ay hapis cezasına hükmetti. Bu karara karşı de temyize başvuruldu ve Berberoğlu 1 yıl 1 ay’ı aşkın bir süredir halen tutuklu.
Birkaç gün önce ise Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Berberoğlu’nun tekrar milletvekili seçilmiş olması sebebiyle hakkındaki davanın durdurulması ve tahliye edilmesi yönündeki talebini oy çokluğu ile reddetti. Yargıtay’ın bu kararı apaçık Anayasa’nın 83. Maddesinin 4. Fıkrasında yer alan “Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclis'in yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır” hükmüne aykırılık teşkil etmekte ve göz göre milletin iradesini temsil eden bir milletvekili dört duvar arasında haksızca tutulmakta.
Bir hukukçu ve içinden hukuksuzluklar taşan bu ülkede yaşayan bir insan olarak, en yakından defalarca şahit oldum ki; adaletsizlik, insanın yüreğini içten içe kemiren en büyük illettir. İşin pis yanı, öyle milyonlarca lira manevi tazminatla filan da telafi edilemez. Yüreğinin çürüdüğüyle kalır insan. Ve bir de o ülkenin tarihine geçen bir kara lekeyle.. Belki de tek tesellimiz, biriken bu kara lekelerin ardından doğacak önlenemez bir beyaz sayfa açma ihtiyacı ya da zorunluluğumuzdur.
Neticede, bu haksız ve usulsüz karara tepki olarak Enis Bey, ne ailesiyle ne vekillerle ne de avukatlarıyla açık yahut kapalı görüşe çıkmama kararı aldı. Kendisine sorduğumda bu kararında 2 noktanın belirleyici olduğunu belirtti:
“İlk husus, kararın baştan sona Anayasaya ve hukuka aykırı olması. Geçici 20. Madde var. Bu madde dokunulmazlığı bir kereliğine ortadan kaldırıyor. Bu konuda uluslararası hukuk da böyle düşünüyor ve buna ilişkin çok sayıda karar var. Bir ihtilaf varsa eğer, meclis görüşmelerindeki tutanaklara bakılır. Bu tutanaklarda da ne olduğu malum…”
Burada belirtmek gerekir ki, Yargıtay’ın ret kararında karşı oy yazısı yazan Daire Üyesi Yusuf Hakkı Doğan’ın da atıfta bulunduğu bir görüş var. İşin ilginç yanı bu görüş, AKP İstanbul Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop’a ait. Şentop diyor ki; “Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasının Meclis’in dokunulmazlığı yeniden kaldırmasına bağlı olduğu, dolayısıyla tekrar bir seçim olması halinde seçilenlerin, dokunulmazlığı kaldırılan dosyalar bakımından, dokunulmazlığın yeniden kazanılacağı açıktır”
Sanırım pek de yorum yapmaya gerek yok. Üstünde tepinilen bir hukuk söz konusu…
Berberoğlu devam ediyor; “Suçlama zaten haklı değil. Bu bir yana, mesela burada hep adli mahkumlar kalıyor. Buradaki mahkumlar arasında 5 yıllık ceza için tutuklu kalan yok! 5 yıl 10 ay hapis cezası kararını temyiz etmişim, üzerine bir de tekrar milletvekili seçilmişim halen tutukluyum! Niçin bir tek ben tutukluyum? Çok büyük bir haksızlık yapıldığı ortada…”
Ardından ikinci hususa geçiyor: “Tecrit kararı almamdaki diğer sebep ailemin, partimin ve seçmenimizin bu yargılama sebebiyle çok fazla hasar almış olması. Parti (CHP) benim tutukluluğum sebebiyle son derece kritik kararlar almak zorunda kaldı. Bazı partiler, bu yargılama üzerinden Parti’nin iç kavgalarını kendine malzeme etti. Artık daha fazla kimse zarar görsün istemiyorum…”
Berberoğlu, 23 Temmuz 2018 Pazar günü saat 12:15’te yapmış olduğum görüşmede bu yönde beyan verdi. 23 Temmuz 2018 Pazartesi günü itibariyle artık kimseyle görüşmeyecek. Fakat ikimizin de ortak görüşü şu; tüm bu haksızlıklar, baskılar bir süreç. Eninde sonunda bitecek.
* * *
Bu ara Cicero’ya takılmış durumdayım. Zira, konuya cuk diye oturan sözleri çıkıveriyor karşıma, bir önceki yazımda da dem vurmuştum. “Özgürlük için hepimiz hukukun kölesiyiz” diyor. Ne demek bu? Hukukun tahakkümü altından çıktığımızda, adaletsizlik ve dolayısıyla birilerinin özgürlüğünden olması gündeme geliyor. Ne de olsa Voltaire de “Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir” diyor.
Osman Kavala da her yandaki adaletsizliğin en belirgin örneklerinden. Kavala, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlamasıyla 1 Kasım 2017 tarihinden bu yana yaklaşık 9 aydır Silivri Cezaevi’nde tutuklu. Ve halen bir iddianamesi yok! Sivil toplum ve kültür-sanat alanındaki çalışmalara verdiği destekle biliniyor esasında. Tutukluluk sürecinde dayanışma amacıyla adına açılan sitede “Osman Kavala Kimdir?” başlığı altındaki son paragraf bence onu en iyi anlatan kısım: Osman Kavala, bu ülkenin sorunlarına duyarlı bir birey olarak, farklı görüşte insanları tartışma platformlarında bir araya getirip ortak çözüm arayışının yolunu açmak, toplumsal ve uluslararası çatışmalara, barışa ve insan haklarına dayalı demokratik çözümler üretmek üzere çalıştı.
Öyledir Osman Kavala. Almadan verenlerden. Bu ülkede tuhaf karşılanan bir durum bu. Karşılıksız iyilik yapan kişilerin mutlak surette gizli bir menfaatinin olduğunu düşünür herkes. Bir insanın gerçekten “iyi” olduğuna o kadar inanamıyoruz ki tuhaf tuhaf şeyler uydurabiliyoruz o kişiler hakkında. Başarı konusu da böyledir bu ülkede. Biri zor bir şeyi başarmışsa, o başarı mutlak surette başka birine/bir şeye mal edilir. Yazıktır günahtır tabi…
Bunu Osman Kavala’nın kendisine de belirttim. Kırık bir şekilde gülümsedi. “Nelerle bağlantı kurulduğunu görünce insan inanamıyor tabi” dedi. Bir miktar anlattı: “CIA ajanı olmakla suçlanıyorum sanırım. Delillerden biri Henri Barkey (Aynı dosyayla Gezi eylemleri, 17-25 Aralık soruşturması ve 15 Temmuz darbe girişiminin uluslararası ayağı olduğu iddia edilen Ortadoğu ve Türkiye uzmanı Amerikalı akademisyen) ile telefonlarımızın aynı yerde sinyal verdiğine ilişkin. Aralarında Henri Barkey’in de bulunduğu bir grup darbe sırasında Büyükada’da toplantı yapmış. Ben o toplantıya katılmadım bile. Bir ara Henri Barkey ile bir lokantada karşılaşmıştık. Olsa olsa o. Alıp bundan delil yapmışlar.” Devam ediyor: “Gezi olaylarının organizatörü olduğum yönünde bir iddia da var. Orada da şöyle bir delil var; Brüksel’de Gezi ile ilgili bir fotoğraf sergisi açılmıştı. O sergiye katılmıştım. Bunu da delil yapmışlar.”
Düşünsenize “Gezi olayları organizatörü!” Sizde de duyunca gülme etkisi yaratıyor mu? Aziz Nesin hikayeleri günümüzde de devam ediyor galiba. Hakikaten trajikomik. Kavala’nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra da DW Türkçe’ye verdiği röportajda iddialardan “en fantastik” olanının bu olduğunu belirtmiş. Gezi gibi tarihin en doğal hareketlerinden birini organize etmek! İnanılır gibi değil…
“Çıktığınızda ne yapacaksınız?” diye soruyorum; “Kars yöresinde bir kültürel miras çalışmamız vardı, Ani ile ilgili bir sergi açacaktık, kaldığım yerden devam ederim herhalde” gibi son derece mütevazi bir cevap veriyor. İlk kez gözlerinin parladığını görüyorum bu cevabı verirken, resmen heyecanlanıyor!
Yargı sisteminin bozukluğundan bahsediyoruz biraz, bir türlü gelmeyen iddianameden… Özellikle vurgu yaptığı bir husus var: Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye gibi kararların dosyayı bilen bir Sulh Ceza hakimi tarafından verilmesi ve bir an soruşturma aşamasının tamamlanması.
Mevcut karanlığın şafak öncesi karanlık olduğunu söyleyince ben yine o kırık gülümsemesiyle “Zweig’ın Dünün Dünyası diye bir kitabı vardı. Kitap, kahramanın gördüğü kızıllığın sandığı üzere tan kızıllığı değil, karanlık bastırmadan önceki kızıllık olduğunu anlamasıyla bitiyordu. Umarım kitaptaki değil de seninki olur” dedi. Herkese sevgilerini, selamlarını iletti.
* * *
Kavala’nın hemen akabinde 13.11.2017 tarihinde Av. Selçuk Kozağaçlı tutuklandı. Neden? Çünkü o da “etkin” ve “sesi çok çıkan” bir insan hakları savunucusu idi. Ayrıca 45 yıldır ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların yanında duran ve KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği’nin (ÇHD) de başkanı. Kağıt üzerindeki sebep ise, silahlı terör örgütü DHKP/C’ye üye olmak. Kozağaçlı ile 16 avukat daha tutuklandı ve Silivri Cezaevi’ne gönderildiler. Fakat daha sonra ikişer ikişer olmak suretiyle farklı illere tabiri caizse “dağıtıldılar”.
Selçuk üstadı ziyaret ettiğimde adeta ben ona değil o bana bana güç verdi. Onu niçin bu kadar sevdiğimizi bir kez daha anladım; en zor koşullarda dahi en güçlü şekilde direnebilen gerçek bir “insan” o. Tam da bu sebepten seveni bir hayli fazla olsa gerek yaklaşık 250 günlük tutukluluk sürecinde 541. ziyaretçi olduğumu söyledi! Çokça güldürdü beni ve uzunca kitaplardan bahsettik.
Elbette kaçınılmaz olarak hoş olmayan bazı gelişmelerden de konuştuk. Özellikle, gelecek duruşmada, yargılanan İstanbul dışındaki tüm avukat sanıkların SEGBİS (uzaktan görüntülü arama) ile duruşmaya katılmaları yönünde verilen karara tepkilerinden bahsetti. Kozağaçlı, avukatların duruşmaya bizzat katılmak istediklerini, SEGBİS ile duruşmaya katılmaktansa hiç katılmamayı tercih edeceklerini ve bu konuda kati olduklarını dile getirdi.
Belirtmek gerekir ki haklılar. Nitekim ceza yargılamasının en temel ilkelerinden biri olan “Yüzyüzelik İlkesi”nin bir gereğidir bu. Yüzyüzelik ilkesi; tarafların ve özellikle sanığın, yargılamada hazır bulunması, iddia ve savunmadan haberdar olması ve yargıç önünde ve birbirlerinin yanında dinlenmesi gerekliliğini ifade eder. Bu noktada yapılması gereken iki şey olduğu açık: Ya Mahkeme bu usulsüz kararı geri çekip tüm sanıkların duruşmaya gelmesini sağlayacak ya da dosyanın tüm sanıkları nasıl ki anlamsız bir şekilde başka şehirlere gönderildilerse aynı şekilde tekrar İstanbul’da bir cezaevine getirilmeleri sağlanacak.
Av. Selçuk Kozağaçlı’nın da dosyasında çok trajikomik delilleri var. Soma Davası sebebiyle İzmir’e gittiğinde kaldığı arkadaşının evinin önündeki görüntüleri “Bizi öldürmek için plan yaparken” şeklinde sunanlar falan filan.. Savcı bile dinleyince “Ya bu hakikaten olmamış” demiş mesela! Güler misin ağlar mısın?..
Av. Selçuk Kozağaçlı’ya kitap yollayın! Çok okuyor, günde 500 sayfaya kadar ulaşmış. Adres: Silivri 9 No’lu Ceza İnfaz Kurumu...
* * *
Ve seçimlerden hemen sonra tutuklanan CHP bir önceki dönem milletvekili ve Parti Meclisi üyesi Eren Erdem… Erdem’in suçlaması ise; "Silahlı terör örgütü içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek", "Gizli tanığı deşifre etmek" ve "Soruşturmanın gizliliğini ihlal". Eren Erdem’in tutuklanması da ziyadesiyle siyasi bir karar gibi duruyor. Yalnızca bir gizli tanık ifadesine dayandırılmış bir suçlama. Alınan duyumlara göre bu “itirafçı”nın beyanları da birtakım vaatler ve baskılar neticesinde elde edilmiş. Erdem bu durumun ispatlandığını belirtti hatta.
Eren Erdem’in tutuklandığı duruşmada yaptığı başarılı savunmanın son kısmı kayda geçmeye değer, sanırım her şeyi özetliyor. Şöyle diyor: “…Verilecek karar siyasidir. Benim üzerimden CHP yıpratılmak isteniyor, vicdani ve hukuki değildir. Manevi ve maddi külfeti olacaktır. Maddi külfeti, Türkiye’nin yargı sistemine olan güveni sarsılacak, manevi olarak da başınızı yastığa koyduğunuzda vicdanınızla başbaşa kalacaksınız. Kaçmak, gitmek lugatımda olmayan konulardır, vitesi hiç geriye takmadım. Suçsuzum, düşüncemi söylüyorum, eleştiriyorum. Neden korkayım? Siyasi karar vermeniz halinde vicdani ve maddi yükümlülüğünü taşıyacağınızı düşünüyorum. Siyasi bir karar olmasaydı, geceyarısı evime giderken alınmazdım. Siyasi iradeye karşı sorumluluğunuzu yerine getirecekseniz, Anayasa’ya karşı sorumluluğunuzu yerine getirmenizi talep ediyorum. Suçlamaları kabul etmiyorum…”
'FETÖ'ye karşı 9 tane kitap yazmış birinin ne şekilde elde edildiği bilinmeyen bir gizli tanık ifadesiyle 'FETÖ'cü ilan edilmesi sanırım ancak bu ülkede olabilecek durumlardan biri.
Eren Erdem iyi, sağlığı yerinde, umut veren mesajlar vermeye devam ediyor, halkın desteğini ve avukatların ziyaretlerini bekliyor. Ona da mümkünse kitap ve bolca mektup gönderin. Duyanlar duymayanlara iletsin…
Ve tüm bunları da bilenler bilmeyenlere anlatsın...
Yazıyı Mustafa Kemal Atatürk’ün her zamanki gibi derin ve de anlayana pek çok manalı sözlerinden biriyle bitirmek boynumuzun borcudur: “Özgürlükten doğan bunalımlar ne kadar büyük olursa olsun, hiçbir zaman fazla baskının sağladığı sahte güvenlikten daha tehlikeli değildir”.
Özgür, adil ve güneşli günlerin çarçabuk gelmesi umudumuzla…