Tribünlere oynama zamanı geldi ya, başladı dört koldan kadına yönelik erkek şiddetine dair ‘cezalar ağırlaştırılacak’ iddiaları. İddia dediysek o reform paketleri, yasa torbaları işaret edilen, madde madde sayılmış, planlandığı söylenen düzenlemelerin çoğu çarpıtma yüklü algı operasyonu. Cumhurbaşkanının resmi twitter hesabından paylaşılan maddeler, yasalarımızda zaten var. Üstelik öngörüldüğü müjdelenen (!?) ceza alt sınırlarının çok daha üstünde yasada yer alan ceza alt sınırları. ‘Yasalara dokunma. Uygula’ demekte ısrar edişimiz bundandır.
Örneğin mesajda “takım elbise, kravat takdir indirimi gerekçesi sayılmayacak” buyurulmuş. Yasada böyle bir indirim gerekçesi zaten yok. Yasa uygulanmadığı için hayatta karşımıza çıkıyor ve yeni yasal düzenleme gerekmeksizin yasanın adaleti sağlayacak şekilde uygulanması yeterli. Açıklamadan bir başka örnek: “Kadına karşı işlenen kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve eziyet gibi suçların cezası arttırılacak.” Peki cinayetler için yasada öngörülen cezalar düşük mü? Hayır. Cezalar yeterli. Sorun yargı mensuplarının siyasi iradeye bağımlılığıyla ilgili. Kadın, iktidar tarafından eşit yurttaş, hukuk öznesi, özerk birey olarak görülmeyince, mahkeme kürsüsündeki hakim de görmüyor ve fail korumacı bir adalet mekanizması işletiliyor. Adaletin terazisi kadınları, öldürüldükleri zaman bile katille eşit tartmıyor. Çünkü siyasi irade eşit görmüyor. Çünkü yargı, yansız ve bağımsız değil. Yargı erki ile siyasi erk ikisi de erkek ve karşısındaki fail de erkek. Mezara giren kadını kimsenin göresi yok. Üstelik verilen cezaları bile infaz yasalarınızla kuşa çeviriyorsunuz. Cezasızlık sonucu veren tutuksuz yargılamalar ve erken tahliyeler, sizin eseriniz. Ayrıca işkence ve eziyeti konu alan yasa maddelerimiz var. TCK 96’ıncı madde 'eziyet' başlıklı. Madde gerekçesi aynıyla kadına yönelik sistematik şiddetin, eril şiddetin tanımıyla bire bir örtüşüyor.
Tehdit, kasten yaralama, duygusal ve ekonomik şiddet, ısrarlı takip bu suçların hepsi kadına yönelik erkek şiddetinde sistematik, uzun süreli, belli bir süreç içerisinde sürekli tekrarlanan fiiller olarak TCK 96 kapsamında sayılan suçlar. Ve ceza alt sınırları 2 yıldan başlayarak 5 yıla karar uzanıyor. Nitelikli halinde aynı madde 3 yıldan 8 yıla kadar ceza öngörüyor. Cumhurbaşkanı tarafından vaat gibi, müjde gibi sunulup, arttırma adıyla tanıtılan cezaların sınırı, maddenin öngördüğü ceza sınırına yaklaşamıyor bile o kadar düşük kalıyor arttırma olarak sunulanlar. Böylesi çarpıcı bir gözbağcılığı demeyeyim de hadi göz boyama ile, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken kadınlar resmen aptal yerine konuldu.
Vaat gibi sunulanların kadın aklıyla alay etmek olduğu öylesine açık ki herkes farkında ama yine de yasa ile vaadi karşılaştırmak iyi olabilir. “Nikahlı veya boşanılmış eşe karşı işlenen tehdit suçu cezalarının alt sınırı 9 aya çıkartılacak:” Muştu (!?) böyle. Peki, yasa nasıl öngörmüş bir de ona bakalım. Bu yazıyı haddinden fazla kalabalıklaştırmak istemiyorum çünkü bir de hakaret kısmına değineceğim. İlgilenen herkes tek tıkla arama motorundan maddeyi ve gerekçesini okuyabilir. Hiç karmaşık değil üstelik öyle anlaşılır yazılmış ki madde ve gerekçesi, hukukçu olmak bile gerekmiyor yorumlamak için.
Evet, Türk Ceza Kanunu 96’ıncı maddesi 2005 yılında yazılıp 2020 yılında ek yapılmış haliyle eş ve boşanılmış eşe karşı işlenen tehdit eylemini, suçun nitelikli hali kabul ediyor ve ceza alt sınırı 3 yıl olarak belirlenmiş. Cumhurbaşkanı ise ceza alt sınırını 9 aya çıkarmaktan söz ediyor. O kısacık mesajda daha pek çok çarpıtılmış öneri var ancak hepsini örneklendirmeye gerek yok bence. Tek örnek bile sivrisinek saz misali yeterli.
Tabii bunlarla kadınların gözünü boyaması mümkün değil ki o da bunu biliyor ve hakaretler ederek kendince önlem alıyor. Eşitlik mücadelesi yürüten kadın hakları savunucularını güvenilmez gösterme ihtiyacında. Çünkü kadın hareketine duyulan toplumsal güven, kadın hakları alanında mücadele etme ihtiyacıyla doğru orantıyla artıyor. Toplumda oluşan güvenin ardında haklılığımız yatıyor. Öyle haklıyız ki her eşitlik mücadelesi gibi her adalet arayışı gibi insan onurunu yüceltmeyi hedefleyen her insani gelişme çağrısı gibi egemenler, Firavunlar, Nemrutlar tarafından kötü gösterilme ihtiyacı duyulan her akım gibi bugün de kadın hareketi kötücül gösterilmeye çalışılıyor. Kadınları ayrıştırarak yapılmaya çalışılıyordu bugüne kadar. Şimdi hakaret dozu yükseltildiği gibi hakaret edilen kadın çemberi de genişletildi.
Dindar- seküler ayrıştırması yetmedi; terörist yaftasıyla ölü bedenlerin çıplak teşhiri yetmedi; Taybet Ana’nın cenazesini günlerce sokak ortasında bekletmek yetmedi; aynı eril şiddetle ve hepsi de sadece kadın doğduğu için erkekler tarafından öldürülen kadınları, sizden-bizden söylemiyle ayrıştırmak yolu seçildi. Ayıptır, yazıktır, günahtır. Evet, ayıp, yazık, günah olmasına rağmen burada bile durulmadı, sınır aşıldı. Diller analarımıza uzandı. Cumhurbaşkanına hakaret suçundan açılan davalar, gözaltılar ve tutuklamalar, cezalar, yasa bunca geniş yorumlandığı için yüksek sayıya ulaşıyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünün daraltılmasından alınan güce rağmen o yasa maddesi en geniş yorumuyla bile Cumhurbaşkanına, bu ülkenin yurttaşlarına ve analarına hakaret etme imtiyazı tanımıyor.
Cibilliyetsiz dedi Cumhurbaşkanı. KADEM toplantısında yaptığı konuşma ile kadın hakları savunucularına cibilliyetsiz dedi. Açın sözlükleri bakın veya daha kolayı arama motoruna tıklayın, Cumhurbaşkanı ağzından duyulabilecek bir söz mü? Türk Dil Kurumu Sözlüğünden alalım, ne de olsa Cumhurbaşkanınca yönetilen bir kurum olduğu için oradan bakalım: Yaradılıştan kötü, sütü bozuk, soysuz (kimse).
- Yaratılışı kötü
- Mayası bozuk
- Sütü bozuk
- Soysuz
Kuralsız, sınırsız bir yönetimin başı, canlı yayınlanan konuşmasında, kadınların huzurunda ve topluma karşı ve kadınları hedef alarak yaptı bu hakareti. Ve bir de kadınlardan alkış aldı. Kime söyledi? Sana, bana, herkese cibilliyetsiz dedi. Bile isteye ve üstelik ardından pekiştirerek söyledi. “Bizim sütümüz farklı onların sütü farklı” sözleriyle hangi anlamda kullandığını bir kere daha açıkça ifade ederek pekiştirdi hakaretini.
Ana sütünü bile ayrıştırmakla yapılabilecek hataların en büyüğü yapıldı, sınır aşıldı. Kadınları ayrıştırmak yetmedi, kadınların analarını, anaların sütlerini cinsiyetçi dille ayrıştırmak seçildi. Duvar gibi yaslanılası kuvvet bulunası ve dahası Allah’tan geleni, doğduğunda bulunanıdır, analar ve sütleri. Hem öyle böyle duvar değil cami duvarı gibi sağlamındandır herkesin sütü ve soyu. Herkes sözüne dikkat etsin, ağzından çıkanı kulağı duysun.
Not: Kapak fotoğrafı : Dilek Sarıgül / csgorselarsiv.org