Cezayir’de halk sokakta. Kırk milyonu aşkın nüfusun, yarıdan fazlası yirmi yedi yaşın altında. Beşinci kere peş peşe cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Bouteflika ise 83 yaşında. Halk, “artık yeter” dedi. Ama yalnızca Bouteflika’nın adaylığına değil, kara düzene “yeter” dedi.
Evet, halk ya. Üniversite öğrencileri, kadınlar, avukatlar, öğretmenler. On binler. Başkent Cezayir’in ana arterlerini dolduruyorlar, meydanlarına sığmıyorlar. 1962’den bu yana bir tür oligarşik yapıyla yönetilen, 1992-2002 arasında kanlı bir iç savaş yaşamış, “sokak kültürü” olmayan Cezayir’de.
Cezayir benim ilk göz ağrım, hariciyedeki “yamaklık aşkım”, 1995-97 yılları arasındaki ilk dış görev yerim. Değindiğim iç savaşın kanlı dönemiydi, on yılda iki yüz bin kişi hayatını kaybedecekti. İslamcılar silaha sarılacak, müesses nizam kendini koruyacaktı.
Cezayir’in Fransa’dan bağımsızlık mücadelesi de on yıl sürmüştü. Ancak 1962’de amaç hasıl olduğunda bir iç hesaplaşma da yaşanmıştı. Önce Ben Bella, Benkhedda’yı tepeledi ve bugünlerin yolunu açan ceberrut devletin yapı taşlarını döşedi. Kaderin cilvesi, o Benkhedda’nın hekim oğlu geçtiğimiz günlerde başkent Cezayir’de katıldığı bir yürüyüşün itiş-kakışında öldü.
Ben Bella’yı da Fransa’da beraber hapis yattığı ve kendi Savunma Bakanı yaptığı Boumédienne devirdi. O ilk ekipten Boudiaf, 28 yılını Fas’ta sürgünde geçirip, islamcı FIS’in seçim zaferi kazanmasının ardından ilan edilen sıkıyönetimde devlet başkanı olacak, ancak altı ay görevde kalabildikten sonra (canlı yayında) 1992’de katledilecekti.
Böylece iç savaş tüm dehşetiyle başlayacaktı. Sadece “Toufik” takma adıyla tanınan general Medienne çeyrek yüzyıl boyunca (1990-2015) kendi yarattığı güvenlik ve istihbarat aygıtının başında kaldı. Kamuoyuyla paylaşılmış, sadece tek, silik bir fotoğrafı vardı ve ülkeyi perde gerisinden onun yönettiği söylenirdi.
Şimdi aile üyeleriyle birlikte İsviçre’de bulunan Bouteflika o kuruluş döneminin yaşayan fosillerinden. Bir düzeni ayakta tutan, temel işi devletin bitkisel hayatını sürdürmek olan bir mumya. Değil bu yıl, beş yıl önce dahi, bırakın miting yapmayı, televizyona çıkmayı, fotoğrafı bile yayımlanmadı. Halen hayatta mı, o bile bilinmiyor artık.
Yıllardır hastaneleştirilmiş resmi ikametgahında kalıyordu. Yanına yalnızca kardeşi girebiliyordu, ülkeyi de esasen onun yönettiği, pastayı onun paylaştırdığı söyleniyordu. Cezayir, petrol ve gaz zengini bir ülke. Nüfusu artıyor, altyapı yatırımlarına gereksinim sürekli. Türkiye için de iyi bir pazar.
Sokaktakiler, tüm eylem deneyimsizliklerine rağmen, neredeyse hepsi gözlerini açtıklarında başlarında Bouteflika’yı gördükleri halde, barışçıl kalmaya özen gösteriyor. Çünkü, güleç yüzleriyle saha kenarından ellerini ovuşturan içten pazarlıklı İslamcıların “devrim hırsızlığında” uzman olduklarının bilincindeler.
Aynı zamanda, suyun başına oturmuş muktedir kadronun da Bouteflika’yı kenara çekip, yerine hem dışa hem içe şirin görünecek bir general yahut büyükelçi koyabileceğinin de farkındalar. Henüz kimse neyin nereye varacağını kestiremese de halk hareketinin ivmesi kökten bir dönüşüme yönelik.
Kolluk kuvveti şimdiye dek ılımlı davrandı. Ordu kışlasında bekledi. Sistemin kendi içinden de Bouteflika Klanı’na yönelik bir değişim iradesi olduğu seziliyor. Bunun anlamı, Fransa ve ABD’ye “ama terörle mücadele?” dedirtmek, sonucu mağribi bir Sisi’yle yola devam mı olacak?
Cezayir’in çok nitelikli bir yetişmiş insan nüfusu var. Geniş halk çevrelerince kabul görecek bir kıdemli bürokrat, ipleri elinde tutan güvenlik/istihbarat aygıtının kaygılarını da yatıştırarak, sadece sistemin göstermelik çözümü değil, eskiden yeniye geçişin güvencesi de olabilir. Ancak bu ara çözüm bana sokaktakileri pek tatmin edecek gibi gelmiyor.
Nitekim, Bouteflika adına İsviçre’den yapılan yazılı açıklamada, cumhurbaşkanının görev süresi dolmadan bu türden bir geçişi kendinin yönetmesi öneriliyordu, yeterli görülmedi. Ne Bouteflika, ne çevresindeki aile efradı Cezayir’e bir daha dönemeyecek gibi. Zulaları onlara ömür boyu yeter zaten.
Cezayirlilerin önünde duran esasen bir II. Cumhuriyet olanağı. Çökmeden, yeniden başlamayı becerebilecekler mi? Devleti yıkmadan, rejimi değiştirmenin dışarıdan dolaylı ya da doğrudan müdahaleyle mümkün olmadığını hem Irak’ta hem Suriye’de gördük. Cezayir bunu içeriden, aşağıdan yukarıya deneyecek.
Cumhurbaşkanı demek (tabii görev süresi boyunca) o ülkenin cisimleşmiş hali demek. Bouteflika’nın sağlığının belirsizliği gibi kimi devletler hayatta mı ölü mü belli değil. Bu yaşayan ölü ülkeler, kendi cesedini sırtında taşıyan, enkaz devletler, kleptokrat oligarşilerin elinde ahbap çavuş kapitalizminin müzelik numuneleri.
Osmanlı bizsek, biz üç yüzyıl kalmışız Cezayir’de, Fransa 130 yıl. Bizden geriye bir Keçava Camii kalmış, bir de ünlü Casbah mahallesi. Fransızlar ise başta Fransızca, neredeyse her şeyi bırakmış. Ancak bugün “laiklik” derseniz, Cezayir’de “Fransacılık” anlaşılıyor ve hiç hoş karşılanmıyor. Buna karşılık 1962’de çeperlerden gelenlerin tüm baskılarına rağmen Fransızca temel bir avantaj olarak kalmış.
Velhasıl, Cezayir’den bir arayıcı fişek atıldı, karanlıkta aydınlık bir iz bıraktı. Tek aydınlatma fişeğiyle sabah olmaz, doğru. Eğer süreç barışçıl yürür, serbest seçimler yapılabilir, başta medeni kanun olmak üzere bir reform yapılabilirse Cezayir kanatlanabilir. Hem de Arap Baharı denilen kökten dönüşümün ikinci perdesini açmış olur.
“Bize ne Cezayir’den, bizim derdimiz bize yeter” demeyin lütfen. Kendinize heyecanlanma izni verin. Dört mevsim masmavi gökyüzü, Akdeniz’e bakan yamaçlarda çam ağaçları, eski evlerin pencerelerinden hevenk hevenk sarkan yaseminleri, insanın kanını kaynatan sanki Küba esintili “rai” müziği, zengin denizleri, modernist tarzda binaları, güzel, mizah duygusu güçlü insanlarıyla Cezayir kuş uçuşu Paris’le aynı mesafede İstanbul’a.
Özgün ve bence güzel klibiyle değerli Gaye Su Akyol’un yeni parçasında söylediği gibi: (belki) “İstikrarlı hayal hakikattir”, kim bilir? Ya da, başlamak yolun yarısıdır. Dayanışmayla kalın, hayalleriniz tasarılarınız olsun.