Geçtiğimiz hafta sona eren İngiltere Premier Ligi'ni 3'üncü sırada bitirerek Şampiyonlar Ligi biletini, 5'inci sırada kalan Arsenal'den kapan Chelsea, rakibine, Şampiyonlar Ligi'ne doğrudan katılım hakkı verecek olan UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğunu da bırakmadı. Arsenal, bu şampiyonluğa daha fazla ihtiyaç duymasına ve daha fazla istemesine rağmen kupayı kaldıramadı. Chelsea'de ise teknik direktör Maurizio Sarri'nin hırsı, Hazard'ın yeteneği ve Giroud'un ustalığı kupayı Maviler'e getiren en büyük etkenler oldu.
Maçın golsüz ve düşük tempoda geçen ilk yarısının ardından sosyal medyada çoğu futbolsever oynanan oyunu beğenmediğini, Bakü'de oynanan final maçının adeta Azerbaycan Ligi kalitesinde geçtiğini yazdılar. Kabul edelim ki, ilk yarıda bu iki takımın lig performanslarından uzak bir görüntü vardı. Fakat unutulan belki de şu oldu: Final maçlarının büyük bir çoğunluğu gol atılana kadar bu şekilde geçiyor. Özellikle böylesine denk takımların mücadelesinde teknik direktörler tüm sezonun yıpranmışlığını da düşünerek maçın boyunu kısaltmaya, yani son bölüme kadar risk almamaya bakıyorlar. Elbette o an gelene kadar rutin planları içerisinde ya da sürpriz bir şekilde gol kovalamayı ihmal etmeden.
Tabii maçı anlatan ikili Yalçın Çetin ve Bülent Timurlenk'in de belirttiği gibi Bakü'de nem oranı yüksek, sıcaklık ise fazlaymış. Üstelik yerel saatle gece 11'de başlayan bir karşılaşma olmasına rağmen. Platini'nin UEFA başkanı olduğu dönemde yaptığı değişikliklerin bir sonucu bu aslında. Yıllardır mayıs ayının ikinci haftasında oynanan bu finaller artık haziran ayına, yani yaza kaydı. Üstelik, yine yılların alışkanlığı olan Şampiyonlar Ligi finallerinin çarşamba gecesi oynanma ritüeli de elimizden alınıp bir haftasonu etkinliğine dönüştürüldü. Halbuki has futbolseverler için çarşamba günlerinin yeri ayrıdır. Neyse!
Haliyle bu karşılaşma da gole kadar çok fazla seyir zevki vermedi. Ancak anlattığı şeyler vardı. "Pozisyon oyunu" diye adlandırılan ve oyuncuların ana amacının oynadıkları mevki en başta neyi gerektiriyorsa onu yaptıkları bir şekilde ilerleyen oyunda, iyi çizilmiş hücumlar izledik. Bunlardan bir ya da ikisinde gol çıkabilirdi. Fakat gol, beklenmeyen bir biçimde, tamamen kişisel beceri ile geldi. Giroud normalde kafa atılmayacak bir topa nefis uzandı ve bir anda maçın kilidini kırdı. Maça iyi başlayan, yaklaşık 20 dakika oyuna hükmeden lakin ilk yarının ortalarından devre sonuna kadar oyun üstünlüğünü rakibe kaptıran Arsenal için yenen bu gol olması gerekenden daha yıkıcı oldu.
Bunun nedeni muhtemelen maçtan Arsenal'in daha büyük bir kazanım elde edecek olmasıydı. Elbette rakip Chelsea'de de işler yolunda değildi. Ligi dördüncü bitirmek değil ama zirveden bu kadar puan geride bitirmek, sezon boyunca şampiyonluk potasına girememek taraftarlarla dahi teknik direktör Sarri'nin arasını açmıştı. Sarri kupayı kaldırsa da kaldırmasa da Chelsea'dan ayrılması bekleniyordu. Hazard, zaten artık Real Madrid futbolcusu olmuştu. Takımın başkanı maçlara dahi gelemeyecek bir pozisyondaydı. Ama zenginlerin kulübü Chelsea, hayatta olduğu gibi sahada da kazanan taraf oldu.
Ülkemizde pek beğenilmeyen Giroud, maçın kilidini açan golü attıktan sonra Pedro'nun bulduğu golde İspanyol oyuncunun bu kadar raht bir gol vuruşu yapması için alan açtı. Aynı Giroud üçüncü golü buldukları pozisyonda penaltıyı alan oyuncuydu. Geçen yaz Dünya Kupası'nda gol atmasa da her maça 11 çıkan ve takıma büyük katkı veren Giroud, teknik direktörlerin neden vazgeçilmezi olduğunu bir kez daha gösterdi.
Final maçında en dikkat çeken durumlardan birisi de hakem yönetimiydi. Kararlarında net, oyuncularla münakaşaya girmeyen ve bir kez bile VAR'a başvurmayan bir yönetim vardı sahada. "Bu final maçı. Varımızı, yoğumuzu ortaya koyacağız. Gerginiz, rakibe sertlik yapmak, hakemi baskı altına almak zorundayız" zihniyetinin takımlarda olmaması da hakemin büyük şansıydı elbette. Geceden feyz alınacak bir şey varsa o da oyunun işleyişine sahadaki herkesin katkıda bulunmak üzere sahada varlık göstermesi oldu.
İlk İngiliz düellosunda kazanan Chelsea oldu. Bakalım, cumartesi gecesi Londra'nın yoksul bölgesinde varlık gösteren Tottenham mı, işçi takımı olma geleneğini günümüze kadar taşıyan ve asla yalnız yürümeyen Liverpool mu kazanan taraf olacak? Açıkçası ağustos ayında İstanbul'da yapılacak UEFA Süper Kupa finalinde hangi takım olursa olsun atmosfer büyük olacak. İngilizler, bu konuda gerçekten iyiler. Belki de sadece bu konuda...