Murat Belge’nin çevirisini yaptığı, W.T. Stace’in “Hegel Üzerine” isimli kitabı, Hegel ile ilgili dilimize kazandırılan ilk kitaptır. Sayın Belge, oldukça başarılı bulduğum bu çeviride, önce, Türk Marksistlerin şu düşünürleri kendi dillerinde okuyamamalarına rağmen Marksist olduklarına değinir: Hegel, Feuerbach, Adam Smith, D. Ricardo, L.H. Morgan. Sonra, herkesin her şeyi okumasının olanaksızlığını; Marksizmin ise, Marksist metinleri okumakla anlaşılabileceğini savlar.
Marksist felsefede bir sorun olarak duran Hegel düşüncesini bilmeksizin ilerlenebileceğini iddia etmek, şimdiden pozitivist, dolayısı ile sınırlayıcı bir tutumdur oysa. Bu tutum, çevirmenin dipnotlarının, giderek kitabın içeriğine müdahalesine dönüşmesinin altında yatan yersiz özgüvenin kaynağıdır aynı zamanda. Bu saptama ile, oy pastasındaki en büyük dilimi CHP ile temsil edilen Türk solunun seçmeniyle, seçileniyle pençesinde kıvrandığı, önemsenmesi gereken sorunlarını da bir çırpıda özetlemiş oldum. Kabaca altını çizersek:
1. “Geçmiş”in, bağımsız ve etkisiz bir öğe olarak işleme sokulması: Halkla ilişkisizliğin temel nedenlerindendir; aslında, solcumuz kendisi ile de ilişki kuramamış, kendisini tarihsel bir varlık olarak kavrayamamış, bağrında yetiştiği kültürde, edimleriyle tarih sahnesinde var olamamıştır.
2. Kavramlardan hareketle irdeleme yapılamaması: Kavramsız düşünme, ilkesizdir. Politik arenada, geçici olanın, yorucu bir enerji ile yine kendisi ile ilişkilendirilmesi demektir ki, “dönüşüm” fırsatı barındırmaz.
3. İkinci el bilginin, bilginin oluşmasındaki emeksizliğin, giderek tasarımların, rasyonel düşünceymiş edasıyla savlanması: Burada tanımlanan “Emeksiz Aydın” bu ülkenin karanlık yanıdır. Ayrıca, yalnızca kendine benzer olanla özdeşleşme, kendilik potansiyelinin açığa çıkarılmamış olmasının nefrete dönüşmesi gibi yan etkileri vardır.
Bireysel varlık ile toplumsal varlığın uzlaştırılmasının önemsenmediği bir özgürlük anlayışının sancılarını çekiyoruz. Gücün, adaletle bütünlük içinde olması, modern bir devletten beklenir. Bu, öznel birey ile toplumsal bireyin “iyi yaşam” (Aristotelesçi anlamda) amacının örtüşmüş olmasını gerektirir. Bu yüce amacın kendisinde edimsellik kazanmadığı her birey, gücü ele geçirdiği her platformda iki tutumdan birisini benimseyecektir: Ya bir despotu sergileyecektir ya da bir despot tarafından güdülmek isteyecektir. Sizleri, bu iki tutumu yalnızca politik alana tutsak etmekten vazgeçmeye davet edebilir miyim? Mutfakta, mahkemelerde, gelin-kaynana ilişkilerinde, muayenehanelerde, ebeveyn-çocuk ilişkilerinde, meyhanelerde, tarikatlarda, kadın-erkek ilişkilerinde sergilenişinden nitelik olarak değil olsa olsa nicelik olarak farklı olduğunu; olanın “biz” olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. “Özgür birey” ile henüz tanışmadık, özgünlüğü ispatı olacaktır dikkat edilsin.
CHP’nin internet sitesini takip edenler, ana sayfadaki kaydırmalı menünün her bir sayfasının, sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili olduğunu fark etmiş olmalılar. Güce tapan feodal kimlik kendisini gizleyemez: Ne partili ne seçmen ne de seçilen olarak. Muhalefet olarak, “dayatılan” yaşam tarzına karşı çıkmak dışında pek de bir politika geliştirememiş olan bu partinin, internet sitesinin kaydırmalı menüsünde verdiği ana haberlerden birisinin, genel başkanın oğlunun düğün töreni olması acıklı bir durumdur. En çok okunanlar listesine bir göz atınız: Tıklanamayan bir link, boş. Okumak mı? Öncelikle, okunacak metinler üretmek gerekmektedir. Çok da zor olmasa gerek: Atatürk’ün, katıldığı son CHP kurultayı olan, 4. Büyük Kurultayı'nda yaptığı konuşmayı temel alıp, özeleştiri yaptığınız bir metni okunması için sunabilirsiniz örneğin. Zamansal olarak 83 yıl ileride olduğu halde, en azından yüz yıl sonrasına hitap etmiş bir önderi hiç anlayamamış olmak, utanç vermelidir CHP yönetimine. Atatürk ile olan organik ilişkinizden dem vurmayı bırakın, onunla ortak bir paydanız kalmamıştır. “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesilleri hedeflemek, onların içinde yetişeceği ve insan gibi yaşayabileceği bir modern devlet girişimi, bu topraklarda bir başka benzeri olmayan, değerini bilemediğiniz bir sol aydınlanmadır bal gibi.
Çuvaldızı CHP’ye batırdık, iğneyi ise kendimize batıralım: Özgürlüğün toplumsal kavranışını dert etmedik; politik etik ile bireysel etiği uzlaştırmaya çalışmadık; politik etiğin hukuk felsefesi dışında bir yerlere inşa edilmesine müdahale etmedik, kısacası demokratik bir toplumun gereklerini yerine getirmedik. Siyasal İslamcıların anlamadıkları halde burun kıvırdıkları Atina şehir devleti, 2 bin 500 yıl önce şehrin yönetiminde dönemsel olarak yer almayı, yönetime aktif katılımı, her özgür Atina yurttaşı için zorunlu kılıyordu. Bizler, arsızca bireysel taleplerde bulunmayı özgürlük zannetmiştik oysa. CHP’nin, yaşam tarzlarının bekçiliğine indirgenmiş muhalefet yapmanın dışında boş bir balona dönmesindeki unsurlardan en önemlisi, kendi seçmen kitlesinin ilkesizliğidir. “Bilgisi olmadığı halde fikir sahibi olan” ve sorumluluk almaktan ölesiye nefret eden bir kitle. Apartmanlarımızı yönetecek bir emekli asker hep vardı ne de olsa! Yeter ki; ailemiz, yakın çevremiz uğraşmasın ama zarar da görmesindi; gerisi ne gam! Sahiden biz niçin köle olmaktan vazgeçemiyoruz? Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ile devlet arasındaki çatışmaları köle-efendi diyalektiği çerçevesinde incelesek; yönetiminde yer aldığımız giderek atıl hâle getirdiğimiz dernek, vakıf, sendika benzeri oluşumları yeniden gözden geçirsek… Oraları da işlev bakımından, “tek adam” iktidarı olarak CHP'lileştirdiğimizi diyorum, anlasak!
Aydın ve entelektüel ayrımlarının yapılmamış olması, henüz tanımlarının yapılmamış olmasından bağımsız değildir. Üstüne üstlük, nefes aldığımız mecra; her meslek sahibinin kendisini aydın olarak tanımlayabildiği; vergisiz, serbest, kasabalı bir mecradır. Erol Anar’ın “Türklerde sivil toplum ve özgür düşünce gelişemediği için Türk aydın tipi de askeri otoriteye bağlı, cuntacı militarist karaktere sahiptir” yönündeki tespitine katılmamak elde değil. Tırmanabildiği dorukta, en azından 1980 askeri darbesini yaşamış dahi olsa, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin “Ussal” olduğu çıkarımı ile mahkum bir güruhtur CHP seçmeni.
Michael Hopf, “Zor zamanlar güçlü insanları; güçlü insanlar iyi zamanları; iyi zamanlar zayıf insanları; zayıf insanlar da zor zamanları yaratır” der. Sanırım, iyi zamanlarda yaşayan zayıf insanlar olduğumuzu kabullenmemiz gerek. Sürekli başkasını, partimizi suçlamakla pek yol alamadık.
Sayın Kılıçdaroğlu, bugüne kadar yaptığınız tek ve en etkili muhalefet “Adalet Yürüyüşü” oldu. Şimdi ikincisine geçin, partiyi kapatmak için seferber olun. Muhalefet yaparmış gibi yapmanızdan, bitmek bilmeyen kınamalarınızdan bıktık, yorulduk. Lütfen artık gerçek muhalefete yer açın. İktidar, ülkenin yönetim biçimini dönüştürmüş, siz de CHP’yi değiştirmişken, nasıl o koltukta oturmaya devam ediyorsunuz?