OHAL şartlarında ve giderek amacından sapıp rutin yasama işlemine dönüşen KHK atmosferiyle seçime gitmek yeterince zordu. Üstüne Afrin operasyonu geldi. Şimdi artık çatışma filan değil açık savaş ortamında seçime yaklaşıyoruz.
2019 seçimleriyle, ilkbaharda yerel yönetimleri ve sonbaharda genel seçimlerle birlikte cumhurbaşkanını da belirleyecek Türkiye. Takvimin öne alınması da kuvvetle muhtemel. İlkbaharda kısa aralıklarla iki seçime gidebiliriz. Tayyip Erdoğan, genel seçimle cumhurbaşkanı seçimini, yerel seçimlerden kısa süre önce gerçekleştirmeyi tercih edebilir. Şansını yüksek görürse, seçmenin yerel yönetimlere dönük hoşnutsuzluğunu perdeleme aracı olarak kendi seçilmişliğini kullanmak isteyebilir. Seçileceğine kanaat getirirse, merkezi yönetimle yerel yönetim arasındaki uyumu önceleyen karakteristik seçmen davranışını, partisi için avantaja dönüştürmeye yönelmesi hiç şaşırtıcı olmaz. Hele seçim kanununa ilişkin beklenen değişikliklerin şu bir aya sıkıştırılmasıyla karşılaşırsak bir yıl sonra seçime gideceğimiz ihtimali yükselir. Gerçi usulsüzlüğün usul olduğu ülkede kanundaki değişikliğin bir yıldan önceki seçimlerde uygulanmayacağı kuralı yok sayılırsa ona da şaşıracak veya itiraz edecek herhangi bir siyasal güç yok şu an.
Olağanüstü hal ile savaşın gölgesinde gidilecek bu seçimin ülkenin kaderini belirleyeceğinde herkes hem fikir. AK Parti seçmeni de muhalif seçmen de bu seçimleri, ülkemiz için kaderin dönüm noktası olarak görmekte. Hal böyle olunca partilerin olağan genel kurulları, kurultayları bile olağanüstü öneme sahip. 36. CHP Kurultayı da öyle tabi ve HDP 3. Genel Kurulu da.
Açık söylemek gerekirse hafta sonu tamamlanan CHP kurultayında sol eğilim baskın geldiği takdirde HDP için işlerin zorlaşacağını düşünüyordum. HDP’yi yükselten sol oyların, kader seçimi algısıyla CHP’ye kayma ihtimali vardı. Hem demokrasinin hem HDP’nin geleceği açısından ümit kırıcı olurdu. Neyse ki korktuğum gerçekleşmedi. Gördük ki CHP bilindik eski haliyle yola devam edecek. Referandum sonucunu kendisi için dev aynasına dönüştürmüş, %49'un ve muhalefetin taşıyıcısı olmak hülyasıyla tamamladı kurultayını. O hayır oyları içinde asla CHP’ye oy vermeyecek ama sunulan anayasa değişiklik paketinin içerdiği vahim hatalara karşı çıktığı için CHP ile yan yana görülmeyi bile göze almış dindar kitlenin hala farkına varmış değil. Her kesime mavi boncuk dağıtarak her ne demekse “dengeli muhalefet” kimliğinde ısrarcı yönetim anlayışı yine kazandı. AKP-MHP koalisyonunun en büyük şansı ana muhalefet partisi CHP’nin klasik devlet politikalarını değil demokratikleşmeyi önceleyecek yeni politikalar belirlemekten hala uzak kalması. Bu üç partinin, demokrasiyi giderek silik ve uzak bir hayale dönüştüren yaklaşımlarda uygun adım ilerleyişi, toplumun da şanssızlığı. Dolayısıyla gözler şimdi HDP kongresinde.
11 Şubat'ta yapılacak 3. Genel Kurulunda HDP’nin kendisi için belirleyeceği yol haritası, ülkenin demokratikleşmesi açısından da seçimler için olduğu gibi büyük öneme sahip. Siyasi yelpazede sadece oran değişikliği ihtimali vaat eden İYİ Parti, henüz toplum barışı ve güçlü demokrasi açısından yeni bir politik akıl üretme potansiyeli sergilemiş değil. Demokratikleşmeyi zorlayacak, taşıyacak tek parti olarak şu an HDP görülüyor.
İktidarın ve iktidar yargısının baskısına rağmen konumunun farkında olduğu görülüyor HDP’nin. Farkında ki genel kurula bölgesel/yerel konferanslarla hazırlandı. Konferanslarda ortaklaşılan eleştiriler doğrultusunda yönetimin ve politikaların şekillenmesi hedefleniyor. Ülkenin doğusundan ve batısından yöneltilen iki ana eleştirinin öncelenmesi partinin, “Türkiyelileşme” çabasının hala devam ettiğini de gösteriyor. Demokratik çözüme inancın devam edişi, seçim sürecinde HDP’yi diğer partilerden ayırıp, geleceğe dair umut sunan tek parti kılmaya aday. İktidar koalisyonunun savaş çığlıklarıyla, faşizan, otoriter eğilimlerle yürüteceği besbelli olan seçim kampanyasına mukabil ana muhalefetin mahcup demokrat tavrıyla pek gizlemeye ihtiyaç duymadan yarı savaşçı kampanya yürüteceğini tahmin etmek zor değil. Oysa HDP, siyasal şiddeti, siyasetinin dışında bırakabildiği takdirde barışçı gelecek vaat etmeye aday tek parti.
Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen’in şu sözleri, demokrasi ve barış açısından geleceğe umutla bakmayı mümkün kılacak cinsten: “HDP’nin, kurulduğu dönemin koşulları ortadan kalkmış ve bugünkü OHAL ve savaş koşullarında çözüm üretme, toplumsal barışı inşa etme sorumluluğu ile daha ağır bir yükün taşıyıcısı olma pozisyonuyla karşı karşıya kalmıştır. Dolayısıyla örgütlenme biçimini, çalışma tarzını karar alma süreçlerini daha katılımcı kılmak daha geniş buluşmalarla bu yükü taşıyacak yeniden yapılanma sürecini başlatmak zorundadır.”
HDP 3. Genel Kurulu, hala elimizde demokrasi ve barış adına mücadele etmeye değer ve yeter bir şeyler kaldığını göstermeye aday. İzleyelim.