CHP neden İzmir’i kaybetmek istiyor?

Bu seçimde ve her seçimde CHP’nin genel tavrı İzmirli seçmenin oyunu garantilediği yönünde. Böyle olunca genel seçimlerde meclise girmesini istedikleri parti yöneticileri ya da popüler isimler İzmir’de üst sıralardan aday gösteriliyor. Bu nedenle CHP üyeleri için İzmir milletvekillikleri en önemli rant kapısı haline geliyor.

Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Yerel seçimlere 63 gün kala CHP’nin İzmir başkan adayları hâlâ ilan edilmedi. Bu anlamsız gecikmenin nedenleriyle ilgili olarak çeşitli senaryolar üretiliyor. İlk senaryo Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığını eleştiren muhalif başkanların tekrar aday gösterilmeyeceği yönündeydi. Bir başka senaryo ise İzmir dışından bazı flaş isimlerin adaylık için değerlendirilmesi, ancak yerelle bağlantısı olmayan bu adayların seçimleri kazanmasına çekimser bakılması. Olasılıklar artırılabilir, ancak şu ana kadarki görüntü parti içinde başkanlıkların belirlenmesi sürecinde kıyasıya pazarlıkların devam ettiğini varsaymak yanlış olmaz.

Bu seçimde ve her seçimde CHP’nin genel tavrı İzmirli seçmenin oyunu garantilediği yönünde. Böyle olunca genel seçimlerde meclise girmesini istedikleri parti yöneticileri ya da popüler isimler İzmir’de üst sıralardan aday gösteriliyor. Bu nedenle CHP üyeleri için İzmir milletvekillikleri en önemli rant kapısı haline geliyor. Yerel seçimlerde de Tuncay Özkan, Zeynep Altıok gibi isimlerin konuşulması da benzer bir zihniyetin sürdürüldüğüne işaret ediyor. Gerçekçi olmak gerekirse CHP’nin kalesi, Türkiye’nin laik yüzü olarak görülen İzmir’in CHP’ye yakınlığının bu şekilde kötüye kullanılması ve verili kabul edilmesi yerel dinamiklere de ısrarla vurgulanan yaşam tarzına da zarar veriyor.

İzmir beş milyon nüfusu ve otuz ilçesiyle Türkiye’nin üçüncü büyük metropolü ve ikinci büyük liman kenti. Bir önceki seçim dönemine kıyasla kent yönetimini ilgilendiren çok önemli değişiklikler söz konusu. İlk olarak Suriyeli sığınmacılar daha önceleri bir geçiş noktası olarak geldikleri ve geçici olarak kaldıkları İzmir’de kalıcı olmaya başladılar; kentin yeni sakinlerine yönelik bir eylem planı oluşturulması ve kalıcı çözümler üretilmesi aciliyet gerektiriyor. İkinci bir unsur, ağırlıklı olarak İstanbul’dan gelen üst orta sınıf göçmenlerin yerleşimi de şehrin sınıfsal profilini değiştirmesi ve İzmir’in gerek altyapı gerekse sosyo-kültürel özellikleriyle bu yeni göç dalgasını karşılama potansiyeli. Daha açık bir ifadeyle, Suriyeli sığınmacıların kalıcı yerleşimi bir gettolaşmaya, üst orta sınıf göçmen akını bir soylulaştırmaya (gentrification) yol açıyor. Şimdiye kadar yaş ortalaması yüksek bir nüfusa sahip olması nedeniyle emekli kenti, diğer taraftan artan üniversite sayısına bağlı olarak öğrenci kenti denilen İzmir’in değişen toplumsal dinamikleri yönetebilecek deneyimli ve etkin bir kent yönetimine ihtiyaç duyuyor.

İzmir’le ilgili bir başka mesele ise kentin ekonomik potansiyelinin toplumsal dinamiklerle uyumlu bir biçimde harekete geçirilmesi. Ülkenin ikinci büyük liman kenti olması ve yerel sermaye yatırımları İzmir’in ihracat potansiyelini güçlendiriyor. Ancak İzmir 2018 yılında ihracat değerini yüzde 15 oranında artırmasına rağmen hem ihracat değeri hem de ihracatçı firma sayısına bakıldığında İstanbul ve Bursa’nın ardından üçüncü sırada geliyor. Diğer taraftan kentteki en büyük yatırım inşaat sektöründe gözleniyor, 2018 yılında emlak fiyatlarındaki yaklaşık yüzde 20 oranındaki artış bu alanda yatırım yapanların iştahını kabartıyor. Oysa değeri milyonlarla ifade edilen gökdelenler ve lüks konutlar ulaşım, kanalizasyon gibi mevcut altyapı sorunlarını derinleştiriyor. İstanbul’un dikey büyümesi ve neden olduğu çevresel sorunlar bu büyümenin müsebbipleri tarafından dahi eleştirilirken bu durumdan ders çıkarmadan İzmir’i de aynı kontrolsüz büyümeye kurban etmek geri dönüşü olmayan kayıplara yol açacaktır.

Yaşam tarzı, İzmir ve İzmirli için şehrin toplumun farklı kesimleri tarafından ulaşılabilir olması, huzur ve güven ortamının olması, ötekileştirmeye karşı asgari müştereklerin vurgulanmasıdır. Ama bu yaşam tarzı 'Mahallenin en güzel kızı, İzmir'i kim istemez' gibi eril söylemlerle ya da rakılı göndermelerle ifade edilecek kadar da basit değildir. Yüzeysel vaatlerle, göstermelik gezilerle İzmir seçmeninin gözünü boyamak pek mümkün görünmüyor. Diğer taraftan bu tür indirgemeci yaklaşımlar CHP’nin İzmir’deki tembelliğini körüklüyor, seçimi kazanacağından emin olan başkan adayları bildiklerini okumaya devam ediyor, yenilikçi atılımlar görmek giderek zorlaşıyor. Nasıl ki AKP’nin genel seçimlerdeki rakipsizliği AKP iktidarına istikrar getiriyor, İzmir’deki rakipsizlik de CHP’nin İzmir yönetimine istikrar getiriyor; her iki durumda da rekabetten yoksun siyaset yeni proje üretmekte, toplumsal sorunları çözümlemekte, ortaya çıkan yeni dinamikleri karşılamakta yetersiz kalıyor.

Yerel yönetimler bugün eskisinden çok daha önemli. Neoliberal dünya düzenindeki devletin geri çekildiği sosyal ve ekonomik alanlar yerel yönetimlerin yenilikçi, yönetişime dayalı ve kent yurttaşlığını öne çıkaran yaklaşımlarıyla dolduruluyor. Yerel yönetimler merkezi yönetimlere kıyasla vatandaşların hak talebinde bulunmaları ve demokratik müzakere süreçlerine katılmaları açısından çok daha işlevsel alanlar sunmaktalar. Ekonomik gelişmenin yönlendirilmesi, siyasi ve sosyal hakların gelişmesi için yerel yönetimler bugün en önemli aktörler haline gelmiş durumdalar. Hal böyleyken yerel siyaseti parti siyasetine kurban etmek, hem halkın iradesini hem de yerel varlıkları hiçe saymak anlamına geliyor.

*Doç, Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü