Irak’a ziyarette bulunan CHP heyetinin başkanı, CHP Genel Başkan
Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı hedeflerinin Türkiye, Suriye, İran ve
Irak arasında “Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı – OBİT”
kurulması olduğunu belirtti.
Bu gezi ve ortaya konulan hedef geçmiş ve bugün ile ilgili bazı
şeyleri hatırlattı.
Hatırlanacağı üzere CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
geçmişte Irak’a bir gezi düzenlemiş, Şii lider Sistani’den de
randevu alınmıştı. Ancak buluşmanın iktidar ve medyası tarafından
nasıl bir gürültü ile propaganda malzemesi yapılacağını görünce
Kılıçdaroğlu son anda randevusunu iptal etti. Dönemin Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu geziyi “gereksiz yere kahramanlık” olarak
nitelendirmişti.
CHP heyetinin son gezisi sonrasında da iktidar medyası
tarafından eleştirildi. Ancak bu kez CHP bağlamı doğru yerden
kurdu. “İktidar adayı bir parti olarak vizyonumuzu paylaştık.”
CHP’nin bu türden ziyaretleri aslında başka ülkelere de çoktan
yapması gerekiyordu, geç bile kalındı. Sadece iktidar hesabı ile
değil, bu türden, sahada doğrudan temaslar bir kesimi temsil eden
(ana) muhalefet partisi olarak ülkenin iç meselelerinde olduğu gibi
dış konularda da görüşünü ortaya koyabilmesi için elzem. Diğer
yandan Türkiye’nin sürüklendiği dış politika maceralarında nerelere
varıldığının halka anlatılması lazım.
Ziyaret sonrası Oğuz Kağan Salıcı tarafından yapılan
açıklamalarda Türkiye, Suriye, İran ve Irak arasında “Ortadoğu
Barış ve İşbirliği Teşkilatı” düşüncesi de zikredildi. Arap Baharı
adı verilen süreç öncesinde hayata geçirilmeye çalışılan buna
benzer birkaç proje vardı aslında. Ancak AKP’nin Suriye politikası
ve çeşitli sebeplerle uygulanamadı.
Birincisi, Lübnan’ın da dahil olduğu ve Türkiye ile Lübnan
arasında ön görüşmelerin tamamlandığı “otoyol – gümrük” projesiydi.
Buna göre Türkiye’den çıkacak olan bir tır Suriye gümrük
kapılarında bürokrasiye takılmaksızın Lübnan’a ulaşabilecekti.
Gümrük işlemleri Türkiye tarafından yapılacaktı. Bu, Türkiye’den
yapılacak ihracat için büyük kolaylık demekti. Diğer yandan Suriye
ve Lübnan ekonomisine de büyük katkı sağlayacaktı. Diğeri ise,
Türkiye ile Suriye arasında yapılan gümrük ve yatırım
anlaşmalarıydı. Suriye Arap ülkesi olduğu için Arap ülkeleri
arasında var olan gümrük birliği anlaşmasına dahildi ve “Made in
Syria” damgalı ürünler diğer Arap ülkelerine sıfır gümrük ile giriş
yapabiliyordu. Türkiye’den Suriye’de yatırım, imalat yapan iş
insanları da, örneğin; Halep’te yapacakları imalat ile hülle yolu
ile bu anlaşmadan faydalanabilecekti. Yani Suriye Türkiye’nin Arap
dünyasına açılan kapısı olacaktı. Ayrıca Türkiye, Suriye, Irak,
Lübnan gibi ülkelerin de içinde olduğu bir “gümrük birliğinin”
kurulması da gündeme geldi. Hatırlanacak olursa o dönemde başbakan
olan Cumhurbaşkanı Erdoğan 2010’da Avrupa Birliği’nin Şengen’inden
mülhem “Şamgen” ifadesini kullanıyordu. Ancak olmadı, olamadı ve
büyük bir fırsat kaçırıldı. Bir Suriyeli analistin dediği gibi:
Türkiye, İran, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan arasında neden Avrupa
kentlerini birbirine bağlayan otoyollar gibi yollar olmasındı?
Salıcı’nın andığı 4 ülke de birbirine uzun kara sınırları ile
bağlı. Dolayısıyla bu ülkeler arasında öncelikle ticaretin
gelişmesi için uygun coğrafik koşullar var. Ancak Türkiye’nin dış
politikası ve sorunları sadece bu başlıktan ibaret değil. Mısır,
devamında Suudi Arabistan, BAE, Libya gibi ülkeler ile sorunlar
yaşıyoruz ve bu durumun sebeplerinden biri, iktidarın bu ülkelerde
taraf olması. Bu ülkelerin kendi tariflerine göre, “iç işlerine
karışıyor” olması. Hoş, son dönemlerde geriye dönüş, ilişkilerin
düzeltilmesi için bazı adımlar atılmıyor değil. Ancak dikkat
edilecek olursa anılan ülkeler önce Türkiye’nin atacağı adımları
görmek istiyorlar. Güven bunalımı aşılabilmiş değil.
Bu arada Türkiye ile durum nasıl olursa olsun bölgede bir
hareketlilik de var. Suriye’nin Lübnan’a elektrik ve gaz aktarımı
konusunda öne çıkan ülke oldu, Fransa ve diğer bazı ülkelerden
heyetler Şam’ı ziyaret ettiler. Yani Suriye – Arap ülkeleri zaten
uzun bir zamandır ısınma turlarının atıldığı “normalleşme” sürecine
girmek üzere.
Biz ise inat etmeye devam ediyoruz. Ne için olduğunu Dışişleri
Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan dışında bilen
yok.
Arap dünyası ile normalleşme için yapılması gereken derhal ve
önce Suriye ile resmi şekilde masaya oturmak. Suriye’de normalleşme
treni Dera gibi birtakım yerlerde arıza yapsa da artık hız almaya
başladı ve Türkiye, tüm savaş sürecinde yaptığı gibi yanlış
tercihler ile bu treni de kaçırabilir. Hal böyle iken “muhalif –
alternatif hükümet” üyelerini meşruymuş gibi kabul etmek hangi akla
hizmet? Bakan Çavuşoğlu hemen ardından Suriyelilerin bundan sonraki
seçimde dezavantaj getireceği hesaplanmış olmalı ki “mültecilerin
kendi ülkelerine (dönebilmeleri için değil!) döndürülmeleri için
çalışma yaptıklarını ifade etti. Hâlâ “hâkim olunan bölgelerde
demografik oyunlar oynanma niyeti yoksa” muhatap alınması gereken
taraf Suriye yönetimi değil mi? O halde sahada hiçbir karşılığı
olmayan bu otel muhaliflerini muhatap almak da nereden çıkıyor?
Gerçekten Türkiye’nin seviyesi bu mudur?
Bu ziyaret CHP’nin, iktidarın sadece CHP’ye değil neredeyse
bütün muhalefete serptiği ölü toprağını üzerinden atmaya
başladığını düşündürüyor. CHP heyeti bu ve benzer onarca örnek
nedeni ile bu türden gezilerini çoğaltmalı. Aynı durum diğer
muhalefet partileri için de geçerli. Türkiye’nin dış politikasının
sadece iktidara teslim edilemeyecek kadar önemli olduğunu çok
sayıda acı örnekle gördük. Eğer muhalefet 20 yıldır içeride
muhalefet edip dışarıda hükümete teslim olmasaydı ve iktidarın dış
politika adımları kamuoyunda etkili biçimde tartışılabilseydi bugün
belki de çok farklı bir yerdeydik. Bu türden geziler ile alternatif
politikalar üretilebilir, bunlar kamuoyu ile paylaşılabilir ve
toplumun aydınlanması sağlanarak yanlışlardan dönülmesi için
iktidara baskı oluşturulabilir. Yoksa daha uzun bir dönem diplomasi
masalları dinlemeye ama ha bire duvara toslamaya devam
edeceğiz.