Cumartesi günü CHP’nin Suriye Çalıştayı’nda siyasi oturumun moderatörlüğünü yürüttüm. Davetleri için Sayın Genel Başkan Yardımcıları Veli Ağbaba ve Ünal Çeviköz’e bir kez de buradan teşekkürü borç bilirim. Pazar günü Sayın Vahap Coşkun’un davetine icabetle DİSA yuvarlak masa toplantısına konuşmacı olarak katılmak için Diyarbakır’a gittim. Vahap Coşkun’a da, günübirlik de olsa, her zaman bir ayrıcalık addettiğim Diyarbakır seyahatime vesile olduğu için ayrıca teşekkür ederim. Gitmişken kendimce dayanışma amaçlı bir nezaket ziyaretinde bulunduğum Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Dr. Selçuk Mızraklı’yla bir saati aşkın baş başa sohbet olanağı buldum. Kâmil insan Dr. Mızraklı’ya da bana zaman ayırdığı için kalben teşekkür ederim. Bu yazıda söz konusu iki günün izlenimlerini ve düşündürdüklerini paylaşmaya çalışacağım.
Pek çok kişi sorduğu cihetle başa alalım: CHP bu girişimiyle neyi amaçladı, ne dedi, ne değişti veya değişebilir? Kişisel yorumum, CHP öncelikle kendine konuştu, bir anlamda dışa, farklı görüşlere açılarak bir tür iç hizmet eğitimi yaptı. Aynı zamanda, CHP çizgisinde olmayanlara da (artık) açık olduğunu gösterdi. Hiç yoktan, kendiliklerinden bir araya gelemeyecek, özellikle Suriye ve Kürt konularında çok farklı düşünen isimlere bir buluşma alanı sunabileceğini gösterdi. Henüz değişmediğini ancak değişim yönünde bir eğilim değilse de bir çaba içinde olduğunu ortaya koydu. Yeter mi? O soruyu sormak yerine, iyimser olup “iyi niyetli bir başlangıçtır” demek belki daha doğru. Zira, Dr. Mızraklı’nın pek çok bilgece sözü arasında sohbetimizde bana hatırlattığı üzere, önce muhalefet içinde birbirimize daha özenli ve yapıcı bir dille yaklaşmamızda herhalde yarar var.
Nitekim, çekingen yahut diplomatik sağduyulu ifadelerle de olsa, Ünal Çeviköz tarafından açıklanan sonuç bildirgesinde, barışın öncelenmesi, askeri varlığın büyütülmesinden kaçınılması, Şam’la yeniden temas kurulması, sığınmacılar konusunda AB ve BM’den destek alınması, bir dönemin “Irak’a Komşu Ülkeler” toplantılarından esinle İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin katılımıyla Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT) kurulması, Idlip’ten cihatçı terörün ve “sivillerin öfkesinin” ülkemize yönelebileceği saptaması ve Anayasa Yazım Komitesi’ne destek gibi unsurlar yer alıyor. Bu yolla, CHP Erdoğan ve AKP’ye Suriye siyasetinde nelerin değişmesi gerektiği konusunda bir alışveriş listesi sunmuş oluyor.
Eksik olanın, “Kuzey ve Doğu Yönetimi” bahsi yani Kürtler ve Kürt Sorunu’nun dış ayağı olduğu belirtilebilir. Doğrudur. Kürt Sorunu’nun “odanın ortasındaki fil” olduğu da eklenebilir. Bununla birlikte, CHP’nin zamanında Sayın Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun kaleme aldığı “Kürt raporunun güncellenmesi” gibi yine utangaç bir başlıkla Kürt siyasetine dair bir dizi kapalı toplantı başlattığı da biliniyor. Bu konuda ilk elden edindiğim bazı bilgilerim var ancak kendim çağrılı olmadığım için CHP tarafından sonuçlar açıklanıncaya dek bunları paylaşmak sanırım yerinde olmaz. Her hal ve kârda, CHP hem kendi içindeki güçlü ulusalcı kanadı ayaklandırmamak, hem İYİP’le ittifakını kırılganlaştırmamak adına deyim yerindeyse “yoğurdu üfleyerek yiyor” denebilir.
Örnekse, Britanya’da da İşçi Partisi lideri Corbyn, Brexit konusu kendi tabanını ortadan dikine kestiği için bu konuda net bir tutum alamıyor, “çitin üstünde oturuyor”. Oysa muhafazakârlar “çıkalım”, liberal demokratlar “kalalım” diyor. Tam da İşçi Partisi’nden toplumun öncü, yol gösterici siyaset beklediği tarihsel anda Corbyn iki arada, bir derede görünüm vererek, erken seçimden kaçtığı izlenimi yaratıyor. Türkçeleştirirsek umut vaat edeceğine, “bunlardan da bir cacık olmaz” dedirtiyor. Burada da HDP ile görünmez de olsa işbirliği, yahut Kürt Sorunu’na çözüm denildiğinde CHP benzer bir açmazla karşı karşıya. İstanbul seçimini Kürt/HDP oylarıyla mı, AKP seçmeni tekrar seçimde sandığa gitmediği için mi, İYİP İl Başkanı Kavuncu’nun CHP’li mevkidaşı Kaftancıoğlu ile sahada kurduğu sinerji sayesinde mi kazandı, herhalde onun muhasebesini tam yapamadı.
Kılıçdaroğlu’nun acizane bendenizce ikna olması gereken iki husus var: İlki, “çözüm yeri meclistir” dediğinde aslında “yeni anayasa” yani idare reformu, yani teşkilat-ı esasiyenin elden geçirilmesini önerdiği. Toplumda yankı bulacak gerçek muhalefet, tank-palet fabrikasının satışına dair gizli kararnamenin belgesini bulmak değil de yeni anayasaya asılmak. İkincisi, çalıştayın sonuç bildirgesinde vurgulandığı gibi, Suriye’de yeni defterler açmanın değil, eski hesapların kapatılıp mevcut defterin temize çekilmesi gerektiği. Hem askeri varlığın genişlemesine karşı olup, hem terörle mücadele adına olası bir üçüncü harekâta şimdiden meşruiyet kılıfı dikmek korkarım tutarlı olmuyor. Dolayısıyla yine bildirgede altı çizildiği biçimde barış öncelenecekse, yalnızca Şam’la değil SDG ile de görüşmek, bu açılımı da yeniden ülkemizde canlanacak bir barış sürecine bağlamak gerek.
Buraya kadar Diyarbakır’dan söz edemedim. Ancak yazdıklarım Diyarbakır’daki DİSA toplantısında ve sohbetlerde çalıştaya dair bana sorulanlara da bir anlamda yanıt niteliğinde ve bunları yazarken orada dinlediklerimden de yararlandım. Anlayabildiğim, görebildiğim kadarıyla AKP/devlet kentte bir “beyin ameliyatı” yapmaya kalkışmış. Tarihsel merkezi yok edip, boşaltıp, hatta yeni devasa bir betonarme cami de inşa ederek bir kimlik dönüşümü hedeflemiş. Gelin görün ki, kayyım yönetimindeki belediye otobüs tahsis etmese de örnek, Kitap Fuarı’na katılım günde otuz bin kişiyi aşmış durumda. Belki otuz bin kişi gidip her gün saat 11:00’de belediye yakınında Dr. Mızraklı’nın yanında oturmuyor ama kitlesel biçimde fuara gidiyor işte. Oturma eyleminde şarkılar söylenirken TOMA’ların motorlarına çalıştırıp, gazlayarak sesi boğuntuya getirme çabaları, şarkıda “Kürdistan” sözcüğü geçerse etkinliğe müdahale gibi kara mizah ayrıntıları da var.
Diyarbakır belki sessiz, dingin ama halkı örgütlü, direngen ve moralli. Devlet HDP’yi kapatmadan onun bir parti olma niteliğini aşındıra aşındıra yok etme, böylece kapatma derdinden kurtulma yönünde hareket ediyor. ANAP Genel Başkanı sıfatıyla Mesut Yılmaz 16 Aralık 1999’da gittiği Diyarbakır’da “Avrupa Birliği'ne üyeliğimize giden yolun Diyarbakır'dan geçtiğine inanıyorum.” demişti. Bugün, Türkiye-ABD ilişkilerinin gerilip, neredeyse kopma noktasına geldiği ve aynı biçimde AB-ABD arasındaki uzaklığın da hızlanarak açıldığı bağlamda, Kılıçdaroğlu da adını koymadan Kürt Sorunu’na çözümü, “Türkiye’nin tüm sorunlarının AB standartlarında devlet teşkilâtı, eğitim, hukuk ve yargıya sahip olmasından geçtiğine inanıyorum” diyebilir. Terörün tanımı, yerinden yönetim, anadilde eğitim, yargı bağımszılığı, ifade özgürlüğü vb. ana başlıkların hepsinin üzerine bu yoldan gidebilir.
Sonuç olarak, Suriye siyasetinin değişmesi için de, Kürt Sorunu’na çözüm için de önce iktidarın el değiştirmesi gerekiyor. CHP bizleri, seçmeni iktidarı gerçekten, bugün, hemen şimdi istediğine ikna etmeli. Ve CHP, koalisyon olarak yahut tek başına iktidara geldiğinin ertesi günü yukarıda değindiğim konuların her birinde hangi farklı, alternatif adımları atacağını da her gün, bıkmadan toplumla paylaşmalı. “Dur bakalım”, “bekleyelim görelim”, “zamanı değil”, “peyderpey”, “armut pişer, ağzıma düşer” gibi yaklaşımların zamanı hiç değil.