Hemen yazıya ‘değil’ diyerek başlıyım. Geçen hafta Kemal
Kılıçdaroğlu’nun meclisteki konuşmasıyla öne çıkan bu tartışma
vardı. Özellikle de meclisin en önemli işlevi olan bütçe
görüşmeleri sırasında yaptığı bu konuşmasında, "Allah'ın izniyle
iktidar olacağız ve bu soygun düzenine son vereceğiz, beşli çetenin
bizim torunlarımızı dahi sömürecek olan yatırımlarını
kamulaştıracağız ve alacağız" diyordu. Ardından CHP içinde bunu
zaten daha önce dile getiren İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke,
‘Gazete Duvar’da konuk yazar olarak, bu konuyu
ele aldı:
"Kamu zararı yaratan projeleri kamulaştıracağız. Bu projelerin
hangi şirketler tarafından yapıldığı, sahibinin kim olduğu, adının
ne olduğu bizi hiç ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren kamunun
kaynaklarının ne için ve hangi toplum kesimlerinin sorunlarını
gidermek için kullanıldığı. Kim yürütüyor olursa olsun, kamuya
zarar veren, Hazine kaynaklarını, halkın kaynaklarını, iltimasla,
kayırmacılıkla, ahbap çavuş ilişkileriyle imtiyazlı bir kesimin
cebine aktaran tüm projelere aynı şekilde yaklaşacağız."
diyordu…
Şimdi yazının başındaki ‘değil’e bir kez daha vurgu yaparak
tekrarlamalıyım ki CHP’nin bu önerisi doğru değil. Size garip
gelecek 20 yıldan fazladır dünyanın her tarafından neoliberal
travmaları, özelleştirmenin yıkıcı etkilerini anlatmış biri olarak
nasıl oluyor da CHP’nin bugüne kadar en radikal söylemlerinden biri
olan ‘kamulaştırma’ doğru değil diyebiliyorsun diye.
Bu arada Arjantin’e dönelim 2000’li yıllar neoliberalizme karşı
isyanın en hareketli günleri. Mohikanlar gibi ateşler yakıyor halk,
Buenos Aires sokaklarında. Banliyö trenine biniyoruz. Bilet
gişelerinde para toplama çekmeceleri bile menteşelerinden sökülmüş,
biletçi diziyle alttan bastırarak tutuyor çekmeceyi. Tren kapıları,
açılıp kapanamamalı cinsinden, kapansa bile yumruk kadar aralık
kalıyor çerçevesinde, yeller esiyor, çuf çuf sesleri dolduruyor
vagonları. Koltuklar romantik bir kırılganlık içinde paramparça ve
hüzünlü. Yıllar önce özelleştirilmişti demiryolları ve isyandan
sonra Peronist iktidar, tekrar kamulaştırdı tren işletmelerini.
Pardon geri kalan neyse onu diyelim, artık. Böylece Arjantin halkı
hem özelleştirmeyle soyuldu hem de kamulaştırmayla bunun bedelini
bir kez daha ödedi.
‘Peki ne yapacaktı canım?’ sorusunu buraya bırakıyorum.
Döneceğiz buraya.
Selin Sayek Böke’nin yazısına dönüyoruz: "Değiştireceğimiz tablo
ortada. Saray “ticari sır” gerekçesiyle bilgileri açıklamamakta
dirense de eldeki veriler ışığında sadece buzdağının görünen kısmı
dahi değişmesi gerekeni çok net ortaya koyuyor. Kamu özel işbirliği
(KÖİ) projeleri halkın bugününü ve yarınını karartan büyük bir
maliyet yaratıyor. Önümüzdeki 25 yıl için KÖİ kapsamında sadece
şehir hastaneleri ve ulaştırma projelerine verilen gelir garantisi
toplam 120 milyar doları aşıyor! Bu garanti bütçeden ödenecek,
Hazine’den ödenecek… Yani halk ödeyecek, hepimiz ödeyeceğiz.
Vergiyle, faizle üstlendiğimiz borçla ödeyeceğiz."
Yalan ya da yanlış mı dedikleri? Değil tabii ki zaten
özelleştirme dediğiniz bu. Ancak burada esas vurgulamak istediğim
şey soygun mahalli burası değil. Yanlış yerde arıyorsunuz soygunu.
Yani bütün bu yatırımlar yapılırken, buraların inşası sırasında
parayı alıp gitti Daltonlar Red Kit abi. Geç kaldın. Geriye bir şey
kalmıyor zaten. Senin kamulaştırma yapacağın şey, biraz önce
anlattığım trenden başka bir şey değil.
Ayrıca devletin ödeme garantisi verdiği para da bu şirketlerin
parası değil ki hadi bunu ödemeyeceğiz diyeceksiniz. Hayır onlar
banka kredisi çektiler. Bankalar da ‘Biz bu krediyi devlet
garantisi olmadan verecek kadar salak değiliz’ dediler. Garanti
verildi. Onlar da mutlu-mesut, her şeyin mubah olduğu ticaretin
kârını, kâr hanelerine yükleyip gittiler. Yoksa hepsi, şirketler,
bankalar ve diğerleri, mesela Kütahya Havalimanı'na bu kadar uçak inmeyeceğini biliyor. Hatta
garanti olmasa da kârlı bu iş, çünkü işletmesi değil, bunun
inşaatında kâr. Olmazsa bırakırız, kamulaşır mal yeniden. Ben
mesela hafriyattan, doldurmuşum zaten kâr hanemi , Farsça
tanımlarsak…
Kemal Kılıçdaroğlu ile yirmi yıl kadar önce bir konferansta,
birlikte konuşmacıyken, yanıma dönüp söylemiştim; ‘Ben
özelleştirmeye karşı değil, o sırada yapılan yolsuzluğa karşıyım’
derseniz, hiçbir şey değişmez. Yasal mermisiyle bir komiserin
yaklaşmasından başka bir şey değil bu. Her durumda vurulan biz
olacağız. Merminin yasal olup olmaması, bir şeyi değiştirmiyor.’
diye. Şimdi, yirmi yıl sonra, biraz geç kaldınız bayım…
Yani böyle bir krediyi vermeyecektin diye bankaların parasını mı
ödemeyeceksiniz yoksa kamulaştırıp ikinci kez, tren koltuklarını mı
tamir ettireceğiz vergilerimizle ya da boş hava alanına hülyalı
hülyalı bakıp martı mı seyredeceğiz kamulaştırıp?
Size, bırakın kârsız yatırımları, Türkiye’nin en kârlı
şirketlerinden biri olarak özelleştirilen Türk Telekom’un bu günkü
halini hatırlatayım.
‘Bütün bunları niye bize söylüyorsun, Erdoğan iktidarı yaptı?'
derseniz, ben de size ‘neden 20 yıldır ve hâlâ, özelleştirmeye
bütünüyle -bunun altına çizerek- karşı çıkmıyorsunuz?’ derim.
‘Yıkalım bu köhne düzeni -biz başka alem isteriz’ tabii ki ama
buna da bizim gücümüz yetmiyor...
Bu yüzden, ‘madem bu biçimiyle ‘kamulaştırma’ doğru değil ne
yapmalı?’ ise gelecek perşembeye kalsın…