CHP’nin 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden birinci parti çıkması
ve toplumun önemli bir kesiminin bu partiye yönelmesi, toplumsal
muhalefetin bundan sonraki süreçte nasıl bir yol izleyeceği
tartışmasına da yol açtı.
Toplum giderek AKP’den desteğini çekerken yeni bir iktidar odağı
olarak CHP’ye doğru da yöneliyor. CHP’de “değişim” sloganı ile
birlikte Özgür Özel’in genel başkanlığa seçilmesi, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi seçimlerini yeniden kazanan Ekrem
İmamoğlu’nun da partide ağırlığını hissettirmesi, bir “dalga”
yarattı.
Bu “değişim”in ne kadar ideolojik nitelikte olduğu, toplumun
ezilen kesimlerinin ihtiyaçlarına ne ölçüde cevap vereceği de tam
netlik kazanmış gözükmüyor. CHP’nin yeni lideri Özgür Özel’in her
ne kadar “sokağı” işaret etse de bir yandan “normalleşme” adı
altında AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la bir
müzakere süreci içine girmesi, soru işaretlerine yol açıyor.
ERDOĞAN HEDEF ALINMIYOR
Özgür Özel’in çeşitli konuşmalarında Erdoğan’ı doğrudan hedef
almayıp Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i işaret etmesi de
manidar. CHP lideri, 26 Mayıs 2024’te Ankara Tandoğan Meydanı’nda
yapılan “Büyük Emekli Mitingi”nde iktidarın IMF politikası
izlediğini belirterek, “Başımızda bir Gulyabani var, IMF değil ama
hayaleti aramızda dolaşıyor” diye konuştu.
Özgür Özel, Mehmet Şimşek’i işaret ederek “Gulyabaniyi al saraya
git. Biraz da zenginlerden istesin, yoksulun sırtından düş”
şeklinde bir açıklamada bulundu.
Gulyabani kuklası, miting meydanından Cumhurbaşkanlığı sarayının
olduğu yere doğru taşınırken kitle, “Tayyip istifa” sloganları
attı. Meydanı dolduran emekliler, esas hedefin Erdoğan olduğunu bir
anlamda da CHP liderine gösterdiler.
Ayni mitingde siyasette normalleşme sürecine de gönderme yapan
Özel, “Normalleşmeye Türkiye’nin ihtiyacı var ama emeklinin
ekonomisi normalleşmeden Türkiye normalleşmez” dedi. CHP liderinin
daha net bir biçimde Erdoğan ve AKP iktidarına karşı tavrını ortaya
koyması gerekiyor.
DİKTATÖRLÜĞE DOĞRU
Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim yenilgisini unutturmaya çalışarak
CHP’yi ve yönetim kadrosunu “normalleşme” adı altında oyalamaya
gayret sarf ediyor. “Normalleşme” isteyen bir iktidar, “etki
ajanlığı” adı altında muhalif basını tamamen susturmak, emekli
askerlerin anayasal konuşma haklarını yasaklamak, seferberlik
yönetmeliği değişikliği ile ülke içindeki demokratik karşı
çıkışları askeri birliklerle bastırmak yoluna gitmez.
Keza “müfredat değişikliği” adı altında dinsel öğretilere uygun
kuşakların yetiştirilmesini sağlayarak laiklik anlayışının ortadan
kaldırılmasına tevessül etmez. Aslında ülkede baskı ortamının daha
fazla artığı, ekonomik ve sosyal sorunlar karşısında kitlelerin
demokratik haklarının kullanılmaz hale geldiği diktatoryal bir
sürece doğru gidiş söz konusudur.
CHP yönetiminin bunun farkına vararak anayasal demokratik
hakların sonuna kadar kullanılması için bir mücadele vermesi
gerekiyor. Son günlerde gerçekleştirilen öğretmenler ve emekli
mitinglerinde toplumun bu kesimleri, ciddi anlamda tepki içindedir.
Toplumsal muhalefet, bu baskı ve sömürü düzeninden bir çıkış yolu
aramaktadır.
1989 ÖRNEĞİ
31 Mart 2024 yerel seçimlerinde CHP’nin birinci parti olması ve
birçok büyükşehir belediyesini kazanması, 1989 yerel seçimlerini
hatırlattı. Turgut Özal’ın Başbakan ve partisi ANAP’ın da iktidarda
olduğu 1989 yerel seçimlerinden SHP birinci parti olarak çıktı.
Mart 1989 yerel seçim sonuçlarındaki oy oranları şöyleydi: SHP
(Sosyaldemokrat Halkçı Parti) yüzde 28,7, DYP (Doğru Yol Partisi)
yüzde 25,1, ANAP (Anavatan Partisi) yüzde 21,8.
Aslında işçi sınıfı, 1989 Bahar Eylemleriyle ANAP iktidarına
karşı ilk çıkışı yapmıştı. Önce ANAP yerel seçimleri kaybetti.
Ardından da kamu işçileri, yüzde 142’lik bir zam aldılar. Bunu
memur zamları izledi. Özel sektör işçileri de bu oranlara yakın zam
elde ettiler. Böylece işçi sınıfı, emekçi kesim, 1980 darbesinin
olumsuz koşullarını lehine çevirmeyi başardı.
Bahar eylemlerinin ardından 1991 yılındaki Zonguldak Büyük
Madenci Grevi ve Yürüyüşü, ANAP iktidarını iyice sarstı. Ankara
yürüyüşüne 48 bin madenci ile birlikte tüm Zonguldak halkının
katılması ve diğer sendikaların, partilerin, aydınların desteği,
eylemin başarılı olmasında etkili oldu.
ANAP, 1991’de genel seçimleri de kaybetti. Bu seçimin sonuçları
da şöyleydi: DYP yüzde 27,03, ANAP yüzde 24,01, SHP yüzde 20,75.
Sosyal demokrat SHP, Demirel’in liberal eğilimli DYP’si ile
birlikte iktidara geldi. Başbakan Demirel’in başkanlığında DYP-SHP
koalisyon hükümeti kuruldu.
SOSYAL DEMOKRASİNİN HATASI
12 Eylül 1980 askeri cuntası tarafından kapatılan CHP, 9 Eylül
1992’de tekrar açıldı. 1993’te Turgut Özal’ın ölümü üzerine SHP’nin
desteği ile Demirel cumhurbaşkanı seçildi. DYP de, Tansu Çiller’in
başbakanlığında SHP ile koalisyon ortaklığına devam etti.
SHP, iktidar ortağı olarak liberal politikaları izleyince işçi
sınıfının desteğini ve daha sonra da seçimleri kaybetti. SHP, 1994
yerel seçimlerinde DYP, ANAP ve Refah Partisi’nin ardından dördüncü
parti oldu. 1989 yerel seçimlerinde yüzde 28,7 oy alan SHP, 1994
yerel seçimlerinde büyük bir kayba uğradı, oy oranı yüzde 13.6’ya
düştü.
SHP, daha sonra da kendini feshederek CHP’ye katıldı. Sosyal
demokrat cenahta CHP ve Bülent Ecevit’in DSP’si olarak iki parti
yer aldı. 1995 genel seçimlerinde de Refah Partisi, DYP ve ANAP’ın
ardından DSP dördüncü, CHP de beşinci parti oldu.
Görüldüğü gibi sosyal demokrasinin liberal politikaları
benimsemesi, işçi sınıfının desteğini kaybetmesi, kendisi açısından
hazin sonuçlara yol açıyor.
SENDİKAL HAREKETİN ZAYIFLIĞI
Sosyal demokrasi, ideolojik anlamda kapitalist düzenin sınırları
içinde hareket eden bir anlayıştır. Kuşkusuz bu ideolojiden radikal
çıkışlar beklenemez ancak emekten yana tavır aldığı zaman toplumda
daha etkin ve belirleyici bir konumda olmaktadır. Nitekim CHP’nin
en fazla oy aldığı 1977 seçimlerinde, yüzde 42’lik oy oranının
temelinde emekten yana söylem ve eylemler etkili olmuştur.
Sosyal demokrasiyle ilgili bu kısa değerlendirmeden sonra esas
itibariyle sol partileri güçlendiren en önemli etken, işçi sınıfı
hareketinin, sendikal mücadelenin güçlü olmasıdır. İçinde
bulunduğumuz koşullarda ne yazık ki güçlü bir sendikal hareket ve
sonuç alıcı bir işçi mücadelesi gözükmemektedir.
Burada AKP iktidarının baskıcı tutumu, grev yasakları,
örgütlenmedeki zorluklar, başat faktörlerdir. Ancak bununla
birlikte emek hareketinin parçalanmış olması, hükümet yanlısı
sendikacılığın ağır basması, sendikal bürokrasinin işçi hareketini
frenlemesi, sınıfa önderlik edecek siyasal bir partinin eksikliği
de, önemli faktörler arasında sayılabilir.
Keza ülkedeki sosyalist partiler de, yeterince güçlü ve etkili
değillerdir.
NE YAPMALI?
Bu koşullarda hazır bir reçete vermek zordur. Bununla birlikte
yerellerden başlayan sendikal birliklerin güçlendirilmesi, işçi,
memur, emekli, güvencesiz çalışan, yani topyekun emek kesimini
içine alabilecek işçi meclislerinin oluşturulması, sosyalist
partilerin mavi ve beyaz yakalıları da kapsayacak tarzda emek
ağırlıklı bir örgütlenme süreci içine girmesi, keza kadın hareketi,
gençlik hareketi, çevre hareketi ve de Kürt hareketi gibi
örgütlenme ve unsurların da bu oluşumlar içinde yer alması,
örgütlenme anlayışı bakımından göz önünde bulundurulabilecek
hususlardır.
Tabii ki işçi sınıfı hareketine öncülük edebilecek bir sınıf
partisinin varlığı da son derece önemlidir. Sınıfın partisi, işçi
kesimi ile birlikte tüm toplumsal muhalefete de yol gösterebilecek
bir vasfa sahip olabilmelidir. Bu süreçler, kolay
gerçekleştirilebilecek gelişmeler değildir.
Yeni bir işçi sınıfı partisi modeli olarak 1961’deki TİP’in
(Türkiye İşçi Partisi) ilk kuruluş süreci dikkate alınabilir. İşçi
hareketine politik yönden önderlik edebilecek bir kadronun
oluşturulması, mücadeleci sendika liderlerinin yanı sıra sosyalist
aydınların varlığı ve giderek bir kitleselleşmenin sağlanması uygun
gözükebilir.
CHP yönünden ise; güçlenen bir emek hareketinin ve sosyalist
kamuoyunun bu partiyi daha sol uygulama ve programlara zorlaması
da, üzerinde durulması gereken bir husus olarak
değerlendirilebilinir…