CHP ana muhalefet partisi. Cumhuriyetimizi kuran parti olmak
gibi de bir iddiası var. Bu iddiayı, şimdiki Yunanistan’ın Antik
Yunan’ın mirasçısı değil de doğrudan, bire bir devamı olmak
iddiasında olduğu gibi sorgulayanlar olabilir. O ayrı konu. CHP
örneğinde tarihsel, toplumsal boyutların ötesinde veyahut yanı
sıra, belki münhasıran, hukuksal zeminde kalırsak, iddia doğru
kabul edilebilir. Zira işte İş Bankası hisseleri vb. ayrıntılar
geçerli. Biz bugünkü ana muhalefet işlevine odaklanmaya
çabalayalım.
Ana muhalefet olmanın getirdiği, dayattığı sorumluluklar,
yükümlülükler var. Bir de herhalde, pek çok kere o yönde izlenim
alamasak dahi, iktidarı almak gibi bir iddia da kendiliğinden işin
içinde olmalı. Yani özcesi, “sen inince, bisiklete ben bineceğim”;
hatta ötesi, “seni indirip, seleye ben oturacağım, olmadı gidonun
en azından bir tarafını ben tutacağım” gibi bir iddia sözünü
ettiğim. Siyasetin abecesi.
O yönde izlenim almamak neden? Çünkü ana muhalefet iktidara
zaman tanıyor. Bunu sürekli vurguluyor. Bu yaklaşımında inceci bir
taktik güttüğünü, sanki hepimize göz kırparak, “sıkıntı yok, o iş
bende” diyerek aktarıyor. Bir süreliğine dahi olsa, iktidar olma
hevesinden, iştahından vazgeçmiş bir ana muhalefet partisi. Ekonomi
giderek ivmelenerek bozulacak, adaletsizlikler giderek geniş toplum
katmanlarına yayılarak artacak, seçmen CHP’ye dönüp “kurtar bizi
baba” diye yalvaracak. CHP de “eh madem öyle, hadi bakalım”
diyerek, neredeyse kerhen sürücü koltuğuna kurulacak.
İlk soru, ucu açık bir zaman diliminde, vadesi belirsiz olarak,
söz konusu otomatizm garanti mi? “Şart midur?” CHP eylediğiyle,
söylediğiyle seçmene, bizlere, halka, topluma ne gibi somut
seçenekler sunuyor da, biz(ler) ikna oluyoruz? Çoğulcu, katılımcı,
yerinden yönetilen, laik ve eşitlikçi Türkiye isteyenlerin
karşısında çoksesli bir CHP var. Çokseslilik ile kakofoni ise
sanırım aynı kavram değil. Daha düz anlatalım, her kafadan bir ses
çıkması, parti içi demokrasi anlamına gelmiyor. Kaldı ki, CHP’den
mevcut siyasi partiler ve seçim yasalarının tadili yahut ilgasına
dair güçlü bir öneri en azından ben bugüne dek duyamadım.
Aynı biçimde CHP’den Terörle Mücadele Kanunu’nun ilgası yahut AB
ülkelerindeki benzerlerine uyarlama yönünde de bir çıkışa tanıklık
ettiğimi anımsamıyorum. Ekonomide de, diyelim CHP yarın iktidar
olsa, ilk yüz günde hangi somut adımları atacak, en azından kötü
gidişin ivmesini azaltacak ve önümüzü şimdikinden daha net
görmemizi sağlayacak, bunları da bilemiyoruz. Yine hatta, örnekse
CHP iktidarında, bana sorulsa doğal olarak öyle olması gereken,
hazine ve ekonominin başına Sayın Selin Sayek Böke mi geçecek,
hazine ve ekonomi eskiden olduğu gibi birbirlerinden ayrılacak mı,
bunları da bilemiyoruz.
Esasen bir kere “ben iktidara şu kadar süre veriyorum” deyince,
iktidar olmak iddiasından o ucu açık süre için vazgeçilmiş olmuyor
mu? İktidar olma iddiasından belirli bir süre için dahi feragat
edebilen bir ana muhalefet partisinin seçmen gözünde çekiciliği
azalmaz mı? Alacağımız kapalı yanıt belli: “Mecbursunuz kardeşim!”
Açık yanıt ise, “senin gibi acul taş kafalara kalaydı, İmamoğlu
sekiz yüz bin oy fark atamazdı.” Öyle ya, İmamoğlu öyle muhteşem
bir belediyecilik yapacak ki, dört yıl sonra, “adamımız bu” diyecek
seçmen, onu cumhurbaşkanı seçecek.
Ceketimin önünü ilikleyip, ayağa kalkarak bir de ekran önünde,
şekil üzerinde anlatmayı deneyeyim: Bakınız Formula-1 2000 yılı
sezonunda Belçika’da Spa Francorchamps pistindeyiz. Çok acı biçimde yıllardır bitkisel
hayattaki Schumacher’in çıkış zamanları. Hakkinen’in ise oğlu
doğmuş, ayağını gaz pedalından (yani başparmağını gaz düğmesinden)
kaldırmaya teşne, artık emeklilik yolunda. Schumacher’in
Ferrari’si, Hakkinen’in McLaren-Mercedes’inden düzlükte hızlı.
Linkten izlerseniz, görüyorsunuz nasıl “kaçıyor”.
Yarış felsefesi özetle “flat-out” (“sürekli tam gaz”) olan
Hakkinen, Schumi’yi ancak virajlarda ve/veya trafikte enseliyor.
Laboratuvar koşullarında geçmesine de, yetişmesine de olanak yok.
Ancak hiç gaz kesmiyor, Schumi’nin üzerindeki baskıyı hiç
azaltmıyor. Ne zamanki Schumi trafik ve virajda zoraki yavaşlıyor,
Mika hem sol gösterip sağdan, hem Schumi’nin aracının yarattığı
hava çekim gücünden (“draft”) yararlanarak içeriye yaptığı hamleyle
rakibini geçiyor. O anda TV karşısında kanepenin üzerinde
zıplayarak yumruklarım havada (şefkat ve takdir dolu galiz
küfürlerin ardından) “işte bu!” diye sevinçle defalarca
haykırdığımı hatırlıyorum.
Şimdi kafamız önümüzde, kalktığımız masaya ceketimizin düğmesini
açıp geri oturalım, hayallerimizde coşkuyla üzerine fırladığımız
kanepelerimize yığılalım. Kafamız önümüzde, kellemiz ellerimizin
arasında, boşa bakarak yine CHP’yi düşünelim. İstanbul BB
konusunda, dönüp göz ucuyla Diyarbakır, Van ve Mardin’e bakıp
“mesele belediyecilik değil sen daha anlamadın mı?” diye soralım.
AYM “Ahlat’a Cumhurbaşkanı Sarayı inşa edilmesin” diye karar mı
almış? Ne gam, yetmez, yanına bir-iki de butik otel yapacağız, ama
burası çok önemli: “Butik”.
Yazdıkça ben bunaldım. Yazar yazarken sıkılırsa, okur kokuyu
hemen alır, Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün ünlü gazeteyi elinden atma
sahnesi gibi okumayı anında bırakır.
Toparlayalım: CHP, bir STK değil, o konuda hemfikiriz sanırım.
Anladığım kadarıyla, CHP’nin kaygısı kendi kurucusu olduğu
iddiasındaki devleti yıkmadan, rejimi değiştirmek. Tersten ve
kuşkusuz çarpıcı olması bakımından bile isteye abartarak söylersek,
Irak örneğinde deneyimlenen, Suriye’de koalisyonu durduran biçimde
“rejim değişikliği, özgürlük” gibi iyi niyetlerle çıkılan yolların,
devletin yıkılması sonucunu vermesi, CHP’yi frenleyen temel kaygı
nedeni.
CHP’nin kendi adeta kendi bir geniş seçim ittifakı. O ittifaka
İYİP ve SP’yi yanaştırarak iktidara karşı ağırlık oluşturuyor.
“Seçmen mi ithal edelim?” yaklaşımını özümsemiş, mevcut seçmenin
“merkez sağ” denilen (ama aslında öyle de olmayan) bir eğilimden
ayrılmayacağını varsayıyor. İktidarın pompaladığı “HDP=PKK=terör”
anlatısını da dışa vurmadan benimsiyor, görkemli İstanbul zaferini
HDP desteğinden ziyade, karşı tarafa hitabetle kazandığına
inanıyor. Hiç yoktan, “HDP bana mecbur” diyor. “Toplumsal
muhalefeti kitleselleştirmek” gibi gaipten sesler duyduğunda, “cam
çerçeve mi indirelim, oyuna gelmeyeceğiz, asla!” diye
efeleniyor.
Böyle olunca da CHP, Spa Francorchamps’da adeta İstanbul-Ankara
otoyolunda seyreden bilinçli bir sürücü gibi, öndeki araçla emniyet
mesafesini korumaya özen gösteriyor. “Sezon uzun bir maratondur,
önümüzdeki yarışlara bakıyoruz, mühendislerimiz de aracın
aerodinamiği ve mekaniği üzerinde çalışıyor” diyor. “Takım
stratejistlerimiz de bu arada yeni Formula-1 yarış kuralları
geliştiriyor” diye ekliyor. “Taslağa bir baksak” diye kafamızı
uzatsak, bilgiç bir gülümsemeyle “her şeyin bir zamanı var”
yanıtını alıyoruz. Dolayısıyla Suriye orada, Kürt Meselesi ortada,
“anti-hukuk” meydanda, ekonomi harap ama CHP, hakkını verelim,
yokuşu vitesle inmeye devam ediyor.
*Yazımı kaleme alıp gönderdikten sonra İBB Başkanı Sayın
İmamoğlu'nun ilk gerçek muhalefet icraatının haberi çıktı, dilerim arkası
gelir. Konu hakkında ayrıca Metin Yeğin'in yazısı
yeniden okunabilir.