Elbette Çiçek, bar değil bambaşka bir şeydir. Bir dünyadır. Bir dönüşümün adı ve sahası, mekânıdır efendim. Büyük siyasi deha, kavram koyucu Turgut Özal’ın ifadesiyle büyük transformasyonun merkezlerindedir Çiçek Bar. Çiçek’in ne olup ne olmadığını konuşmak, şahsen bizzat tarafı, tanığı ve kurbanı olduğum dönüşümü konuşmak demektir aynı zamanda.
Türk aydın ve sanatçısının son durağı, son sığınağıdır Çiçek Bar. Evidir, işyeridir. Eşi-dostuyla buluşma sahasıdır. Aralarından su sızmayanların ve de rakiplerin, kanlı bıçaklı düşmanların aynı anda arzı endam ettiği, birbirine ilişmediği güvenli bölgedir. Basın, yayın dünyası matbuattan medyaya, gazeteci, yayıncı iletişimciye, hal ve durum icap ettirdiğinde tanıtımcıya, pazarlamacıya dönüşürken bu camiayı sinema, tiyatro çevresiyle ve aktörleriyle buluşturan yerdir Çiçek Bar. Nihayet aslen “fikir işçisi” olan basın, yayın, tiyatro, sinema çalışanlarının, yazar çizer, oyuncu, müzisyen çevresinin hem kendi iş alanlarında hem de tüm sektörlerdeki piyasa yapıcılarla, piyasa aktörleriyle, reklam ve iş dünyasıyla bir arada nefes alıp verdiği, el ele gönül gönüle yiyip içtiği paylaşım sofrasının adıdır Çiçek Bar.
Yayın ve sanat dünyası, onunla birlikte düşünce dünyası, bunlardan da önce iş dünyası, bütün bir toplum 24 Ocak 1980 kararlarıyla, ardından 12 Eylül askeri darbesiyle darmaduman edilip ANAP eliyle her şey ve herkes yeniden yapılandırılırken Çiçek Bar da kapılarını açmıştır Aralık 1985’te.
Işıklara uğurladığımız Arif Keskiner abimizi rahmetle yad ederek ve kitabını da anarak söyleyelim, Elbette Çiçek, bar değil bambaşka bir şeydir. Bir dünyadır. Bir dönüşümün adı ve sahası, mekânıdır efendim. Büyük siyasi deha, kimilerinin -mesela DEM Parti milletvekili, o dönemin aktif gazetecisi, kanaat önderi, Cengiz Çandar’ın- “vizyoner, büyük devrimci” olarak alkışladığı, lanse ettiği kavram koyucu Turgut Özal’ın ifadesiyle büyük transformasyonun merkezlerindedir Çiçek Bar.
Lafın burasında biraz soluklanmam gerekiyor.
Merak buyurmayınız, başladık, Çiçek’i anlatacağız elbette. Hangi dönüşümlerin sahası, mekânı olduğunu konuşacağız. Bunu bir görev addederim her şeyden önce. Çiçek’in ne olup ne olmadığını konuşmak, şahsen bizzat tarafı, tanığı ve kurbanı olduğum dönüşümü konuşmak demektir aynı zamanda. Gerek kuşağımın ve gerekse bizden evvelki kuşakların; 1950-1960 kuşağı yazar, entelektüel ve sanatçılarının, kendilerine biçtikleri misyonla “toplumcular”ın böceğinin ölmesinin; Gregor Samsalaşmanın, Kafka’nın dediği üzere Metamorphosis’imizin (asli dili Almancayla Die Verwandlung) hikâyesidir Çiçek hikayesi.
Hasılı kelam, beni hem mecburi hem meşakkatli hem de belalı bir işe koşuyorsunuz Yazı İşleri Müdürü Beyefendi. AMÖ imzasıyla gönderiyor mesajlarını. Sanki saçı varmış da kendisi kazıtıyormuş gibi şimşir kafayla dolaşır kendileri. Suratını hiç kazıtmıyor ama, sakal bıyık kapkara… Neyse, burada keseyim. (Belki de sansürler, şimdiye kadar hiç yapmadılar ama, belli mi olur. Üç kuruşluk işimizden de olmayalım bu yaşta, bu dar zamanda.)
Sayın Yazıişleri Müdürüm AMÖ Bey’den şöyle bir mesaj geldi 12 Mart Salı günü: “Çiçek Barı yazsanıza…”
Dikkat buyurun, nezaketen de olsa “yazar mısınız” demiyor, talimat veriyor, “yazsanıza”. Umursamadım, üstüne yattım. Ertesi gün yine mesaj: “Çiçek gelmedi?!” Soru ve nida. Şaşkın ve öfkeli. Ben de kızdım, tek kelime yazdım: “Cenazedeyim”. Hakikaten. Cemal Reşit Rey’deki törene de Teşvikiye Camii’ne de gittim. Son görevimizi yaptık Çiçek Arif abimize.
Onun için yazmak bir görev tabii ki, elbette. Ama dediğim gibi, başımıza iş açacağız. Birilerini kızdıracağız muhtemelen, birilerini kıracağız. Cuma günü tekraren “N’oldu Çiçek?” mesajı gelince anladım, kaçış yok. Taktı bizim müdür. El mecbur, yazalım bakalım.
BÜYÜK TRANSFORMASYON
Yüz yılı geride bırakan cumhuriyet, malumunuz, son 22 yılında fevkalade radikal dönüşümlere uğradı, hâlâ da uğruyor. Seçim sahalarında Kuranı Kerim sallanıyor. Bakalım ne olacak. Pardon ben Çiçek Bar yazacaktım. Ama işte bu gidişle bar kalacak mı memlekette, insan sormadan edemiyor. Neyse, işimize bakalım biz, zaman ne gösterir, bilinmez.
Bu arada, AK Parti Türkiyesi için bir kurucu mimar aranırsa, AK zamanların başladığı 2002’den bir 20 yıl kadar daha geriye, 1980’lere uzanmak gerekir. AKP’nin yolunu hazırlayan ANAP’ı anmak gerekir. Başkan Erdoğan’ın öncülü olarak hocası Erbakan’dan öte Turgut Özal’ı anmak lazım. Onu andığımızda, Çiçek Bar’ın doğuş hikâyesine de bakmış olacağız. Yoksa, siyasetle işim olmaz benim. Hele bu saatten sonra hiç.
Tarikat mensubu olarak iktidar eyleyen ilk siyasetçidir Özal. Nakşibendi.
Öncesindeyse devlet dairesinde, yüksek bürokraside, kamu kaynaklarının dağıtımında söz, yetki, imza sahibi olan ilk “takunyalı”; 1967’de DPT müsteşarı. Ardından Dünya Bankası’nda, ABD’de. Sınıf savaşının sıcak çatışma boyutlarını aldığı 1970’lerde işveren sendikacısı, MESS Başkanı. 1980’de sandalyesiz bakan, 24 Ocak kararları onun imzasını taşıyor. 12 Eylül sonrası tam yetkili, asker başbakan Bülent Ulusu’dan daha kudretli. Siyasete soyunduğunda demokrat, devrimci sıfatlarını da muhafazakârlığı, dindarlığı da tekeline alıyor. Darbecilere hizmet veriyor ama özgürlüğü ve özgürlükçülüğü kimselere bırakmıyor. Gün gelecek sırtında tişört, bacağında şortla selamlayacak tören kıtasını. Sivillerin en sivili, yürekli.
Muhalefetin m’sinden nefret ediyor. Darbecilerin koyduğu siyasal yasakların sürmesi için referanduma gidiyor. Basını -ve medyayı- kendisine bağlayacak. Kızdığı gazetecileri “sol amigolar” diye yaftalıyor. Muhalif cepheden, hele ki soldan transfer ettiklerini ihsana, dünyalığa boğarak amigolar, sadık bendeler yaratmaya bayılıyor. Sıkı pazarlamacı. En çok da bir marka, imaj olarak kendini pazarlayıp, parlatıyor. Profesyonel iletişim ajansları ve danışmanlarla, metin yazarlarıyla çalışıyor. Zamanın tek kanalı TRT’yi kendi propaganda sahasına çeviriyor. “İcraatın içinden” ekranı zapt ediyor.
Rüşvet -ve yolsuzluk- iş bilmez dar kafalıların yavelerinden başka bir şey değil onun indinde. Her şeyin bedeli var, almadan vermek Allah’a mahsus. “İş bitiricilik” esas. Bürokrasi, yasa, yönetmelik ayak bağı. “Anayasayı bir defa delmekten bir şey olmaz” vecizesi de, “Ben zenginleri severim” vecizesi de ona ait. İşadamlarının yatlarında yelken açmayı, mavi denizlerde kulaç atmayı, “devlet konukevi” namıyla cennetten köşelerde (mesela Okluk Koyu) şahsına özel köşkler, kâşeneler yaptırmaya bayılır. Yazlık saray.
Büyük transformatördür Turgut Özal, bugünün hazırlayıcısıdır.
Okuyanı da okumayı da sevmediğini, çizgi roman okuduğunu söyler açıklıkla, Red Kitçi. Bu memlekete 2.5 parti, 2.5 gazete yeter de artar diyerek bugünün haberini veren öncü. Kamu lafı tüylerini diken diken eder. Sınıf, işçi falan da öyle. Özelleştirmeci. Devleti ve kaynaklarını kendine, ailesine, avanesine bağlayarak başlar özelleştirmeye. Şahsına özel medya kurmak temel icraatlarındandır. Bugünkü Sabah grubunu onun sayesinde, onun talimatıyla kuruldu 1985’de. Çiçek Bar da o yıl açtı kapılarını. Rastlantı mı? Göreceğiz ki, değil.
Mekân olarak da Babıali dışında (Mecidiyeköy’de) kurulan, hâlâ yaşayan ilk büyük gazete. İktidar için kuruldu, iktidar için satın alındı. Maya tuttu, havuz oldu.
Kendisine koşulsuz bağlanmayan Simaviler öyle ya da böyle yok edildi Özal’ın devri saltanatında. Hürriyet, ANAP milletvekili yapmayı planladığı İktisat Bankası sahibi Erol Aksoy’la İzmir’den getirip Sabah’ı kurdurttuğu Dinç Bilgin’e devrolacak, Günaydın Grubu ise yine Özal’ın talep ve talimatıyla Kıbrıslı işadamı, Vestel’in kurucusu Asil Nadir tarafından satın alınacaktır. 1982’de Çavuşoğlu – Kozanoğlu grubunun büyük lansman kampanyasıyla, dev transferlerle çıkardığı, onlardan vergi rekortmeni işadamı, Trabzonspor başkanı Mehmet Ali Yılmaz’a geçen Güneş Gazetesi de 1989’da yine Nadir tarafından satın alınır, Özal için.
Nihayet, İmarbank’ın sahibi müteahhit kökenli Uzanlar’la Özal Ailesi Türkiye’nin ilk özel televizyonunu kuracaktır 1990’da. Genç irisi prensler, yuppie havalarındaki ağzı purolu Cem Uzan ve Cumhurbaşkanının oğlu Ahmet Özal Magic Box’ı icat edecektir. Kamu kaynaklarıyla (TRT – PTT altyapısı üzerinden) korsan yayıncılık: İnterstar, bugünkü Star Tv böyle doğar… Refiki Sabah - ATV grubu gibi dün de bugün de sahibinin, iktidarın sesi, ailenin medyası Star.
1974’de Babıali dışında, lüks semt Nişantaşı’nda kurulan, ansiklopedi yayıncılığından 1980’lerde Levent’e taşınarak dergiciliğe yönelen Kadınca, Erkekçe’yle, Nokta’yla bu alanda çığır açan, yeni bir tür, tarz ve aynı zamanda yeni tür gazeteci(ler) yaratan Gelişim Yayınları’nı, sahibi Ercan Arıklı’yı belki de en başa yazmak gerekir matbuatın değişiminde. Unutulmasın, yılların Hıncal Uluç’u orada marka olmuştur.
Özalizm’i ve dolayısıyla zamanın ruhunu bihakkın, layıkıyla hıfz etmiş büyük mütefekkir ve müteşebbistir Arıklı.
Basın – yayın dünyasındaki transformasyonu konuşmaktan edebiyat, sanata, sinema, tiyatroya yer kalmadı. Basın faslı da bitmedi zaten. Çiçek’e gelebilecek miyim, Allah bilir. Bunu siz istediniz Sayın Müdürüm AMÖ. Yazıyoruz işte. Devamı yarına artık.
Şu kadarını söyleyerek noktalayalım, Özal ve Özalizm Türkiye düşünce, sanat dünyasında da, eğlence dünyasında da sanıldığından çok ama çok büyük etkiye sahiptir. Futbol taraftarıdır. Bacanağı, 1983’den 1991’e dek partisinin milletvekili yaptığı, İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturttuğu Ali Tanrıyar, 1986-1990 döneminde Galatasaray Kulübü’ne başkanlık etmiştir. Özal ve iktidar her sahayı elinde tutmak ister, tutar. Futbol dahil. Şimdikilerde olduğu gibi.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndan, tüm senfonicilerden hiç hazzetmez. Dayanamaz onlara. Yerli ve millicidir müzikte, İbocu, arabeskçi. Lahmacuna bayılır evet, çiğ köfteye, kebaba da. Gelin görün ki Türk aydınını, gazetecisini, yazarını, sanatçısını meyhaneden bara terfi ettiren de odur bir bakıma.