Çiçek meselesi
Son günlerde tartışılan dikey bahçe/saksı uygulamasının kaldırılması konusu durumun aslında ne kadar yüzeysel ele alındığını gösterdi. Genelde tartışma dikey bahçe/saksı uygulamasının maliyeti ya da yerine yapılacak olan uygulamanın estetiğinden daha öteye geçememiş durumda. Bunlar tabii ki önemli konular, ancak bunlardan daha öte bir sorunla karşı karşıyayız.
Bilge Serin*
En son ne zaman bir parkta zaman geçirdiniz? Apartmanın ya da yaşadığınız sitenin bahçesinden bahsetmiyorum. Sahilde yaptığınız yürüyüşlerden de. Kentsel bir parkta kendi başınıza, arkadaşlarınızla ya da ailenizle zaman geçirmekten söz ediyorum. Ne yazık ki, günümüz Türkiye kentlerinde herkesin kullanımına açık park ve yeşil alanlar oldukça kısıtlı, dolayısıyla böyle bir şansımız çok fazla yok. Örneğin, İstanbul’da kamuya açık yeşil alanların ve parkların tüm kentin kapladığı alana oranı sadece yüzde 2’nin biraz üzerinde. World Cities Culture Forum’un yaptığı araştırmaya göre, araştırma konusu olan 40 kent içerisinde İstanbul sonuncu olarak yer alıyor. Bu oran, Londra’da yüzde 30 dolayında, Stockholm’de yüzde 40, New York’ta ise yüzde 25’ten fazla.
Yaşadığımız mahallelerde, yürüme mesafesinde olan, kolayca erişebildiğimiz parkları ve yeşil alanları düşündüğümüzde ise olasılıklar daha da kısıtlı, ve köşe başlarına sıkıştırılmış çocuk parklarından öteye geçemiyor. Oysaki, herkesin parklara ve yeşil alanlara erişebilmesi, bir kentte yaşam kalitesinin en önemli göstergelerinden biridir. Çeşitli araştırmalar parkların ve yeşil alanların insan psikolojisi üzerinde olumlu etkisi olduğu gösteriyor. Bu alanlar, kentlilere sosyalleşme ve ücretsiz spor alanları sunuyor. Buralarda düzenli olarak zaman geçirilmese bile, parkların ve açık yeşil alanların yakınında yaşamanın insanların duygu durumunu olumlu etkilediğini gösteren araştırmalar da mevcut. Pandemi süreci parkların ve açık yeşil alanların öneminin daha iyi anlaşılmasına neden oldu. İngiltere’de yapılan bir araştırma, mahallelerinde parklara ve açık yeşil alanlara erişimi olanların bu süreci daha rahat atlattıklarını gösteriyor. Araştırmalar, bazı kentlilerin kentsel açık yeşil alanlara ve parklara erişemedikleri için, bu alanların benzerlerini sağlayan kapalı sitelere taşınmayı seçtiklerini de gösteriyor. Tabii ki, bu kapalı sitelerin yeşil alanları kentsel park ve yeşil alanların sunduğu sosyalleşme ve eşit erişim olanaklarından çok uzak ve kentsel parkların alternatifi olarak düşünülemez.
Ancak, parklar ve yeşil alanlar sundukları tüm bu avantajlara rağmen kent gündeminde hak ettikleri kadar yer almamakta. Bu konu, otopark yeri ya da trafik sorunu kadar tartışılmıyor, altyapı dendiğinde aklımıza yollar, köprüler, kanalizasyon çalışmaları geliyor. Oysaki, parklar ve yeşil alanlar kentsel altyapının en temel ögeleri ve bunların peyzajı yerel yönetimlerin sunması gereken en temel hizmetlerden biri.
Son günlerde tartışılan dikey bahçe/saksı uygulamasının kaldırılması konusu durumun aslında ne kadar yüzeysel ele alındığını gösterdi. Genelde tartışma dikey bahçe/saksı uygulamasının maliyeti ya da yerine yapılacak olan uygulamanın estetiğinden daha öteye geçememiş durumda. Bunlar tabii ki önemli konular, ancak bunlardan daha öte bir sorunla karşı karşıyayız. Öncelikle, bu tip uygulamalar kentsel yeşil alan içinde değerlendirilemez. Bu ve benzeri enstalasyonlar, kentsel yeşil alan varlığına hiçbir katkısı olmayan, ve daha çok, ‘yeşile boyama’ ya da ‘yeşil yıkama’ olarak adlandırılan uygulamalardır. ‘Yeşile boyama’ (greenwashing) en basit ifadeyle, aslında gerçek durum bu olmamasına rağmen bir uygulamamanın sanki çevreye yararlı ya da duyarlıymış gibi sunulması olarak özetlenebilir. Bunu sıklıkla kentsel tasarım projeleri sunumlarında ve büyük konut projelerinin reklamlarında görüyoruz. Birçok konut kulesinin balkonları adeta bir bahçe gibi sunuluyor. Bazen projelerin ortak alanları ya da çevresi bir ormanı andıran biçimde modelleniyor. Hatta bazı projelerde bu tip uygulamalar dikey orman ya da dikey bahçeler olarak pazarlanıyor. Bazen, daha da ileri gidilerek, bu tip uygulamalar kentlerde karşılaştığımız yeşil alan sorununa ve ekolojik yıkıma yaratıcı bir çözüm gibi de sunuluyor. Gerçekte bakıldığında durum hiç de öyle değil, bu uygulamaların çevreye katkıları ya yok ya da düşük. Uygulama ve bakım maliyetleri de oldukça yüksek.
Tartışılan dikey bahçe/saksı uygulaması da ne yazık ki bu özellikleri barındırıyor. Kent içinde aslında kaçınılması gereken büyük duvarlar yaratılmış ve bunlar dikey bahçe/saksı uygulamalarıyla kapatılmaya çalışılmış. Sonuç olarak karşımıza bir yeşile boyama (greeenwashing) örneği çıkmış. Bu tip bahçe/saksı uygulamalarının kentsel yeşil alanların bir parçası olduğunu söylemek mümkün değil.
Kentlilerin ihtiyacı olan, bu tip yeşil boyama uygulamaları yerine, günlük hayatın içinde etkin olarak kullanabilecekleri ve mahallelerinde kolaylıkla ulaşabilecekleri, halka açık park ve yeşil alanların oluşturulmasıdır. Bu alanların peyzajı ise sıkça gördüğümüz mevsimlik uygulamalardansa, uzun erimli kullanım düşünülerek yapılmalıdır. Yerel yönetimlerin asıl sorumluluğu ve görevi, bu hizmetleri halka ücretsiz ve herkesin erişebileceği biçimde sunmaktır.
*Şehir plancısı, akademisyen, araştırmacı. Glasgow Üniversitesi’nde kentsel eşitsizlikler, konut ve kent mekanının üretimi üzerine çalışmaktadır.