Roma’nın büyük ismi Cicero, hatırlama metotlarını, “hafıza saraylarını” kurumsallaştıran, kayıt altına alan kişidir. Hatırlamakla yetinmez, hatırladıklarını da noksansız anlatmak ister. Cicero, modern zamanların kayıp sanatı “hitabet”in de bir numarasıdır. Peki her zaman hatırlamak, anlatmak, analiz etmek, yorumlamak gerekir mi? Yoksa bazen unutmak ve tek bir konuya yoğunlaşmak mı gerekir?
1.
Jorge Luis Borges’in unutulmaz bir öyküsü var:Bellek Funes. Bu unutulmaz öykü “unutamamak” hakkında. Attan düşen genç Ireneo Funes, belleğini değişmiş bulur. Artık her şeyi hatırlıyordur. O kadar ki gökteki bulutların şekillerini bile hatırlar. Geçmiş yaşantıların izleri, sadece birer anı olarak değil, kokusuyla, şekliyle neredeyse bir cisim olarak belleğini doldurmuş, doldurmak ne kelime Funes’in kendisini bir bellek haline getirmiştir.
Funes hiçbir şeyi unutamaz. Sözlüklere bir bakışta, bir tarayışta dilleri öğrenebilir mesela. Bir günü hafızasına başvurarak saniye saniye nakledebilir. Kendi kafasından dil ve sayı sistemleri uydurabilir.
Başta imrendirici görünen bu mucizevi özellik, esasında bir kâbustur. Hayat Ireneo Funes’in üstüne tüm ağırlığıyla çökmüş gibidir. Belleğe dönüşmek, akıp giden hayatı durdurmuştur.
2.
Yine de bu gücü isteriz.
Zihnimizin her şeye yetmesini, yetişmesini; hiçbir şeyi azaltmadan, aksatmadan hep büyümesini, genişlemesini isteriz.
Yeni diller öğrenmek, yüzleri bir çırpıda hatırlamak, yolumuza çıkmış tüm kokulardan, seslerden, bilgilerden kendimize eşsiz bir zihin galerisi yapmak… Hatırlamaktan güzeli var mı?
Antik Yunan’da, Roma’da da düşünürler bu konunun üzerinde çok durmuştur. “Hatırlanmayan bilgi bilgi sayılır mı” diye sormuş, unutmamak üzerine teknikler geliştirmişlerdir.
3.
Mesela “tekrar”… Dünyanın en eski tekniği. Ne olduğunu anlatmaya gerek var mı? Bir bilgiyi, artık zihne yapışana kadar tekrarlayıp durmaktan ibarettir.
Sonra “görselleştirme”... Benim kuşağın mensuplarıMelik Duyarve Mega Hafıza’yı iyi bilir. Duyar, bir dönem kült haline gelmiş televizyon programında antik zamanlardan beri kullanılan “görselleştirme” tekniğini uygulamalı şekilde anlatalıberi, öğrettikleri aklımızdan hiç çıkmadı. “Dungeon” ve “posterity” kelimelerini biz Duyar’dan öğrendik! Hatırlamak istediğiniz her ne ise onu zihninizde bir imajla, rahat bir çağrışım üretecek görsel bir ipucuyla eşlersiniz. Ve unutmazsınız… Aklınızda kalır. O bilgiyi, veriyi, sözcüğü zihninizde çağırdığınızda, o size ona eşlediğiniz imajla birlikte gelir.
Dışarıda “mnemonic” diye geçen belleticiler… Bu teknik, bir dizi bilgiyi bize bir formül, bir hap haline getirir. Yeni öğrenilenler, o formülün içine sıkıştırılır. Örneğin tarihimizin en ünlü paşalarının, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın, Mithat Paşa’nın, Damat İbrahim Paşa’nın yanına bir de gramer paşası yazarız: Çift Haseki Paşa. Sert ve sessiz bir paşadır; Türkçe’deki sert sessizler (ç, f, t, h, s, k, p, ş) bu paşamızın koruması altındadır. Daha az saltanatperver bir gramer isterseniz, aynı hizmeti size esnaf sınıfından Fıstıkçı Şahap da verir.
“İlişkilendirme”… Yeni geleni, sende olana, zaten bildiğine bağlamaktır. Ya da hatırlamak istenen; bir objeyle, bir başka hatırayla, bir seyahatin, bir mekânın unsuruyla ilişkilendirilir.
Ve nihayet insanlığın bulduğu, bildiği en güzel hafıza tekniği “hikâyeler”. En basit, en bilinen kuraldır: Bir şeyi hikâyeyle anlatırsan akılda kalır.
Antik Yunan ve Romalı düşünürler, bu araçları kullanarak hafıza sarayları, hafıza yolculukları kurdular. Zihinlerinin içinde bir evin, bir sarayın içinde dolaşır gibi dolaştılar; ya da yeni eski bilgilerinin arasından çok iyi bildikleri bir rotayı yeniden yürür gibi yürüyüp gittiler.
Hatırladılar.
4.
Bu işin bir piri varsa o da Cicero’dur.
Roma’nın bu büyük ismi, hafıza saraylarını, hatırlama metotlarını kurumsallaştıran, kayıt altına alan kişidir. Ama hatırlamak kadar anlatmak da önemlidir. İnsanlığın modern kayıpları arasında sayılacak hitabet sanatının en büyüklerinden kabul edilen ve bu alanda“De Oratore”isimli başucu eserini de kaleme alan Cicero’nun gösterdiği yol açıktır: Anlatmak için hatırlamak gerekir.
Herkes Cicero gibi düşünmez elbette. Bizzat Cicero’nun anlattığı kişiler bile… Hafıza konusu geçtiğinde, Atinalı Themistocles’ten bahseder Cicero. Döneminin en akıllı ve bilge kişilerinden olarak bilinen Themistocles’e bir gün bir ziyaretçi gelir ve ona hafıza teknikleri öğretebileceğini söyler. Themistocles bu ziyaretçiye, söz konusu tekniklerin ne işine yarayacağını sorar; “her şeyi hatırlayacaksın” yanıtını alınca da kendi fikrini açıklar:
“İstediğim her şeyi unutmamı sağlasan çok daha büyük bir iyilik yapmış olursun.”
5.
Bellek Funes sendromu… Hatıralar insanın canına okuyor. Toplumların da…
Kendimize “hafızasız toplumuz” demeyi severiz. Öyle miyiz sahiden? Her şeyi unuttuk mu? Hiç sanmıyorum. Toplumun en azından yarısı, Bellek Funes olmuş, her şeyi her şeyi her şeyi hatırlıyor. Tüm adaletsizlikleri, haksızlıkları, eziyetleri, hırsızlıkları, yolsuzlukları…
Ama yine bu yarısı bir yandan fazla bilgiyle, fazla analizle, fazla yorumla meşgul. Bellek Funes’in hiç durmayan zihni gibi aralıksız düşünüyor düşünüyor düşünüyor… Öyle olursa böyle mi olmalı, böyle olmazsa öyle de olmaz mı?
Kapatırken bir küçük felsefi fıkra…
“ [Sherlock] Holmes, Watson’la birlikte kamp yapmaktadır. Gecenin geç bir saatinde Holmes uyanır ve Watson’ı dürter. ‘Watson’ der, ‘göğe bak ve bana ne gördüğünü söyle.’
‘Milyonlarca yıldız görüyorum Holmes’ der Watson.
‘Peki bundan ne sonuca varıyorsun Watson?’
Watson biraz düşünür, sonunda ‘şey’ der, ‘astronomik açıdan milyonlarca galaksi ve muhtemelen milyarlarca gezegen bulunduğu sonucuna varıyorum. Astrolojik açıdan Satürn’ün Aslan burcuna girdiğini görüyorum. Zamansal açıdan saatin yaklaşık üçü çeyrek geçtiğini kestirebiliyorum. Meteorolojik açıdan yarının harika geçeceğini düşünüyorum. Teolojik açıdansa Tanrı’nın her şeye gücünün yettiğini ve bizim minnacık olduğumuzu çıkarabiliyorum. E peki sen ne sonuca vardın Holmes?”
“Birisi çadırımız çalmış dostum!”*
Uzatmaya, uzun uzun anlatmaya, analize, yoruma şimdilik gerek yok. Bellek Funes bir süre düşünmeye ara versin. Biz Themistocles’ten devam edelim.
Bu ara tek bir şeyi hatırlasak yeter: Birisi üstümüzdeki çadırı çalmış…
*Platon Bir Gün Kolunda Bir Ornitorenkle Bara Girer - Felsefeyi Mizah Yoluyla Anlamak, Thomas Cathcart ve Daniel Klein, Aylak Kitap, 2010, Çeviri: Algan Sezgintüredi)