Çifte depremin 100. saatinde Adıyaman

Adıyaman küçük kıyametini yaşadı/yaşıyor. Deprem harabelerinin arasında yakınlarının yasını bile tutmaya zamanı olmayan bu insanlar, küçük büyük demeden her türlü yardım ve dayanışmamızı bekliyor.

Abone ol

Mehmet Kaya*

Sabaha karşı saat dört yirmide, herkes uykusundayken 7,7 şiddetindeki depremle yataklarımızdan fırladık. İlk anın şaşkınlığı ve telaşı geçtikten sonra evleri terk ettik. 1 dakika 20 saniye süren bu deprem hiç bitmeyecek gibi geldi bizlere. Oysa depremin merkezinden uzakta, yani en az etkilenen kentlerden biri olan Diyarbakır’da bizler derinden etkilendiysek merkezinde ve merkeze yakın olan şehirlerde kim bilir durum nasıldı…

Son yüzyılın en büyük ve şiddetli bu deprem ve artçılarını; aynı günün öğle saatlerinde ikinci bağımsız deprem takip edince korku, endişe ve panik hali daha da artarken ilk depremde hasar gören binalar da yıkılınca felaket daha da boyutlandı. Aynı fay hattı üzerinde ve birbirine yakın olması nedeniyle literatüre çifte olarak geçen bu depremler, uzmanları bile şaşırttı. 

Bilindiği üzere depremden ilk görüntüler önce Diyarbakır’dan geldi. Ardı sıra Antep, Urfa, Malatya ve Hatay’dan. Depremin asıl felaketini yaşayan Adıyaman’dan ise tek bir görüntü gelmedi. Adıyaman’da depremin yaşandığı bilinse de yarattığı felaketin boyutlarından hiç kimse haberdar olamadı, uzun süre. Bunun nedeni görüntülerin sosyal medyaya iki gün sonra yansımasının yanı sıra, İl valisinin sonradan çokça tepki çeken ve felaketin boyutunu gizleyen sözleri oldu.

İlk depremle birlikte elektrik ve doğalgazın kesildiği ve alt yapının çöktüğü kentte; telekomünikasyon binası da çökmemiş olsaydı eğer muhtemelen sosyal medya eliyle Adıyaman’da yaşanan felaketin asıl boyutlarından hemencecik haberdar olunacak ve Adıyaman’a erken müdahale edilebilecekti. “ Adı- yaman yolu yaman” denilen kente bu kez de dijital yollar yaman oldu…

ADIYAMAN KÜÇÜK KIYAMETİNİ YAŞADI/YAŞIYOR 

Adıyaman’a yaman kılınan yollar çifte depremin üzerinde 48 saat geçtikten sonra kente gelen gazeteciler eliyle kısmen aşıldı. Basın emekçilerinin gönderdiği ilk görüntüler, herkesi dehşete düşürürken dikkatleri de buraya yönlendirdi. Nesiller boyu unutulmayacak bir küçük kıyamet yaşanmış ve yaşanıyordu. Bu şehre gelmeden önce gördüğüm bu görüntüler; bana 17 Ağustos 1999 değil kitaplarda okuduğum 10 Eylül 1509 İstanbul depremini hatırlatmıştı. Tarihte çok az deprem için küçük kıyamet deniliyor, bunlardan bir tanesi 1509 İstanbul depremiydi. Muhtemelen Adıyaman da bu listeye eklendi… 

Gazetecilerle birlikte hem gönüllü çalışma hem de enformasyon amacıyla Diyarbakır’dan Adıyaman’a doğru yola çıktığımızda; aklımda hep bu “küçük kıyamet” sözcüğü dolaştı durdu. 

Yol boyunca Diyarbakır başta olmak üzere çevre illerden gönderilen yardım tırları dışında aynı istikamette seyahat eden tek binek aracı bizimdi, sanırım… Bölgeye gönderilen bu yardım tırları hem örgütlü toplumun hem de dayanışmanın önemini bir kez daha gözler önüne seriyordu. 

Gazeteci arkadaşlarla Diyarbakır’da yaşanan depreme gönderilen yardımları ve örgütlü toplumu konuşurken İzmir’den telefonla arandık. İzmir’den arayan arkadaşımız “Adıyaman’a gittiğinizi haber aldım. Size bir telefon numarası vereceğim. Önce bu numaraya ulaşın. Ne gerekiyorsa yapın, lütfen! İzmir’den komşum akrabaları ve ailesi için Adıyaman’a gitti. Ailesi ve akrabalarından 40 kişi öldü. Mutlaka yapılacak bir şey olmalı” deyince kanımız dondu. Bir süre konuşamadık ve arayan arkadaşımıza sadece “tamam” diyebildik. 

Herhalde ne cihan harbinde ne de herhangi bir iç savaşta aynı aileden 40 kişi, birkaç saniye içinde yaşamından olmamıştır. Böylesi bir acıyı anlatabilecek herhangi bir ağıtın olduğunu da sanmıyorum. Yolun geri kalanında bu durumu düşüne duralım; yolun karşı şeridinde gördüklerimiz ise Adıyaman’ın önümüzdeki günlerde yaşayacağı fotoğrafının habercisiydi. 

DUYGULANMAK VE 'PUÇ'LAŞMANIN BİRLEŞTİĞİ AN’LAR

Siverek’ten Adıyaman’a kadar geldiğimiz istikametin tersi, aralıksız şehri terk eden araçlardan oluşuyordu. Adıyaman’dan hemen önce Zeynel Abidin mıntıkasına vardığımızda ise trafik tamamen durmuştu. Gece 23.00 sıralarında bu noktada oluşan yoğunluğun nedeni ise cenazelerin toprağa verilmesiydi. Gün boyu devam eden defin işlemlerinin geceden sabaha kadar süreceğini belirtti, orada bulunanlar. 

Şehre vardığımızda üç gündür kesilen elektrik enerjisinin kimi mahallelere kısmen verildiğini görsek de şehrin geneli hala karanlıktaydı. Doğalgaz hatlarının kesik olduğu kentin sokaklarında enkaz başında bir umutla bekleyenler ve enkazda çalışanlar, yer yer yaktıkları küçük ateşlerle soğukla mücadele ediyordu. Dışarıdaki dondurucu soğuk ve altyapının çökmesi nedeniyle verilmeyen elektrikten kaynaklı kurtarma çalışmaları ciddi düzeyde etkileniyordu. 

Gazeteci arkadaşlarım “bu caddeleri ve sokakları gezmeden yazı yazma” dediler. Caddelerde ve sokaklarda dolaşırken gördüklerim arkadaşlarımın uyarılarında ne kadar haklı olduklarını gösterdi. Hayatım boyunca duyduğum en yoğun duygu haliydi ve aynı zamanda hissizlik! Ayakları hissetmeme ve ağlamak isteyip ağlayamama. Sadece donup kalma ve zamanda ne yapacağını bilmeden takılı kalma hali. Hem yoğun bir duygu hali hem de puçlaşma. Enkaz başındaki diğer insanlar gibi…. 

'DAHA FAZLA EKİPMAN VE TEÇHİZAT' İSTENİYOR 

Gece karanlıkta bile görülen yıkım ve enkazlar için, depremi bilmesem, kelimenin tam anlamıyla film için oluşmuş bir savaş platosu derdim. Zira buradaki yıkımla ilgili şu ana kadar gösterilenler ve yazılanlar sadece buradaki gerçekliğin yanında küçük bir ayrıntı olarak kalıyor. Hastanedeki doktorun “üç gündür gelen yaralıları kurtarmak için 300- 400 kol ve bacak kestim” dediği bu harabe kentin sokakları artık ceset kokuyor. İnsanlar bir yetkilinin olmamasından şikayet ederken bütün siyasi partilere tepkili, "ölümüzü sormayanlar yarın oy için kapımıza gelmesinler” diyor. Diğer şehirlerin aksine burada resmî yetkililerle karşılaşılmıyor. Günlerdir şehrin valisini gören yok. Oysa diğer şehirlerde valilerin ve ilgili yetkililerin sahada olduğu görüldü. Burada muhatap olunacak yetkilinin olmaması dışardan gelenleri şaşırtıyor,  tepkileri yükseltiyor. 

İnsanların tepkilerinin yükseldiği sokak ve caddelerde maskesiz dolaşmak oldukça zor olsa da bizi asıl zorlayan dağ köylerinden gelen haberlerdi. Kurtların köylerde yerdeki naaşları parçaladığı ve yediği haberleri herkesi daha da derinden sarstı. 

Gerek merkez de gerekse ilçe ve köyler de edindiğimiz izlenim; depremin kendini hissettirmediği tek bir hanenin kalmamış olması… Adıyaman depremini yerinde gördükten sonra Diyarbakır’da yaşandıklarımızın çok küçük çaplı olduğunu fark ettik. Buradaki gerçekliğin karşısında “Diyarbakır ve Urfa’da yaşanan küçük bir ayrıntı” sözü tablonun anlaşılmasına katkı sunar, zannımca… Çünkü Diyarbakır’da hem yıkılan bina sayısı çok azdı hem de şehirde büyük bir dayanışma vardı. Adıyaman’da ise dayanışmayı sağlayacak kimse kalmamış geriye. Şehrin tamamı depremzede ve herkes birden fazla yakını kaybetmiş! Depremin üzerimden 100 saat geçtiği halde hâlâ temel gıda, su, ısınma, çocuk maması, çocuk bezi, kadın pedi, seyyar tuvaletler, yakıt vs gibi yaşamsal önemdeki kalemlere çok ciddi düzeyde ihtiyaç duyuluyor/ulaşılmıyor.

ŞEHRİN GÖZLERE GÖSTERDİĞİ VE KULAKLARA FISILDADIĞI 

Buna rağmen insanlar “çevre illerin dayanışması yeterli, bizim beklentimiz daha fazla teknik aracın gönderilmesi, enkaz altındakileri sağ olarak kurtarma umudumuz gittikçe tükeniyor. Bari cenazemizi çıkarıp versinler” diyor. Haklı tepkilerin de gösterdiği gibi hâlâ ulaşılmamış köyler ve şehirde hiç müdahale edilmemiş enkazlar ise orta yerde duruyor. 

Hastanenin tamamının morga dönüştüğü kentin sokaklarında, cenazeler yerde bekletiliyor. Ceset torbası bulunamadığı için cesetler öylece beklerken kefen bezi yetersizliğinden cenazeler battaniyelerle toprağa verildiği belirtiliyor. Sokaklarında insanların ağlayarak yürüdüğü bu kent gözlere açık açık gerçekliğin resmini gösteriyor ve kulaklara fısıldıyor “Buradakiler kıyametlerini yaşadı ve yaşıyor. Şimdi gözyaşlarınıza rağmen acıdan ve yastan ziyade enkaz altındakileri kurtarma; hayatta kalanları ise soğuktan, açlıktan koruma, yaşatma ve onlarla dayanışma zamanı…" Kentte fısıltısının nedeni kurtarma çalışmalarının hala yetersiz olması, teknik araçların ve profesyonel ekiplerin azlığı, çadır kentlerin kurulmamış olması ve yardımlar için gönüllülerin eşgüdümsüz çalışmaları ve gelen yardımları dağıtmada ve organize de amatör oluşları…

Özcesi Adıyaman’da yaşanan ve yaşanmakta olan felaketin boyutları yansıtılan, bilinen ve düşünülenin çok ötesinde. Adıyaman küçük kıyametini yaşadı/yaşıyor. Adıyaman’ın deprem harabelerinin arasında yakınlarının yasını bile tutmaya zamanı olmayan, bir umutla “kim olursa olsun yeter ki bir insan kurtulsun” umudunda olan bu insanlar, küçük büyük demeden her türlü yardım ve dayanışmamızı bekliyor. Özelikle de merkezi hükümetten daha fazla profesyonel ekip ve teknik araç bekleniyor. Dayanışma ve teknik araçlara, profesyonel ekiplere duyulan ihtiyaç hiçbir dönem bu kadar acil ve önemli olmamıştı. Adıyaman ancak dayanışmamızla ve merkezi hükümetin daha fazla sahada görülmesiyle felaketin acılarını azaltabilir. Çünkü Adıyaman yoksul bir kent. Sınırlı tarım ve hayvancılık dışında başkaca bir gelirin olmadığı bu kent, dayanışma ve merkezi hükümetin daha fazla duyarlılığı olmasa kendiliğinden uzun yıllar sonra bile ayağa kalkacak güçte değil…

Korkunç, endişe verici ve onbinlerce Adıyamanlının hayatını alt üst eden bu küçük kıyametle ilgili yazılacak onlarca şey hâlâ öylece orta yerde duruyor!…

* Avukat-Diyarbakır Barosu