Bıkmadın mı be adam diyeceksiniz. Haklısınız, bıktırıcı. Ne var
ki sistematik hak ihlallerinin, ihlal eden için “doğal hak” haline
gelmesine itirazı hiç kesmemek lazım. Olağanlaşmış olağanüstü işler
şaşırtmıyor tamam, alıştık tamam, ama alışmamak lazım. Şaşırmak
lazım. Sadece ölüler şaşırmaz. Hak ihlallerine alışmak, normal
zannetmek “sivil ölüm”ün bir türü aslında. Baro Başkanı Ekrem
Dönmez, yürütmenin-idarenin rutin hale getirdiği bir hukuksuzluğa
şaşkınlık içinde itiraz yolunu seçmekle, yurttaşı sivil ölü haline
getirmeyi arzulayan makinenin işleyişini bir kere daha deşifre
ederek, şaşırmanın ne kadar gerekli ve önemli olduğunu ortaya
koydu. Yurttaş olarak teşekkürü, avukat olarak tebriği hak
ediyor.
Hatay Baro Başkanı’na yönelik hukuksuz saldırıdan sonra sesini
duyduğumuz resmi makamlar, hukuksuzluğun yeni sistemin temeli
olduğunu bir daha ortaya koydu. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün
açıklaması sadece basit bir
bürokratik savunma olmanın çok ötesine gidiyordu. Az yakından
bakalım.
İÇİŞLERİ BAKANI OLUR DEMİŞSE OLUR O ZAMAN
Başlayalım:
Açıklamanın en kritik iki yerinden biri, asıl meseleye girilen
ikinci paragrafın ilk cümlesi: “İçişleri Bakanımızın
olurlarıyla vatandaşlarımızın Kurban Bayramı’nı huzur ve güven
ortamında geçirmesini sağlamak…”
Cümleyi tamamlamaya gerek yok, Emniyet Genel Müdürlüğü,
personelinin elinden çıkan hukuksuzluğun münferit değil sıralı
sicil hiyerarşisi içinde alınmış bir karar gereği olduğunu ilan
ediyor öncelikle. “Haklılığını” içişleri teşkilatı piramidinin en
tepesindeki bakanın talimatına (oluruna) bağlıyor. İçişleri Bakanı
“olur” demişse, akan sular durmasa bile yurttaş yolda, belde, evde,
lokantada durmak zorunda. Durdurmak için -eskiden de var olan ama
15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir polisiye uygulama olmaktan
çok bir askeri harekat görünümüne bürünen “Türkiye Huzur Güven
Uygulaması” yapıldığını açıklıyor Emniyet. “Hep yapıyoruz” diyor.
Bu şekilde bir operasyonun aslen bir hukuki operasyon olarak
tanımlanması imkansız, yüzbinlerce kişiyi birkaç saatte “tedbir” ya
da “önleme” durdurması/araması işleminden geçirmenin hukuki hiçbir
dayanağı yok. Dahası bir Anayasa ihlali bu. Eskiden huzur
operasyonları için mahkemelerden, yine hukuka aykırı biçimde geniş
yetkiler alınırdı, anlaşılan artık buna da ihtiyaç duymuyorlar,
duysalar Emniyet açıklamasında yer verilirdi. Açıklamada, bu
işin rutin olduğu ve bir kasıt bulunmadığı da vurgulanıyor, bütün
metne.
KANUNLARIN ANLAMINI TERSİNE ÇEVİRMEK
Sonra “bilindiği üzere” klişesiyle PVSK’nın 4/A ve 5 maddelerine
atıfta bulunuyor. Oradan da toptan bir hüküm çıkarıyor: Herkes,
“kimliği ibraz etmek zorundadır.” Sonra Anayasa’yı hatırlıyor,
10’uncu madde: “Herkes kanun önünde eşittir.” Sonuç? Hatay Baro
Başkanı kimliğini göstermedi, suç işledi.
Başvurulan maddelerde yazan ama burada zikredilmeyen öğeler
var:
Kimlik sormak için makul sebep gösterme
mecburiyeti.
Bunu, “süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfilik
oluşturacak şekilde” yapmamak.
Ve
Durdurduğu kişiye durdurma sebebini
bildirmek…
Açıklama, hukuki açık gerçeği gizleme amacını taşımıyor sadece,
anti-hukuk mantığıyla terse çevirmeyi de içeriyor; örneğin:
Açıklamada, işlemin “rutin olduğu, bir kasıt içermediği”
vurgulanıyor ya, işte yukarıdaki ilkeler tam tersi olması
gerektiğini söylüyor: Bir kastınız olmalı, süreklilik arz edecek,
fiili durum yaratacak şekilde olmamalı. Rutine bağlayamazsınız.
Toparlayalım: Makul bir sebebiniz yoksa, durdurma sebebini
bildirmiyorsanız, durmadan, fiili olarak, önünüze gelene kimlik
soruyorsanız, size kimliğini göstermeyebilir. Sizin talimatla icat
ettiğiniz “rutin” hukuku da yurttaşı da bağlamaz. Hatay Baro
Başkanı da bunu yaptı sadece: Kimliğimi niye istiyorsunuz?
Dayanak-sebep ne? Kastınız ne?
Emniyet Genel Müdürlüğü açıklaması, sadece hukuksuz iş yapan
personelini korumayı amaçlamıyor, emri veren o tabii ki kendi
hukuksuzluğunu savunacak; fakat açıklama aynı zamanda bu
hukuksuzlukların oturduğu siyasal-hukuksal çerçeveyi de hem
gösteriyor hem ilan ediyor. Fakat oraya geçmeden önce açıklamadaki
bir noktaya daha dikkat çekelim:
“Sosyal medyaya yansıyan görüntülere göre polislerimizin
mevzuata, terbiye ve nezaket kurallarına uygun olarak görevlerini
ifa ettikleri…”
Mevzuata uymadığı açık. Terbiye ve nezaket kuralları meselesinde
iki boyut ve iki eşik var: Birincisi, elbette terbiyesizlik ve
kabalık kurallarına uyarak yapacak değiller, bunu söylemek bile
abes. Ama söylenmesinin iki nedeni var: İlk neden, elde hukuk
olmayınca sadece “Siz” diye hitap etmeye çabalamayı terbiye ve
nezaket zirvesi sayarsınız. İkinci neden, “sizi alacağız”
denildikten sonra olan bitenleri, kamerada gördüğümüz ve
görmediğimiz şeyleri tartışmadan kaçırmak. Nitekim, Hatay Barosu
Başkanı Ekrem Dönmez, yine sosyal medyadan yaydığı tutanağa göre “terbiye ve
nezaket”, baştaki hukuksuzluktan kaynaklanan orantısız güç
uygulamasına hiç de engel olmamış.
ASKERDEN SONRA POLİSİN SEVDİĞİ KLİŞE
Açıklama esasen bütün “hukuki gücünü” İçişleri Bakanı’nın
“olur”una yaslıyor. O yüzden ilk cümle olarak onun adı geçiyor. Son
cümlenin içinde de “esas misyonu demokrasinin teminatı
olmak olan” polise vurgu yapılıyor. Bu cümle tanıdık. Çok
tanıdık ama nereden? 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, 12 Eylül’den başarısız
15 Temmuz girişimine kadar darbeleri aklama girişimlerinin hepsinde
ordunun konumu, “demokrasiyi-cumhuriyeti korumak, demokrasinin
teminatı olmak” fikrini içeren laf kalabalıkları yardıma
çağrılırdı. Şimdi hukuksuzluğun gerekçesi olarak polisin
“demokrasinin teminatı” olduğu retoriğine başvuruluyor. Demagoji
gücünde mugalata. Demagoji çünkü polisin “asayiş”i sağlamak,
ideolojik deyimiyle “huzur ve güven”i (ki bu da ünlü 12 Eylül
formülüdür) temin etmek gibi bir görevi varsa bile bu ancak kanun
ve kaidelere uygun olarak ifa edilir; bundan başka demokrasiyi
korumak filan gibi görev tanımıyla hiçbir ilgisi olmayan klişelere
ancak “darbeci” ya da “vesayetçi” denilen yolları meşrulaştırmak
için başvurulur.
Açıklamada, “esas misyonu demokrasinin teminatı olmak olan
polis” ifadesi tırnak içinde yazılmış. Neden?
DENETLENMESİ GEREKEN GÜÇLERİN DENETİMİ
Tırnak içinde, demek ki bir yerden alınmış. Nereden olabilir?
Anayasa’da, yasalarda, yönetmeliklerde böyle bir ifade yok. Zaten
orada yazsa kim önemser ki? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
2000’lerin sonuna doğru polisin “demokrasinin teminatı olduğunu”
söylemeye başladı. 2009 ve 2011’de bu minvaldeki sözleri
tartışıldı, beğenen oldu beğenmeyen oldu. Bunu söyleyen tek sağcı
lider de değildi, fakat hiçbir sağ liderin sözü anayasadan üstün
hale geçmemişti şimdiye kadar. Emniyet şimdi durumun değiştiğini
bildiği için Anayasa’ya lafzen ve kerhen, o söze ise kalben ve
ruhen atıf yapıyor.
Asker ne kadar demokrasi teminatıysa polis de o kadar demokrasi
teminatıdır; asker ve polis, devletin şiddet tekelinin icrasını
yapan “silahlı görevlileri”, iyi niyetli bir bakışla suç
işlenmemesinin, ülkeye başka ülkelerden askeri saldırı olmamasının
filan teminatı olabilirler ama konu demokrasi olunca teminattan çok
tehdittirler. Askerden iyi biliyoruz. Gülen cemaatinin polis
içindeki örgütlenmesine ilişkin tartışma ve vakalardan ötürü iyi
biliyoruz. Parlamento ve yargı (barolar dahil!) türü organlar gibi
toplumun bütün örgütlenmeleri ve oralarda örgütlenen toplumun
kendisi demokrasinin teminatı olabilir, bu iki silahlı güç olamaz.
Bunlar demokrasinin teminatı olmayı bırakın, demokratik güçler
tarafından denetim altında tutulması gereken güçler. O denetimin
bilinen tek yolu hukuktur. Emniyet bildirisi, hukuka karşı
kesintisiz yürütülen darbenin minik bir tekrarından ibaret.
O halde bir anti-hukuk atasözü önererek bitirelim: Demokrasiyi
polise ciğeri kediye emanet edeceksin.