100. yılını doldurmaya gün sayan Cumhuriyet, aynı zamanda "100
yılın seçimi"ni yapmaya da hazırlanıyor: 'Cumhurbaşkanlığı Sistemi'
yerleşip kalıcılaşacak mı yoksa ‘Güçlendirilmiş Parlamenter
Sistem’le önceki yönetim modelini hatırlatan bir dönem mi
başlayacak?
Yani 2023’te sandığa gidecek seçmen, vereceği oylarla sadece
milletvekillerini, iktidar olacak partiyi/ittifakı ve
cumhurbaşkanını değil, ülkenin yönetim modelini de oylayacak. O
yüzden şimdi ‘anayasa çıkarma’ dönemini yaşıyoruz! Herkes
‘hazırladığı’ anayasaları çekip çıkıyor karşımıza. Altılı Masa gibi
içeriğini açıklayan da var, Devlet Bahçeli gibi kürsünden dosyayı
gösteren ama ayrıntı vermeyen de… 20 yıllık iktidar partisi ise
anayasa yenileme konusunda zaten çok antrenmanlı. Ama nasıl
oluyorsa yıllar içinde ‘özgürlükçü anayasa’ denilerek eklenen her
yeni madde, daha çok otoriterleşme tartışması yarattı!
***
Peki 'özgürlükçü bir anayasa' nasıl hazırlanır? Bir gün bizim de
böyle bir anayasaya kavuşmamız mümkün olabilir mi? Yazarımız Dinçer
Demirkent dün Didem Mercan’ın sorularını yanıtlarken şu ön şartı hatırlattı:
"Özgürlükçü bir anayasadan bahsetmek için istibdat altında tutulmuş
toplum üzerindeki baskıların kaldırılması gerekir."
Ve işaret etti: Toplu sözleşme düzenini etkisizleştiren,
çalışanın grev hakkını geriletip, hak aradığı için lokavtla kapıya
konmasını içeren 12 Eylül’ün anayasasından bir kopuş
görünmüyor…
'Yeni bir Türkiye' vaadiyle yola çıkan ve muhalefetin en büyük
parçasını oluşturan Altılı Masa’nın durumu bu…
Mevcut iktidarın devamı halinde yapılacak yeni bir anayasanın bu
en temel hak konusunda nasıl olacağını görmek içinse yine yıllar
içinde defalarca dile getirilen, 'bizim zamanımızda grev kalmadı'
övünmeleri epey önemli bir ipucu...
***
Bir diğer ‘hayati’ konu ise Kürt sorunu. Türkiye bu meseleyi
bugün de olduğu gibi, her seçim öncesinde tekrar yaşanmaya başlayan
yeni kayıplar-acılar döngüsüyle taşımaya devam mı edecek? Bu konuda
yeni anayasa, yani yeni bir 'büyük uzlaşı' önerenlerin 100 yıldır
izlenen yolların dışında bir önermesi olacak mı? Kendilerinin yoksa
da olanların/olabileceklerin dinlenmesi Türkiye için 'büyük gömlek'
olmaya devam mı edecek?
***
Bu soruların doğru yanıtlarını bir ya da birkaç parti için
çalışan anayasa yazıcıların kendi başlarına bulmalarını beklemek,
en başta onlara haksızlık. En büyük toplumsal uzlaşı demek olan
anayasanın nasıl yapılacağını belirlemek için, bir zahmet geniş
toplumsal kesimlerin de görüşünün alınacağını söylemesini
siyasetten bekleyemeyecek halde mi 100. yılındaki Türkiye?
O zaman sonuç yine, toplumu bir günlük seçmene dönüştürüp,
‘oyunu kullan, git yerine otur’ demek mi olacak? Anayasalar için
'halk' yine bir günlüğüne sandık başında lazım olup sonra yine
kenara koyulacak süs olmaya devam mı edecek? Sorunun yanıtını
verecek olan mevcut siyaset dünyası değil hiç şüphesiz, yine halkın
kendisi…
Passolig’ler iptal mi
oldu?
Tribünden tribüne patlayıcı maddenin yolculuğunu ve 'hedefi'
vurmasını izlediniz mi? Sahaya giren ‘taraftar’ın bayrak direği
söküp bütün sahayı koşup gelerek futbolcunun kafasına indirmesini?
Göztepe-Altay maçında yaşananlar inanılmaz mı görünüyor? Ama asıl
inanılmaz olan bunlar değil. Hatta, işi hayat kurtarmak olan
ambulans şoförünün stada patlayıcı sokması bile değil.
Asıl şaşırtıcı olan, 2014’ten beri, 'futbol terörünü bitirecek'
diye sunulan ve neredeyse her taraftarı fişleyen Passolig’in nasıl
bu kadar işe yaramaz olabildiği! Aradan 8 yıl geçmiş, ‘spor polisi’
bile var artık, her an görüntü kaydı alıp duran o kadar güvenlik
kamerası var. Üstelik öğreniyoruz ki, tribüne patlayıcı madde
sokanlar daha bir ay önce Sakaryaspor tribününe de yine işaret
fişeği atmış! Gel gör ki biz yine kanla yıkanmış tribünler, saha
ortasında bayrak direğiyle yaralanan futbolcular izliyoruz.
O halde, Passolig sadece Gezi’yle birlikte politikleşen
tribünleri susturmak için miydi? Ya da maça gitmek isteyen
futbolsevere bilet fiyatı dışında bir maliyet daha çıkartmak için
mi icat edildi sadece? Yoksa futbolu bu belalardan kurtaracağı
söylenen Passolig’ler iptal oldu da haberimiz mi olmadı?
Ortaoyuncular’ın
anlattığı…
Ferhan Şensoy parlak zekasıyla kaleme aldığı her satırıyla
öncelikle önemli bir yazardı. Fransa ve Kanada’dan
biriktirdiklerini yüklenip döndüğü ülkesinde, yazdıklarını sahneye
taşımaya başladığında Türkiye, 12 Eylül askeri darbesine giden
günleri yaşıyordu. O karanlık zamanlardan sonra hem yazarlık hem de
tiyatro mesaisini hep zekanın ve cesaretin ışıldayan örneklerini
sergileyerek geçirdi. Bugün, 42 yıl sonra Ses Tiyatrosu’na gidip
‘Şahları da Vururlar’ı izlediğinizde sadece bir tiyatro
oyunu izlemiş olmayacaksınız o yüzden. Ortaoyuncular sizi sadece
İran’dan yola çıkarak yakın tarihimize ve dünyamızın türlü çeşit
hallerine alıp götürmeyecek iki saat boyunca. Ve sadece Ses
Tiyatrosu’nun bugünün Beyoğlu’nda ne kadar özel bir mekan olarak
varlığını devam ettirdiğine şahit olmayacaksanız. Ortaoyuncular,
Şensoy’un o az rastlanır yaratıcılığına bir kez daha tanık olma
fırsatını da verecek size. Ustanın yazdıklarıyla daha çok uzun süre
güncel olmaya devam edeceğini de anlatacak…