Yeni yılın ilk yazısını yazdığım bugün Meclisimiz Libya
tezkeresini görüşüyor. Çılgın projelerin iktidarı, bu kez el
büyütüp sınır komşumuz olmayan bir ülkeye de asker göndermenin
peşinde. Cumhurbaşkanına sınırsız yetki tanıyan bir tezkereyle hem
de… Her defasında yetkilerin sınırı biraz daha genişliyor. Her
defasında yeni bir eşik atlanıyor. İktidar, kendi sonuna
yaklaşırken bizi de olabildiğince dibe çekiyor. Yılın son
günlerinde tanık olduğumuz, yerli arabadan İstanbul Kanalı’na
çılgınlıkların başka bir sonucu olabilir mi, düşünüyorum
düşünüyorum da çıkamıyorum işin içinden… İyimser olamıyorum.
Herkes çıldırdı. Hayatın şirazesi kaydı. İkili ilişkilerimizden
gündelik karşılaşmalarımıza, topluluk olarak bir türlü ortak yaşam
ilkelerimizi, ortaklaşmanın etik normlarını oturtamayışımıza bu
kaymanın izi sürülebiliyor. Bunlar bana sürekli “sınır” meselesini
hatırlatıyor. Burada kast ettiğim, ulusları ayıran, ülkeyi bir alan
olarak ayırarak tanımlayan politik-coğrafi sınırlar değil. Daha çok
politik özneleri kuran, onları taleplerin ortaklaştırdığı
toplulukların parçası haline getiren, bir halk inşa ederek politik
talepleri olanaklı kılan sınırlar…
Sınır, ayıran ama ayırdıklarından birine ait olamayan bir
belirsizlik alanıdır. İki özdeşlik alanı, iki kendilik olarak karşı
karşıya geldiğimizde sınır hem benimdir, hem de ötekinin. Ama bir
yandan da ne benimdir, ne ötekinin. Benden ötede beni, ben olarak
ötekinden ayırandır, ötekini de benden. Müphemliği ölçüsünde
kendine ait somut bir gerçekliğe sahip değildir. Her zaman bir
yoklukla maluldür.
Bir geçiş, bir temas alanıdır sınır aynı zamanda. İşte tam bu
noktada politik değeri ortaya çıkar. Belirsizliği, teması olanaklı
kılar. Kendimiz olabilmek için sınıra ihtiyaç duyarız ama sınırın
pozitif bir varlığının olmayışı, onun bir duvar gibi birini
ötekiyle temasını olanaksızlaştıran bir engel haline gelemeyişini
de açıklar. Sınırların bu hiçlikle malul hali nedeniyledir ki
devletler sınırlarını tahkim etme, somut engeller koyarak sınırı
pozitif bir ayırana dönüştürme ihtiyacı duyarlar. Göçlerin önüne
çekilen duvarlar, dikenli teller, mayınlı araziler sınırın
hiçliğine karşı bir mücadeledir. Türkiye’nin Suriye, Trump’ın
Meksika sınırına ördükleri duvarlar gibi…
Oysa sınır, ötekini görebileceğimiz, onunla temas edebileceğimiz
bir alandır aynı zamanda. Geçirgendir. Belirsizliğiyle birleştirir.
Belirsiz kalmalıdır. Mutlaklaşmamalıdır. Teması yok eden sınır,
kurucu özelliğini yitirir. Soyut kimliklerden, somut öznelere
dönüşebilmek için sınırın müphem kalması gerekir. Ancak bu kurucu
belirsizlik sayesinde taleplerimizle ortaklıklar inşa ederek biz
olabiliriz.
Biz olalım, halk olalım ki şu çılgınlıkların
yarattığı/yaratacağı girdapta yok olmaktan kendimizi
koruyabilelim.