22 Nisan Dünya Günü idi. Bu vesileyle
salgından sonra gezegenimiz ne halde olacak diye merak ediyor insan
elbette. Bu konuda kısa vadeli işaretler umut veriyorsa da, uzun
vadeli işaretler daha karamsar.
Türkiye’de son bir ayda 29
büyükşehirde hava kirliliği yüzde
32 azalmış. Çin’de Şubat ayında hava kirliliği yüzde 36 ve
karbon salınımı 200 milyon ton düşmüştü. Çin, dünyanın karbon
salınımının yaklaşık yüzde 27’sinden kendi başına sorumlu olduğu
için bu düşüş iklim değişikliğinin yavaşlatılması için olumlu bir
adım olarak görülebilir. Gerçi, geçmişte bu tarz dışsal şoklarla
yaşanan düşüşlerin uzun soluklu olmadığına dair bilgi var elimizde.
Örneğin, 2008 Kuzey Amerika mali krizinde üretimin düşmesi sonucu
2009 yılında küresel düzeyde karbon salınımı düşüşü gözlenmişti.
Ancak bir yıl kadar kısa bir süre içerisinde karbon salınımı
oranları yüzde
6’dan fazla arttı. Üstelik, bu artış mali kriz nedeniyle
üretimin gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere kayması
sonucu gerçekleşen yapısal değişimin bir parçası olarak ortaya
çıktı ve kalıcı oldu.
Covid-19 pandemisine karşı
alınan karantina önlemleriyle birlikte gelen karbon salınımı
düşüşünün kalıcı olabileceğine dair umutlu olmak için nedenler var
elbet. Salgın küresel bir boyuta ulaştığı için üretimin yavaşlaması
bölgesel bir kayma olarak gerçekleşmeyecek muhtemelen. Daha
önemlisi, 2019’da Paris İklim Antlaşması aktivistlerinin çabasıyla
yenilenebilir enerjiye geçişin uluslararası kamuoyu tarafından
çokça desteklendiği bir dönemdeyiz. Birçok devlet ve kurum da bu
yönde adımlar atmış durumdaydı pandeminin hemen öncesinde. Geleceğe
dair planlar da bu yönde. Örneğin, iklim değişikliği Ocak 2020’deki
Davos Liderler Zirvesi’nin ana gündem maddelerinden biriydi. Eylül
2020’de Leipzig’de AB-Çin Zirvesi’nde uluslararası sistemin bu iki
önemli aktörü yeşil ekonomi konusunda işbirliği planlarını
açıklayacaklardı. Bunun da, Kasım’da yapılacak BM İklim
Zirvesi’ndeki güç dağılımını olumlu yönde etkilemesi
bekleniyordu. Bu toplantılar artık sanal ortamda yapılacak
olabilir ama bu beklentilerin gerçekleşmesi için ortam
hazır.
Ember adlı bir düşünce
kuruluşu tarafından hazırlanan rapora
göre, elektrik sektörü kaynaklı karbon emisyonları 2019 yılında
yüzde 2 oranında azalmış ve bu kömür yakıtlı elektrik üretiminde
yaşanan yüzde 3’lük düşüşten kaynaklanıyor. Bu iki oran 1990
yılından bu yana kaydedilen en büyük düşüş oranlarıymış.
Yenilenebilir enerjilerden rüzgâr ve güneş enerjisi üretimi ise
2019 yılında yüzde 15 oranında artarak dünyada tüketilen elektriğin
yüzde 8’ini karşılamış. Bu oranın yüksekliğini anlamak için
karşılaştırırsak, 2013’te bu oran sadece yüzde
3’muş.
ABD, kömürü gazla, AB ise
doğrudan rüzgar ve güneş enerjisiyle ikame ederek karbon salınımını
azaltmak yoluna gidiyor. Bunun sonucunda, 2007’den bu yana ABD’deki
elektrik sektörü kaynaklı karbon emisyonları yüzde 30'lara varan
bir oranda azalırken, AB’de düşüş oranı yüzde 43
olmuş.
Kömürden yenilenebilir
enerjilere geçiş konusunda prensipte alınan kararlar kadar yeşil
enerjilerin kademeli olarak ucuzlaması da rol oynuyor. 2019’da
rüzgar enerjisi ihalelerinde rekor düşüklükte rakamlar gözlendi,
bunun sonucunda AB, elektriğinin yüzde 18’ini rüzgâr ve güneş
enerjisinden karşılar duruma geldi, öte yandan bu oran ABD’de yüzde
11, Çin’de yüzde 9 ve Hindistan’da yüzde 8 oldu.
Yenilenebilir enerji
teknolojilerinin ucuzlamasının bir nedeni de Çin’in bu piyasaya
girmiş olması. Çin, 2010’lu yıllardan itibaren yeşil enerji
dönüşümünü beş yıllık kalkınma planlarına
koymaya başladı. Bunun sonucu olarak bugün Çin rüzgar ve güneş
enerjisi yatırımlarında öncü, yapım ve kurulum pazarlarının da
hakimi. Çoğunluğunu özel şirketlerin oluşturduğu iç pazarı ise
üretim fazlası vermeye başladı bile. Hem bu arz fazlasının hem de
Çin’in ‘sorumluluk sahibi süper güç’ olma yönündeki yeni dış
politikasının sonucu olarak Çin, yeşil teknolojilerin en büyük
ithalatçısı da
aynı zamanda.
Çin’in siyasi ve ekonomik
olarak iklim gündemini destekliyor olması pandeminin yarattığı
karbon salınımı rahatlamasının sürdürülebilir olacağı umudunu verse
de sonuç yine 2008 mali krizi ertesinde olduğu gibi hüsran
olabilir.
Çin, Kuşak ve Yol Girişimi
dahilindeki ülkelerle ‘yeşil güç’ anlaşması yapsa ve Çin Kakınma
Bankası (CDB) ve Çin İthalat-İhracat Bankası (CHEXİM) gibi finans
kuruluşlarıyla bu hedef ülkelerin yeşil yatırımlarını garantiye
alma sözü verse de bu iki bankanın verdiği kredilerin büyük
çoğunluğu hala geleneksel teknolojilerle işletilecek olan enerji
santrallerine. Bu iki bankanın toplam finansmanın yüzde 45’i
kömüre, yüzde 34’ü hidrolik enerjiye gidiyor. Rüzgar ve güneş
enerjisine verilmiş kredilerin oranı yüzde
3’ten az. Bu çelişkiyi iki şekilde
açıklayabiliriz.
Birincisi, Çin’in yeşil
enerji yatırımlarında Çin teknolojisi kullanımını zorunlu kılması.
Bu esnek olmayan altyapı antlaşması, özel şirketlerin yatırımlarını
riske sokuyor. Örneğin, Doğu Avrupa’daki birçok rüzgar santralını
yürüten firma bu yüzden yakınlarda iflas etti. Devletler ise Kamu
İktisadi Teşebbüslerini (KİT) böyle riskli yatırımlara sokmak
istemiyorlar. Bu durumda, yeşil finansman olsa bile, talep düşük
kalıyor.
İkincisi, Çin,
yenilenebilir teknolojiler daha kârlı hale geldikçe zarar eden
geleneksel enerji alanında uzmanlaşmış KİT'lerini korumak için
yurtdışı yatırıma daha çok onları yönlendiriyor. Bu, Çin’in yüksek
sesle reklamını yaptığı iklim dostu dış politikasıyla çelişkili de
olsa, Çin’in önceliği her zaman yerli kalkınma ihtiyaçları. Bu
nedenle elektrik KİT'leri yurtdışında kömürle çalışan santrallere
yatırım yapmaya yönlendiriliyor. Bugün Çin’in yurtdışı yatırımının
beşte biri kömüre gidiyor ve yaklaşık 50 milyar dolar gibi bir
rakamdan bahsediyoruz. Elbette, bu palyatif bir çözüm olduğu için,
bu yatırımların yarısından fazlası atıl kalmış durumda ama Çin’in
enerji politikasındaki bu ikilik pandemi sonrası dünyada iklim
politikasına darbe vurmaya bir zemin
oluşturabilir.
Çin, küresel ekonomiyle
bütünleştiği son kırk yılda ilk defa 2019’ün son çeyreğinde yıllık
planda öngörülenden daha düşük bir büyüme oranıyla karşılaştı.
Bunun akabinde başbakan Li Keqiang, yerli üreticinin içini
rahatlatmak için kömürden vazgeçilmeyeceği
açıklaması yapmıştı. 2020’nin hemen başında Covid-19 salgını
baş gösterip ekonomi durma noktasına gelince, önümüzdeki haftaki
yıllık parlamento toplantısında açıklanması beklenen yeni beş
yıllık kalkınma planında kömür teknolojilerinin beklenenden büyük
bir yer kaplayacağı endişesi oluştu. Çünkü, kömürle çalışan
elektrik santralleri kısa vadeli ekonomik atılım için karlılığı
uzun vadede ortaya çıkan yenilenebilir enerjilerden
daha pratik bir seçim. Bu yüzden, daha karantina bitmeden
Çin’deki birçok belediye çoğu kömürle çalışan elektrik
santrallerinin açılması ya da yeniden açılması için ruhsat verdi.
Yalnızca Mart ayında onay verilen kömür santrallerin kapasitesi
2019 yılınını tamamından fazla.