Çin rüyası: 2049'da müreffeh Çin ve mavi gökyüzü

Xi, 19'uncu Kongre’nin temasını, ÇHC’nin kuruluşunun 100'üncü yıl dönümünde ulaşılmasını hedeflediği modern sosyalist Çin’in inşası olarak belirledi ve böylelikle 2020 sonrası için ÇKP tarafından ilk kez bir plan ortaya kondu. Buna göre, ÇKP’nin 100'üncü kuruluş yıl dönümü olan 2021’e kadar Çin’de aşırı yoksulluk ortadan kaldırılacak, 2035'e dek sosyalist modernizasyon gerçekleştirilecek, 2049'da da “müreffeh, güçlü, demokratik, kültürel olarak gelişmiş, ahenkli ve güzel, büyük, modern sosyalist” Çin inşa edilecektir.

Abone ol

Emre Demir 

Dünyanın dört bir yanında yakından takip edilen ve King’s College’dan Prof. Kerry Brown tarafından Çin Komünist Partisi’nin ilk ‘küresel kongresi’ olarak adlandırılan 19'uncu Kongre, 18-25 Ekim 2017 tarihleri arasında “yeni bir çağda Çin usulü sosyalizmin büyük başarısı için çaba harcamak ve Çin rüyası olan ulusal canlanmanın gerçekleştirilmesi için usanmadan çalışmak” teması ile gerçekleştirildi. Genel Sekreter Xi Jinping’in 3,5 saatlik konuşmasının damga vurduğu açılış gününden yeni Politbüro Daimi Komite üyelerinin kameralar karşısına geçtiği 25 Ekim gününe kadar hem bizzat Xi hem de parti sözcüsü tarafından ülke içi ve dışı meseleleri ilgilendiren çok sayıda mesaj verildi. “Modern Çin’in inşası, yolsuzlukla mücadeleye devam edilmesi ve hukuk devletinin güçlendirilmesi, ulusal egemenliğin korunması, ÇKP’nin ülke içindeki liderliğinin sürdürülmesi, Hong Kong, Macau ve Tayvan meseleleri, ekonomi ve dış yatırım, yoksullukla mücadele, Çin’in küresel ilişkilerdeki rolü ve Çin ordusunun modernizasyonu” başlıkları altında özetlenebilecek olan mesajlar, Gazete Duvar’da yayınlanan bir önceki yazıda belirttiğim üzere, Xi’nin beş yıllık ilk döneminde ÇKP tarafından planlanan ya da uygulamaya konan politikaların devamı niteliğindedir.

MODERN ÇİN'İN İNŞASI VE ÇKP'NİN ROLÜ 

Kongre süresince yapılan açıklamalarda her ne kadar iç ve dış politikaya yönelik büyük bir değişiklik ortaya konmamış olsa da Xi, modern sosyalist bir ülke için yeni bir çağ vurgusu yaparak bir yandan ülkesi ve partisi için yeni bir hedef ortaya koymuş, diğer yandan da kendi dönemini ÇKP’nin ve dolayısıyla da Çin Halk Cumhuriyeti’nin önceki iki dönemi olan Mao ve Mao sonrası Deng dönemlerinden ayırmak ve kendisine yeni bir statü kazandırmak için önemli bir adım atmıştır. Dahası 2016 yılında elde ettiği ‘liderliğin merkezi’ sıfatının ardından ÇKP Anayasası’na adını “Xi Jinping’in Yeni Bir Çağda Çin Usulü Sosyalizm Anlayışı” ile yazdırarak da Mao’nun ardından iktidarda iken kendi adıyla Anayasa’da yer alan ikinci lider olarak bu adımını perçinlemiştir. Kısacası, tahmin edildiği üzere 19'uncu Kongre ile Xi, hem parti içindeki kendi konumunu sağlamlaştırmış hem de Pekin’in parti ve ülke üzerindeki denetimini güçlendirmiştir.

Xi, güçlenen konumuna rağmen, Batılı medyanın beklentilerinin aksine, 25 kişilik ÇKP Merkezi Komite ve yedi kişilik ÇKPMK Politbüro Daimi Komitesi üyelerini belirlerken partinin yazılı olmayan kurallarına bağlı kalmıştır. Başka bir deyişle, Batılı analistlerin iddialarının aksine tek karar alıcı olarak parti kurallarını alt üst etmek yerine partinin Jiang Zemin önderliğindeki Şanghay grubu ve Hu Jintao önderliğindeki Komünist Gençlik Ligi (Communist Youth League) gibi farklı kanatlarının görüşlerine ve parti kadrolarının yükselmesi sürecinde kıdeme önem vererek süreklilikten ve istikrardan yana tavır almıştır.

Kongrede Xi’nin yaptığı önemli bir değişiklik, önceki üç liderin aksine, kendisinden sonra Genel Sekreterlik görevini üstlenecek olan kişiyi işaret etmemesi ve hatta muhtemel adayı oyun dışı bırakmış olmasıdır. Önceki dönemlerde Deng Xiaoping, ilk olarak Jiang Zemin’ın, ardından da Hu Jintao’nun liderliğini belirlemiş, Jiang da Xi’nin liderlik yolunu açmıştı. 2012’de gerçekleştirilen 18'inci Kongre’de ise Jiang ile Hu, Hu Chunhua ve Sun Zhengcai’yi 2022 sonrası dönem için partinin bir ve iki numaraları olarak belirlemişlerse de Xi, önce yolsuzlukla mücadele adı altında Sun’u partiden tasfiye ederek, ardından da 19'uncu Kongre’de bir sonraki dönemin liderini işaret etmeyerek bu uygulamaya son vermiş oldu. Her ne kadar Xi’nin bu hamlesi, birçok yorumcu tarafından partinin oturmuş kurallarını altüst etmekle eleştirilse de ÇKP için iki nedenden ötürü olumlu bir adım olarak görülebilir. Partinin bir dönem sonraki bir ve iki numaralarının önceden belirlenmesi, mevcut genel sekreterin hem kendi ekibini oluşturmasını engellemesi hem de parti içinde mevcut genel sekretere alternatif bir güç odağı oluşturması dolayısıyla sorunlu bir uygulamaydı. Dolayısıyla Xi, bu hamlesi ile parti içinde kendisine alternatif bir güç oluşmasının önüne geçmiş oldu. Ne var ki bu durum aynı zamanda önümüzdeki dönemde liderlik değişiminin nasıl olacağı konusunda bir belirsizliğin doğmasına ve dolayısıyla da Xi’nin 2022 sonrası iktidarda kalmak istediği şeklindeki iddiaların güçlenmesine yol açtı. Her ne kadar özellikle Batılı yorumlarda Xi’nin üçüncü, hatta dördüncü dönem için Parti Genel Sekreterliği görevini sürdüreceğine dair bir genel kanı olsa da 2022’de 69 yaşında olacak olan Xi’nin partiyi Genel Sekreterlik görevi ile doğrudan yönetmek yerine sahip olduğu ‘liderliğin merkezi’ sıfatını da kullanarak Deng ve kısa bir süre için de Jiang örneklerinde olduğu gibi ÇKP Merkezi Askeri Komisyonu (Central Military Commission) Başkanlığı görevini sürdürerek ya da bir başka sembolik görevle yönetmeyi tercih etmesi daha olası bir durum olarak görünmektedir. Beş yılın ardında nasıl bir sonuç ortaya çıkacağı şimdiden bilinemese de Xi, varlığını ve iktidarını sürdürmek için büyük çaba sarf ettiği ÇKP’nin ülke yönetiminde kalmasını sağlamak için kendisinden sonraki dönem için sorunsuz olarak işleyecek bir liderlik dönüşümü sürecini kurgulamak zorundadır. Zira bugünlerde Xi, tıpkı bir zamanlar Mao ve Deng gibi, hikâyenin ana karakteri olsa da hikâyenin kendisi neredeyse 100 yaşında olan ÇKP’dir. Dolayısıyla da hikâyenin sürekliliği için iyi bir kurgu olmazsa olmazdır.

2049'DA ÇİN DÜNYADA LİDER OLUR MU?

Xi, yukarıda belirtildiği üzere, 19'uncu Kongre’nin temasını, ÇHC’nin kuruluşunun 100'üncü yıl dönümünde ulaşılmasını hedeflediği modern sosyalist Çin’in inşası olarak belirlemiş ve böylelikle 2020 sonrası için ÇKP tarafından ilk kez bir plan ortaya konmuştur. Buna göre, ÇKP’nin 100'üncü kuruluş yıl dönümü olan 2021’e kadar Çin’de aşırı yoksulluk ortadan kaldırılacak ve Çin, orta halli müreffeh bir toplum haline gelecektir. Sürecin ikinci aşamasında 2035 yılına kadar sosyalist modernizasyonun gerçekleştirilmesi hedefine ulaşılacaktır. Son olarak da 2049 yılında “müreffeh, güçlü, demokratik, kültürel olarak gelişmiş, ahenkli ve güzel, büyük, modern sosyalist” Çin inşa edilecektir. Başka bir deyişle, 21'inci yüzyılın ortasına gelindiğinde Çin rüyası olan ulusal canlanma gerçekleştirilecek ve Çin dünyada lider ülke konumuna yükselecektir.

Kalkınmanın Çin’in karşı karşıya bulunduğu tüm sorunların çözümünde kilit öneme sahip olduğunu belirten Xi, Çin’in modernizasyonunda liderlik rolünü ÇKP’ye vermektedir. Son beş yılda Çin toplumunu ilgilendiren her alanda denetimini artıran parti, halk nezdindeki meşruiyetini ve dolayısıyla da iktidarını korumak için Çin toplumunun daha iyi bir yaşam isteğini gerçekleştirmek amacıyla ekonomiden hava kirliliğine pek çok alanda sıkı bir planlama ve çalışma temposu içine girmiştir. 2012 öncesi dönemin aksine niceliğe önem veren yüksek hızlı ekonomik büyüme modelinden niteliğe ve teknolojik gelişmeye önem veren bir ekonomi modeline dönüşüm isteğini sürekli olarak vurgulayan Xi öncülüğündeki ÇKP, yüksek düzeydeki çevre kirliliğini, yoksulluğu ve gelir dağılımındaki adaletsizliği azaltmak için yoğun bir çaba içerisindedir. Öyle ki 2035 yılına gelindiğinde ‘mavi gökyüzü’ne yeniden kavuşmuş, yoksulluğu ve gelir adaletsizliğini azaltmış modern bir ülke kurmak ÇKP’nin temel hedefi haline gelmiştir.

Genel Sekreterliği’nin ilk döneminde Xi’nin ülke içi öncelikleri sırasıyla yolsuzlukla mücadele adı altında partinin disiplin altına alınması ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun gençleştirme ve modernleştirme yoluyla ‘adam edilmesi’yken, ikinci dönemde ekonomik reformların ön plana çıkması beklenmektedir. Parti içindeki gücün Xi’nin etrafında ve dolayısıyla da Pekin’de merkezileşmesi, mevcut sistemden faydalanan farklı çıkar gruplarının reform önüne koydukları engellerle mücadelede Xi’ye ve ekibine avantaj sağlayacaktır. Çin’de yayın yapan People’s Daily gazetesinin ‘rüya takım’ olarak tanımladığı yeni Politbüro Merkezi Komitesi’nin, sahip olduğu güç sayesinde ekonomik reformlar yönündeki bürokratik engelleri aşmakta ve reformları gerçekleştirmede başarılı olma ihtimali yüksek görünmektedir. Pekin Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden Michael Pettis de geçtiğimiz günlerde Pekin’de yaptığı bir konuşmada bu konuya değinerek, zorlu bir süreç olan ekonomik dengeleme ve reform programını ancak güçlü bir liderliğin uygulamaya koyabileceğini ve dolayısıyla da Xi’nin parti içindeki konumunu pekiştirmesinin reform için gerekli adımları atmakta elini güçlendireceğini belirtmiştir. Kısacası, ekonomik reform programı Xi’nin ikinci döneminin gündem maddelerinin başında yer alacak gibi görünmektedir. Çin Maliye Bakanı Yardımcısı Zhu Gangyao’nun 10 Kasım tarihli konuşmasında önümüzdeki beş yıl içinde Çin finans sektörünün yabancı yatırımcılara neredeyse tamamen açılacağı yönündeki açıklamasını, Xi ve ekibinin ekonomik reform programını uygulamaya koyma kararlılığının bir göstergesi olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır.

YOKSULLUKLA MÜCADELE

Xi’ye göre, modern sosyalist bir ülke kurmanın öncelikli koşullarından birisi aşırı yoksulluğun ortadan kaldırılmasıdır. Bu hedefe ulaşmak için ÇKP son yıllarda büyük bir çaba ve kaynak harcamaktadır. Öyle ki Xi’nin devlet başkanlığının ilk dönemini kapsayan 2013-2017 yıllarında yoksulluğu ortadan kaldırmak adına merkezi hükümet 278 milyar Yuan, yerel hükümetlerse 182,5 milyar Yuan harcamıştır. Başka bir deyişle 2017 yılının sonuna kadar Çin devleti yoksullukla mücadele kapsamında yaklaşık olarak 500 milyar Yuan’lık (75 milyar dolar) bir harcama yapmış olacaktır. Peki, Çin halkı harcanan bu çabanın karşılığını ne kadar almaktadır?

Çin, aşırı yoksulluk sınırını, kişi başına düşen yıllık gelirin cari fiyatlarla 3 bin Yuan, yani 450 dolar olması şeklinde tanımlıyor. Görece düşük bir yoksulluk tanımı olmasına rağmen büyük bir kalkınma mucizesi olarak tanımlanan Çin’de 2016 yılı sonuna ilişkin resmi verilere göre 804 idari bölgede (ilçede) hâlâ 43 milyon kişi aşırı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. ÇKP’nin hedefi, 2020 yılı sonuna kadar bu sorunu ortadan kaldırmaktır. Dünya Bankası verilerine göre, uluslararası yoksulluk sınırı olan günlük 1,9 doların altında yaşayan nüfusun Çin’in toplam nüfusuna oranı 1990 yılında yüzde 66,6 iken, 2012 yılında bu oran yüzde 6,5’e 2013 yılında da yüzde 1,9’a düşmüştür. Buradan yola çıkarak son yıllarda harcanan çaba ve elde edilen başarılarla 2021 yılı itibariyle aşırı yoksulluğun ortadan kaldırılması hedefine rahatlıkla ulaşılacağını söyleyebiliriz.

Çin’in kalkınma ve yoksulluğu azaltma yolunda attığı başarılı adımlardan memnun olan Xi, Kongre’de yaptığı konuşmada ‘Çin usulü sosyalizm’ olarak adlandırdığı Çin kalkınma modelinin başka ülkeler tarafından da takip edilebileceğini belirterek önceki iki dönemden önemli bir kopuşun işaretini vermiştir. 2000’li yılların başında Joshua Cooper Ramo, Çin kalkınma modelini ‘Washington Konsensüsü’ne atıfla ‘Pekin Konsensüsü’ olarak adlandırmış; ancak bu tanımlama ve model ÇKP yönetimi tarafından reddedilmişti. Xi, 18 Ekim tarihli konuşmasında “[Çin modeli], bağımsızlıklarını koruyarak kalkınmalarını hızlandırmak isteyen diğer kalkınmakta olan ülkeler ve uluslar için yeni bir seçenek ve insanlığın karşı karşıya kaldığı sorunların çözümü için Çin bilgeliğini ve Çin yaklaşımını sunmaktadır.” diyerek Batı’nın ‘alternatifsiz’ neoliberal modeline meydan okumuş ve küresel Güney’e artık seçeneksiz değilsiniz, mesajını vermiştir. Mesaj diğer ülkeler tarafından ne kadar alınmıştır ya da alınmak istenir bilinmez; ancak Xi’nin açılış konuşmasının tamamlanmasının ardından henüz birkaç saat geçmişken Xinhua’da yer alan bir yorumda 21inci yüzyılda kapitalizmin cazibesini kaybederken Çin’in liderliğinde sosyalizmin hızlı bir biçimde kapitalizmi yakalayacağı iddiası yer almıştır. Çin usulü sosyalizme duyulan güvenin göstergesi olan yazının sonunda yazar yine de temkinli bir yaklaşım takınarak sosyalizm ve kapitalizmin küreselleşme çağında bir arada yaşayabileceğini ve yaşaması gerektiğini belirtilmiş ve dolayısıyla da yeni bir ideolojiler savaşı söyleminin önüne geçmeye çalışmıştır.

'YENİ DÖNEM' DÜNYA DÜZENİ İÇİN NE ANLAMA GELİYOR?

Xi, kongre süresince yaptığı açıklamalarla yeni dönem ile birlikte 2012’den bu yana hayata geçirdiği etkin dış politika uygulamasını adım adım ileriye taşımak yönündeki istekliliğini de ortaya koymuştur. Xi’nin dış politika alanındaki söylemlerinde en dikkat çeken noktalar Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun güçlendirilmesi, küreselleşme ve küresel düzen, Çin’in egemenlik hakları ve yukarıda sözü edilen Çin modelidir.

Xi, partinin Çin Halk Kurtuluş Ordusu üzerindeki denetiminin mutlak olduğu vurgusunu yaptıktan sonra “bir ordu savaşmak için inşa edilir” diyerek, ulusal güvenlik ve egemenlik hakları ile ilgili meselelerde gerektiği takdirde ordunun kullanılabileceğinin sinyalini vermiş oldu. Bu amaçla 1990’ların başından bu yana modernize edilen; fakat ABD ve hatta Rusya ile kıyaslandığında hâlâ kısıtlı bir kapasiteye sahip olan ordunun 2035 yılına kadar modernizasyonunun tamamlanması ve 2050 yılına kadar da dünya çapında, diğer bir değişle ABD ile boy ölçüşebilecek, bir orduya dönüştürülmesi planlanmaktadır.

ÇKP ve Xi’nin güçlü ordu isteği, Çin’in tarihinde ve modern Çin siyasi düşüncesinin gelişiminde önemli etkilere sahip olan ‘utanç yüzyılı’ ile yakından ilişkilidir. Çin’in yarı sömürge bir ülke durumuna düşmesini ve ardından gelen iç savaş yıllarını tanımlamak için kullanılan ‘utanç yüzyılı’ Çin’in ulusal egemenlik konusundaki hassasiyetinin yüksek düzeyde olmasının en önemli nedenlerinden biridir. Xi’nin, Çin’in meşru haklarından asla vazgeçmeyeceği ve ulusal egemenliğini, güvenliğini ve kalkınma çabalarını sekteye uğratacak tüm çabalara karşı duracağı yönündeki söylemlerini emperyalizmin Çin tarihindeki ve düşüncesindeki etkisi ile birlikte okumak, Çin’in dış dünya ile ilişkilerini yorumlarken, ‘Çin tehdidi’ ya da ‘Thucydides Kapanı’ türü gerekirci/determinist teorilerin önerdiği ‘ürkütücü’ senaryolar yerine, tarihsel bir analizden beslenen daha gerçekçi sonuçlar çıkarmamızda bizlere yardımcı olacaktır.

Xi, ülkenin yönetimini eline aldığı ilk günden bu yana ülke içinde olduğu kadar ülke dışında da etkin bir politika izlemiştir. Bu bağlamda Çin’in Rusya ile ilişkilerini geliştirme yönünde önemli adımlar atmış, Güney ve Doğu Çin Denizlerinde iddialı bir politika izlemiş ve Kuşak ve Yol Girişimi, Asya Altyapı Kalkınma Bankası ve İpek Yolu Fonu gibi bölgesel ve küresel çapta etkileri olan kuruluşların kurulmasında öncü rolü oynamıştır. Önümüzdeki süreçte bu tür girişimlerin daha da artacağını ve Çin’in küresel düzende daha fazla söz sahibi olmak isteyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ne var ki bu, çok sayıda yorumcunun iddia ettiği üzere Çin’in mevcut küresel düzeni tamamıyla ortadan kaldırarak Çin merkezli bir dünya düzeni kurmak istediği anlamına gelmemektedir. Çin, son kırk yılda mevcut küresel düzenden en çok fayda sağlayan ülkelerin başında gelmektedir. Dolayısıyla Çin’in niyetinin küresel düzeni tümden değiştirmek yerine sahip olduğu gücü yansıtacak şekilde daha fazla söz sahibi olmak olduğunu söylemek daha mantıklı görünmektedir. Başka bir deyişle, Çin artık oyunu başkaları tarafından yazılan kurallarla oynamak yerine kuralları belirleyenler arasında olmak niyetindedir. Xi’nin dünya barışını korumak, küresel kalkınmaya katkı sağlamak, küresel düzeni muhafaza etmek ve ekonomik korumacılık ve yalnızlık politikasına karşı çıkarak küreselleşmeyi savunmak yönündeki söylemlerini de bu kapsamda değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Ordunun yenilenmesi ve güçlendirilmesi, uluslararası kuruluşların yönetiminde daha fazla söz sahibi olma ve Çin kalkınma modeli vurgusuna rağmen Xi, Çin’in hiçbir zaman diğer ülkelerin zararına olacak şekilde gelişmeyeceğini ve hangi gelişme aşamasına ulaşırsa ulaşsın hiçbir zaman hegemonya kurmak ve genişlemek niyetinde olmayacağını da vurgulayarak 1990’lardan bu yana yoğun bir biçimde propagandası yapılan ‘Çin tehdidi’ söylemlerinin de önüne geçmeye çalışmıştır. Dahası Çin olarak uluslararası adaleti gözeteceklerini ve güçlülerin güçsüzlere zorbalık yapmasına ve kendi isteklerini dayatmasına karşı çıkacaklarını belirterek Güney ülkelerine artık başka bir seçeneğiniz daha var, mesajını bir kez daha iletmiş oldu.

Tüm bu gelişmeleri bir arada ele aldığımızda, mevcut durumda, Xi liderliğindeki Çin’in, küresel düzen açısından devrimci bir güç olmak yerine mevcut düzeni ortadan kaldırmadan çok taraflı, çok kültürlü bir dünya düzeninin kurulmasına katkı sağlayan bir devlet konumuna sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu demek değildir ki Çin mutlaka Xi’nin söylemlerindeki gibi uysal bir güç olacak ve küresel düzene yalnızca olumlu katkılar sunacaktır. Önümüzdeki dönemin ne getireceğini bilmemiz mümkün olmasa da tarihe baktığımızda bu tür çok taraflı ya da kutuplu düzenlerin, iyi değerlendirdikleri takdirde nispeten güçsüz durumdaki ülkelerin gelişmelerine katkı sağlayan fırsatları, tek kutuplu düzenlere kıyasla daha fazla sunduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla Türkiye’nin Çin’e uzak durmak yerine Pekin ile ilişkilerini mümkün olduğunca geliştirerek bu ülkenin sunduğu fırsatlardan en üst düzeyde faydalanacak politikalar üretmesinin zamanı çoktan gelmiştir.

TED Üniversitesi, Araştırma Görevlisi