Cinayet ve başsağlığı
Açıkça bir cinayeti kabul edip, faile baş sağlığı diliyorlar. Bu, erkeğe "bari sen ölmeseydin" demek. Yalnızca üzerini örtmek, görmezden gelmek değil, resmî törenle madalya takmak.
Utku Can Akyol
Pazar gecesi, Ankara Çayyolu'nda sahne alan müzisyen Onur Şener; Ali Gündüz, Semih Soyalp ve İlker Karakaş tarafından istek parçanın sözlerini bilmediği gerekçesiyle darp edilerek öldürüldü. Yine Ankara Etimesgut'taki hâkim lojmanlarında, Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanı Serkan Tüzün, evli olduğu İlksen Tüzün'ü silahla öldürdükten sonra intihar etti.
Haluk Levent'in olayı aydınlatıcı tweetlerinin ardından ve peşi sıra birçok sanatçı cinayeti lanetliyor ve düzenlenecek konserlerin gelirlerinin kızı Ceyla'nın eğitimi için harcanacağına karar veriliyordu. Bahsedilene göre Şener iki çocuk sahibiydi, tiyatrocu Almula Merter'in ifadesine göre Şener ölen arkadaşının oğlunu da kendi çocuğu olarak görüyordu. İrfan Değirmenci, ortaokul arkadaşı Şener'i anlattı.
Boğazını kesen cam parçaları sebebiyle öldüğü belirtilen Şener'in haberi sosyal medyada yayılırken şüphelilerin isimleri ve görevleri de hızla paylaşılmaya başlandı. Zanlıların yanında gözaltına alınan kadınlar Jale E. ve Gözde G. serbest bırakılırken, üç erkek şüpheli tutuklandı. Diğer şüpheliler şimdilik, cinayetin İlker Karakaş tarafından işlendiği konusunda birleştiler.
Tutuklanan şüphelilerden Ali Gündüz ve İlker Karakaş'ın Çalışma Bakanlığı'nda müfettiş, Semih Soyalp'in Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş.'de mühendis olduğu bilgileri yayıldı. Şüphelilerden Soyalp'in bir, Karakaş'ın ise iki sabıka kaydı olduğu iddiaları ise şaşırtıcıydı. Öyle ki sabıkalı, genç bürokratlar bu kez "cinayet işlemişlerdi".
Profilleri böyle olan şüphelileri bu kadar cesaretlendiren ne olabilir?
Hiçbir adli kaydı olmayan vatandaşları "güvenlik soruşturmasıyla" eleyen, KHK'larla hayattan ihraç eden erk, bu kişileri kamu görevlisi yaparak daha da cesaretlendirmiş olabilir mi? Gerçekten, bar çıkışında istek parça söylemeyen sanatçıyı ellerinde bardakla bekleyecek cesaret nereden geliyor?
Şüphelilerin sabıka kayıtlarına rağmen bu görevlere nasıl getirildiğini, göreve getirmenin arkasındaki hukuki tekniği de idrak edemiyor ve açıklayamıyorum.
Fakat bu cesaretin kökeni Beşiktaş'ın orta yerinde avukat darp etmekle, yaşlı bir adamı helikopterden atmakla, Soma'da herkesin gözü önünde işçi tekmelemekle ve hatta suçluların doğum günü partilerine sürpriz yapmak isteyen bir hâkim olma cesaretiyle örtüşüyor. Buna bugün, gözaltındaki şüphelilerin yüzlerini gizlemesine izin vermek ve onları kadın polisler tarafından sevk etmek iştirak ediyor.
Şüphelilerin ellerinde kesikler olduğu iddia ediliyor. Peki ya darbın sonu Şener'in ölümüyle sonuçlanmamış olsa ne olacaktı? Alışılmış senaryo gerçekleşecek olsaydı genç bürokratlar ellerindeki kesikler yüzünden darp raporu alacak ve onlar da Şener'den şikayetçi olacaklardı. Onur Şener ölmedikçe kimseye sesini duyuramayacak, bu artık her yerde her zaman kazanan erkin baskısıyla yılacak, belki cezalandırılacaktı. Öyle ki bu erke karşı suçlanmak bu kadar kolayken, bazen cinayet işleseniz dahi "katil" olmanız zor. Yargılamayı yapacak mahkeme, şüphelilerin ellerindeki kesikleri, Gültekin kararı gibi yorumlamayı düşünür mü?
Diğer yandan Hakimler ve Savcılar Kurulu, evli olduğu kadını öldüren hâkim Serkan Tüzün hakkında taziye mesajı yayınladı; "Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı Daire Başkanı Sayın Serkan Tüzün'ün vefat ettiğini üzüntü ile öğrenmiş bulunmaktayız. Merhuma Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dileriz.” Taziye mesajı bir süre sonra HSK'nın internet sitesinden kaldırılıyor.
Bu kez açıkça bir cinayeti kabul edip, faile baş sağılığı diliyorlar. Yani bu ne yaparsan yap, kim olursan ol yine de "bizdensin", hatta erkeğe "bari sen ölmeseydin" demek. Bu yalnızca üzerini örtmek, görmezden gelmek değil, resmî törenle madalya takmak. Peki asıl bu açıklama Türkiye'deki kadınların geleceği için ne anlama geliyor? "Yüksek" hakimlerin gözünde katil de olsa başsağlığı dilenecek sadece erkekler mi?
Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun bu açıklamasıyla ilgili bir soruşturma başladı mı, başlayacak mı sorularından öte artık bu "yargının iliğine işleyen" kadroların bir gün gerçekten değişip değişmeyeceğini merak ediyorum. Belki de doğru kelime hepsini "temizlemek".
HSK, mesajını silerek nasıl olduysa bir cinayeti ikrar ve taziye ettiğini idrak ediyor fakat Ankara Batı 1. Sulh Ceza
Hakimliği konu hakkında yayın yasağı getiriyor.
Geçtiğimiz hafta Bağcılar'da annesinin kafasını kesip camdan atan caninin görüntülerini çekenleri gözaltına almak gibi, yargı Kaftancıoğlu'na "ince oya işçiliği" yapacak kadar işgüzar, Gülşen'i hangi maddeden tutuklayacağını seçecek kadar kurnaz.
Bu sırada iktidar giderayak, kaçarken kağıtları yakarcasına meclise "sansür yasası"nı sunuyor.
Cezasızlık politikası, Türkiye'de devlete karşı işlenen ya da işlendiği varsayılan suçlardan başka, neredeyse hiçbir şeyi kale almıyor. Bu cezasızlık, işlenmesi muhtemel suçların hemen hemen yarısında uzlaşma, yenmesi muhtemel hakların büyük bir bölümünde "zorla arabulmakla" gerçekleşiyor. Henüz cezalandırılmayan bir suçu affetmek mümkün olur muydu?
Bir kişiyi ödüllendirmek için gevşetilen infaz kanunu, en ağır suçları işleyenlere dahi "kapalıda yatacağı ayları" saydırmaya başladı. "Birini yaraladım, öldürecek gibi oldum ya da birkaç kişiyi dolandırdım. Acaba içeride yatar mıyım? Yoksa gir çık mı yapacağım?"
Bu sırada AKP sözcüsü Ömer Çelik, "Cinayet işlenir işlemez kişilerin hangi bakanlıkta çalışmasının polemik konusu olması da acımasızlığın bir örneğidir." deyiveriyor. Uzun zamandır Türkiye'nin artık sürüklenecek buradan başka bir uçurumu kalmadığını düşünüyorum.
*Avukat