Çinlilerin Güney Amerika sahiline kocaman bir filo gönderip göndermedikleri belli değil. Fakat kıtayı Kolomb’dan önce onların keşfettiklerine dair kanıtlar kesin olmasa bile gittikçe çoğalıyor.
Tartışmada son sözü alimler söylesin, biz ise Çin’in kıtada her gün artan aktivitesine dikkat edelim. Basit bir örnek verecek olursak: 2015 yılında düzenlenen 10'uncu “Çin-Latin Amerika İş Zirvesi”ne katılan Çin heyeti 150 kişilikti. 2017’de 11'inci zirvede ise 600 Çinli işadamı ve bürokrat hazır bulundu.
Her zaman olduğu gibi Pekin açısından ekonomik çıkarlar ağır basarken Latin Amerika’nın Çin için başka cazibesi de var: Çin’in baş rakibi ABD’ye yakınlığı.
Bu alaka karşılıklı çıktı. Donald Trump, ABD’nin “olumsuz” dediği ekonomik anlaşmaları feshedeceğini ve uluslararası örgütlerden çıkacağını açıklayınca, sürekli paraya muhtaç bölge ülkeleri Çin’e adeta kucak açtı. Karşı taraf da hemen müjde dağıtmaya başladı. Mesela yeni ABD Başkanı NAFTA’dan çıkacağını duyurur duyurmaz Çinli JAC Motors şirketi Meksika’da 212 milyon dolarlık arazi aracı fabrikasını kuracağını açıkladı.
Zaten OECD’ye göre Çin’in bölgeye yatırım hacmi 2005’te 231 milyon dolar iken 2015’te 30 milyara ulaştı, 2000’den bu yana Çin’in, başta Brezilya, Peru ve Şili olmak üzere Latin Amerika ile ticaret hacmi 22 misli arttı. Aynı dönemde ABD’ninki ise iki misli arttı.
Altyapı ve sosyal projelerine büyük özen gösteren Çin bir taraftan kamuoyunda puan kazanıyor (yani çekiciliğini arttırıyor) diğer taraftan satın aldığı maden ve gıda ürünlerini, yaptığı yollardan limanlara ulaştırıyor. Hatta Peru ve Brezilya topraklarından geçecek Transcontinental demiryolu projesi söz konusu.
Çin'in çekiciliğin sırrı hep aynı: Pekin’in ne ideolojik arka planı var ne de politik talepleri. “Nothing personal, just business!” En azından bu aşamada.
Çinlilerin tüm yumurtaları aynı sepete koymaması doğal. Kıtanın farklı bölgesinde özel “kaleleri” mevcut.
Onlardan Nikaragua ve Küba Orta Amerika kaleleri. Nikaragua’da Çin kendisinden o kadar emin ki Atlantik ve Pasifik okyanuslarını bağlıyacak 300 kilometrelik ve 50 milyar dolarlık kanal projesi üzerine çalışıyor. ABD’nin Panama Kanalı varsa bizim Nikaragua Kanalımız neden olmasın diye. Projenin müteahhidi Hongkonglu HKND firması olacak.
Jeostratejik açıdan Küba, Nikaragua’dan daha önemli, çünkü ABD’ye daha yakın. SSCB dağılınca “eşitlik ve özgürlük adası” devrimci Venezüela’nın yardımına bağlandı. Sonra Hugo Chavez’in sosyalist deneyleri ülke ekonomisini altüst etti ve Karakas’tan para akışı kurudu. Havana Pekin’in kucağına koştu. Böylece tüketim malları kıtlığı, kredi ve yatırım sorununu büyük ölçüde çözmüş oldu. Bugün Çinli yoldaşlar Küba’da bilgisayar üretiyor, yollar yapıyor, yeri gelince bol bol “antiimperialist” retoriği de ihmal etmiyor.
Yedi buçuk milyar dolarlık alışveriş ile Ekvador Orta Amerika’da Çin’in bir numaralı ticaret partneri. Burada “yatırıma karşılık petrol” yöntemini uygulayan Sinopec firması, Ekvador’un ihraç ettiği petrolün yarısını satın alıyor. Üstelik ucuzdan. Neden mi? Altyapısına yatırım yaparak, depremlerden zarar gören okul, hastane, yol vs. onardığı ve yeniden yaptığı için.
Kıtanın en güneyine de elini uzatan Pekin, Arjantin’in hemen hemen tek dış para kaynağı durumuna geldi. Son 15 sene zarfında iki kere iflas eden ülkeye başka kredi vermek, yatırım yapmak isteyen pek bulunmuyor. Bunun neticesinde son birkaç yılda iki ülke 35 kapsamlı ticaret ve yatırım sözleşmesine imza attı.
Ekonomide hiç parlak sayılmayan bir dönemi yaşayan Brezilya’nın bir numaralı ticaret partneri de gene Çin. Bu ülkede Pekin’in ilgi alanı tarım ve maden. Ve de petrol. Brezilya’da “Çin” deyince herkesin aklına gelen Sinopec, sadece petrol alıcısı değil, aynı zamanda yatırımcı ve işletmeci.
Venezuela, Çin’e en büyük borcu olan ülke. Son on yılda Pekin’den borçlandığı 65 milyar dolar Çin’in Latin Amerika’ya verdiği kredilerin yarısını teşkil ediyor. En son 2015 Ağustos ayında verilen beş milyar dolarlık kredi ile Karakas iflas etmekten kurtuldu. Buna karşılık Sinopec günde 700 bin ila bir milyon varil petrol alıyor. Tabii ki piyasa fiyatının altından.
Hugo Chavez zamanında genel ticaret toplamında da adeta patlama oldu. XX'nci yy’nin sonundaki 183 milyon dolarlık alışveriş hacmi bugün 20 milyara fırladı.
Sonuçta her iki kıta artık ne yaparsa yapsın Çinsiz yapamaz. Vladimir İlyiç Lenin’e biraz keyfi bir şekilde atıfta bulunarak Çin, onlara “duyulanlarda verilen gerçekliktir”, diyebiliriz. Öte yandan Pekin’e yönelik eleştiri çığ gibi büyüyor.
Afrika’da kimi zaman Çinliler, iş güvensizliği, çevreye zarar verme ve kaçak iş yapmaktan tutun içişlere karışma, hatta “yeni tür sömürgeciliğe” kadar değişen suçlamalarla karşılaşıyor. Bunun Çin karşıtlarının gösterdiği en somut örneği Zimbabve’de “ebedi” Mugabe’yi deviren darbe. Pekin, darbecilerin arkasında olduğu iddialarına ne kadar itiraz etse de ona inananlar azınlıkta kalıyor.
Yolsuzluğa bulaşmayan Latin Amerikalı işadamları ve bürokratlar Çinli şirketlerin yaptığı kontratların sık sık “şeffaf” olmadığından yakınıyor. Genel olarak Çin’e muhtaç olduğunu bilen Latin Amerika, madalyonun öteki yüzünü de görüyor: Kıtanın ekonomisi gittikçe Çin’e bağımlı hale geliyor. Dünya Bankası'nın yaptığı bir analiz, Çin ekonomisindeki yüzde 1 yavaşlamanın, Latin Amerika ekonomisini yüzde 0.6 yavaşlatacağını gösterdi. Karşılıklı ticaret profili de şikayet konusu. Çin’in kıtaya yatırdığı paranın yüzde 90’ı hampetrol ve maden çıkarma projelerine akıtılmakta, ithal ettiği ürünlerin yüzde 75’i de yine hammade ve petrolden oluşuyor.
Bu süreçte hiçbir eleştiriye aldırmayan Çin, Könfüçyüs’ün “Sana arkadan tükürenler senin gerinde kalanlardır” sözünü aklında tutarak bildiği yola devam ediyor. Yolun istikametinin ekonomiden politikaya doğru kayması ise dikkat çekici. 2016 Kasım ayında Ekvador, Peru ve Şili’yi kapsayan Xi Jingping’in seyahatinin ardından Pekin’in yayınladığı CCTV’nin deyişiyle bir “resmi belge”, bölge ülkeleriyle “özellikle kültürel, politik ve uluslararası alanlarda” ilişki geliştirmek gerektiğini vurguladı.