Son dönemde eserlerini büyük bir beğeniyle okuduğum Onur Bütün, Gülümsemeler adlı kitabında şöyle der: “Çocuklar dünyayı umursamadan güler, ağlar, bağırır, sinirlenirler. O yüzden denir ya, 'Çocukluğuna ver ablası!' diye...”
Çocukların dünyayı umursamadan, “çocukluklarına verilerek” kah gülebildiği kah ağlayabildiği, kah haykırabildiği kah öfkelendiği, özgürlüklerini doyasıya yaşayabildiği bir dünya hepimizin özlemi...
Ancak gerçeklik yelpazesinin bir ucunda da çok koyu, kapkara, zifiri karanlık bir gerçeklik duruyor. Bu gerçeklik zaman zaman çocuk açlığı ve yoksulluğu, zaman zaman çocuk işçiliği, zaman zaman da erken yaşta zorla evlilikler şeklinde çıkıyor karşımıza.
Çocukların cinsel istismarı, hele ki üzerine gebelik eklendiğinde, fiziksel ve psikolojik etkileri açısından kalıcı sonuçlar doğuran, tedavi süreci zor olan en ağır ve en ciddi çocukluk travmalarından biri...
Olguların çoğu gizli tutulduğundan, adli makamlara şikayette bulunulmadığından, fail tarafından tehdit edildiğinden, kimisi de ensest sonucu gerçekleştiği için ayıplanma endişesinden dolayı geç itiraf edildiğinden ileri safhalarda gebelikle ortaya çıkıyor ve bu süreçte türlü yasal ve “sosyolojik”, “hukuksal” ve “etik” engellere takılıyor. Türkiye’de çocukluk döneminde cinsel istismara maruz kalma oranı giderek yükseliyor. Kimi araştırmalara göre yüzde 28’lere ulaşmış durumda.
Geçtiğimiz günlerde, 16 yaşında bir kız çocuğun istismara uğrayıp gebe kaldığı, 10 haftalık gebeyken kürtaja başvurmasına rağmen başvuru sürecinin mahkemelerde uzaması sonucu 20 haftaya kadar olan kürtaj hakkı süresini kaçırdığı, böylece mağdurun kürtaj hakkı elinden alındığı için yıllar sonra Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlali kararı verildiği ve 75 bin liralık manevi tazminatı uygun gördüğü yansıdı haberlere...
Bu hukuki mücadele sürecinde istismar sonucu meydana gelen gebeliğe “ceninin yaşam hakkı” üstün tutularak mecbur bırakılan ve en sonunda da bebeği doğurmak zorunda kalan kız çocuğun psikolojisinin bozulduğu, hatta intihar etmeyi dahi düşündüğü, eğitimini yarıda bırakmak zorunda kaldığı ifade ediliyor.
Tıpkı cinsel istismar sonucu istismar failiyle çocuk yaşta zorla evlendirilmek zorunda kalan, kendi bedenine dair kararını verme hakkı elinden alınan nice kız çocuğun hayatının dönüştüğü cehennemden sadece bir örnekti bu.
41 yıl önce yasal olarak kürtaj hakkını tanıyan Türkiye’de cinsel istismar sonucu gebelik sonlandırılması, Türk Ceza Kanunu’nun 99.maddesine göre, sadece 20 haftaya kadar mümkün.
Bu konuda görüştüğüm ve çocuk istismarıyla hukuki mücadele konusunda değerli bir saha birikimi olan avukat Kardelen Yarlı, çocuk gebelikleri konusundaki yasal prosedürlerin ve bürokrasinin daha hızlı işlemesi için yeni düzenlemeler yapılmasını ve zorunluluk sonucu kürtaj süresinin –tıbbi açıdan sorun yaratmayacaksa- kadın ve kız çocuklar lehine esnetilip uzatılması gerektiğini belirtiyor.
Yarlı’ya göre Türkiye’de 18 yaş altı istismar sonucu doğum yapan çok fazla çocuk olmasına rağmen, mağdur çocuklara ve ebeveynlerine bu konuda yeterli bir yasal danışmanlık verilmezken doğru, gerçekçi ve hukuki bir hak bilgilendirilmesi de yapılmıyor.
Bir diğer deyişle, kağıt üzerinde “pozitif bir hak” olarak tanımlanan ve devlete bir sorumluluk yükleyen kürtaj hakkından özgür irade sonucu faydalanmaya doğrudan veya dolaylı olarak müdahalede bulunmayı engellemek, bu kadın ve kız çocukların kararlarına karışmayıp bu hizmetlere güvenli şekilde ve ücretsiz erişimlerini sağlamak da “negatif hak” kategorisine giriyor.
“Bu suçun mağduru olan çocuklar ve aileler hastaneye başvurduğunda bir kürtaj hakkı olduğunu, bu hakkın nasıl işleyeceğini bilmiyorlar. Hatta birçoğu kürtajın yasak olduğunu düşünüyorlar. Hastaneye başvurularda çocuk yaşta gebelik varsa, gebe olan çocuğa böyle bir hakkı olduğunu, bunun belli bir süresi olduğunu, bu süre zarfında karar verebileceğini, bu kararının neticesinde asla damgalanmayacağını bir psikiyatrist ve avukattan destek alabileceğini, ücretinin de devlet tarafından karşılanacağını sağlıklı bir şekilde aktarmak lazım,” diyor avukat Yarlı.
Ayrıca gebe çocuğun kliniğe veya hastaneye başvurmasının ardından, bunun bir istismar sonucu olup olmadığının tespiti ve ilgili kurumlara bildirilmesi de oldukça kritik. Kürtaja karar veren çocuğun kendisinin, ebeveynlerinin veya vasisinin yazılı rızası alınması da bu açıdan önemli.
“Bu kürtaj eyleminin ardından çocuklara psikososyal destek verilmesi, devlet gözetiminde bir sosyal hizmet uzmanıyla uzun süreli iletişim halinde olunması, çocuğun asla yargılanmaması ve damgalanmaması oldukça önemli”, diye ekliyor Yarlı.
Ancak, Yarlı’ya göre, istenmeyen çocuk gebeliklerinde yirminci haftayı geçse dahi eğer annenin veya bebeğin hayatını tehlikeye atacak bir durum varsa, sağlık açısından ve zorunluluk sebebiyle annenin de onayı alınarak kürtaj yapılması için bir düzenleme şart.
Bununla birlikte, sahada aşılması gereken yüksek bariyerler var.
Kadir Has Üniversitesi’nin 2020 yılında hazırladığı "Türkiye’deki Kamu Hastanelerinde Kürtaj Hizmetleri" adlı araştırmada ise, o dönemde 295 kamu hastanesinin sadece 10'unda kürtajın isteğe bağlı ve herhangi bir şart koşulmadan yapıldığı, 56 ildeki devlet hastanelerinde isteğe bağlı kürtaj hizmeti verildiği, dolayısıyla kürtaj hizmeti sağlayan hastane sayısında ciddi bir gerileme yaşandığı görülmüştü.
Adli Tıp Dergisi’nde Ocak ayı sonunda yayımlanan ve cinsel istismar mağduru 384 çocuk üzerinde yapılan bilimsel araştırma, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesinde hizmet veren Çocuk İzlem Merkezi’nde (ÇİM) değerlendirilen vakalar arasında gebeliği süren, kürtaj yapılan ve doğuran çocuklar olduğunu ortaya çıkarmıştı.
Ayşegül Tonyalı, Gül Karaçetin, Hacer Ayşen Atik Tosunlar ve Binay Kayan Ocakoğlu imzalı “Çocuk cinsel istismarında mağdur ve istismar özelliklerinin değerlendirilmesi: Bir çocuk izlem merkezi deneyimi” başlıklı çalışma, 2015-2020 yılları arasındaki olası cinsel istismar şüphesi ile değerlendirilen vaka dosyalarının taranmasına dayanıyordu. Ensest, toplam vakaların yüzde 15’ini oluştururken, bazı vakalarda doğum gerçekleşmişti.
Uzmanlar, cinsel istismar sonucu yaşanan çocuk yaştaki gebeliklerde tanı, tedavi ve adli sürecin hızlı bir şekilde yürütülmesi ve tüm basamakların hassasiyetle ele alınması çağrısında bulunuyor.
Bu esnada Fransa, eski Yugoslavya’nın 1974 yılındaki anayasasından beri kürtaj hakkının anayasal olarak güvence altına alan ilk ülke oldu. Tasarının kabulünün ardından Eyfel Kulesine "Benim Bedenim Benim Kararım" ifadeleri yansıtıldı. 1971 yılında 343'ler Manifestosu olarak bilinen ve Simone de Beauvoir tarafından kaleme alınıp Le Nouvel Observateur’de yayımlanan o ünlü feminist manifestodan beri elde edilen kazanımların bir yansımasıydı aslında bu tablo...
“Her yıl Fransa’da bir milyon kadın kürtaj oluyor. Kadınlar bunu mahkum oldukları gizlilik koşullarında yaşamlarını tehlikeye atacak şekilde deneyimliyorlar; oysa ki bu operasyon tıbbi gözetim altında yapıldığında oldukça basit bir şekilde gerçekleştirilebiliyor. Bu bir milyon kadının deneyimine sessiz kalıyoruz. Burada ilan ediyorum ki, ben de o kadınlardan biriyim. Ben de kürtaj oldum. Doğum kontrol yöntemlerine ücretsiz ulaşımı talep ettiğimiz gibi, ücretsiz kürtaj talep ediyoruz,” diyordu bu önemli manifestoda.
Fransa’da hamileliğin on dördüncü haftasına kadar kürtaj 1975 yılından beri yasal. Ancak buna anayasal güvence verilmesi, kadın hakları savunucuları ve parlamenterlerin uzun zamandır üzerinde çalıştığı bir kazanım idi. 2022 yılında IFOP tarafından yapılan ankete göre, siyasi yelpazenin farklı uçlarından olan katılımcıların yüzde 81’i, kürtaj hakkının anayasaya dahil edilmesinden yana bir tutum sergilemişti. Fransa’da kürtaj, uzun zamandır “mahremiyet” konusu olmaktan ziyade bir “kamu sağlığı” meselesi olarak ele alınıyor. Bu da, bu hakkın toplumun geniş kesimleri tarafından sahiplenilmesini kolaylaştırıyor.
Bununla birlikte, Fransa’da istenmeyen bir hamileliğin on beşinci haftadan sonra sonlandırılması halen yasal değil. Bu konuda bir değişikliğe gidilmesi için hem meclisin hem de Senato’nun onayı gerekiyor. Dolayısıyla “güvence altına alınmış özgürlüğün” ne anlama geldiğinin yorumlanması için Fransa’da yargı makamına bundan sonra büyük iş düşüyor.
Kürtaj, Avrupa Birliği’nin birçok ülkesinde yasal olsa da, sağcı-popülist hükümetlerin etkisiyle bu prosedüre erişim ya kısıtlanıyor ya da daha komplike bir hale getiriliyor. Kadınlar, merdiven altı kürtaja yöneldikçe bedenlerinde onulmaz yaralar açılıyor. Macaristan’da kürtaj hakkını kullanmak isteyen hamile kadına, fetüsün kalp atışları dinletiliyor ki kararından cayabilsin.
Polonya ise önceki sağcı iktidar döneminde birçok durumda kürtajı yasaklarken ve sadece annenin canı ve sağlığı tehlike altında olduğu dönemde ya da hamilelik ensest veya tecavüz sonucu gerçekleştiğinde izin verirken, yeni Başbakan Donald Tusk koalisyondaki muhafazakarların karşı çıkmasına rağmen bu yasaktan geri adım atılması için çalışmalar içerisinde.
ABD’de kürtaj hakkı halen toplumu karpuz gibi ikiye bölen konulardan biri. Ayrıca bu konuda ABD anayasasında bir değişikliğe gidilmesi için Kongre’nin her iki kanadının da üçte iki çoğunluk desteğinin ve 50 eyalet meclisinin en az 38’inin yasal onayının alınması gerekiyor.
Kürtaj hakkına erişim dendiğinde akıllara ilk gelen dava, Norma McCorvey’in –takma ismiyle Jane Roe- 1969 yılında 22 yaşındayken Teksas’ta üçüncü hamileliğinin üzerine kürtaj yaptırmak istediğinde mahkeme kararının gecikmesi ve ABD Yüksek Mahkemesi’nin kendisi lehine karar verdiğinde McCorvey’in zaten bir kız çocuk dünyaya getirmiş olmasıydı. Kendisi, bu çocuğu zaten daha sonra evlatlık vermişti. O dönemde Teksas’ta federal yasa, kürtajın yasaklanması yönündeydi. McCorvey’in daha sonra eyalete ve başsavcı Henry Wade’e açtığı dava sonucunda, kadınlara gebeliğin ilk üç ayında kürtaj hakkı verilmişti. Ancak Roe v. Wade kararı, 2022 yılı Haziran ayında ABD Yüksek Mahkemesi tarafından iptal edildi ve kürtaj anayasal bir hak olmaktan çıkarılarak eyaletlerin inisiyatifine bırakıldı.
Uzun zamandır dünyanın farklı noktalarında tartışılıyor kürtaj... Bizim coğrafyamızda ise çocuklara yönelik cinsel istismarın artık kanayan bir hakikat haline geldiği bir ortamda, çocukların da istismar sonucu ağır bir travma geçiren bedenleri üzerinde hak sahibi olduklarını unutmamak ve bu tür hassas süreçleri alanındaki ilgili tüm uzmanlarla multidisipliner bir şekilde ve yargının da kolaylaştırıcılığıyla yürütmek oldukça önemli.
Murathan Mungan’ın Kibrit Çöpleri’ndeki ifadesiyle, birbirimizin duvarlarından hikayelerle geçeriz. Belki hayatımızda hiç yeri olmayan veya olmayacak olan kürtaj hakkı, bir diğerinin –ve ne acı ki çocuk yaşta birinin- travmatik hikayesini anlamamız, onunla duygudaşlık kurmamız için bir fırsat sunar. Dünyadaşlık bir açıdan da bunu gerektiriyor.
O çocukların yeniden gülebilmesi, yeniden çocukluklarını yaşayabilmeleri ve çocuk yaşta omuzlarına başka bir çocuğun yükünün istem dışı şekilde bindirilmemesi adına feminist mücadeleyi sadece 8 Mart’la sınırlı tutmamak, kadınları ve çocukları birer “çiçeğe” indirgememek, sesimizi her zaman onların iyi olma hali için çıkarmak gerekiyor. İçimizden birinin sesi, bir hekimin doğru yönlendirmesi, bir karar alıcının hızlı ve etkin şekilde müdahalesi ile belki karaya vurmuş bir deniz yıldızı geriye atılabilir, belki de binlercesi...