Çocukların politika tartışmalarına erken yaşta karıştığı bir ortamda, ebeveynin de yurttaşlık diskurunda saldırgan olmaması, kavgacı bir dili çocuğa yansıtmaması, çocuğun bir mülk değil bir birey olduğunun anımsanması ve çocuğuna siyasi tartışmaların odluğu bir ortamda ötekine karşı saygılı olmayı öğretmesi önemli.
“Bir ülkenin geleceği politikacıların vaatlerinde değil, çocukların hayallerindedir.” Sunay Akın
Benim gibi 1980’lerde çocuk olanlar açısından siyaset o dönemde –en azından erken çocukluk yıllarında- yaşamımızda çok büyük bir yer kaplamadı.
Büyüdüğümüzde “iyi ve faziletli bir vatandaş” olma gereğinin dayatıldığı paternalist bir tarihsel süreçte geçen çocukluğumuz, her şeye rağmen, kokulu silgiler, patlayan şekerler, beyaz misketler, Bizimkiler ve Alf dizileri, Susam Sokağı’nın Minik Kuşu, bele takılan Walkman’ler, biriken gazete kuponlarıyla toplanan Temel Britannica ve Meydan Larousse ciltleri, kiralanan video filmler, ilk başta şanslı azınlığın sahip olduğu Tetris’te oynanan tank oyunu, Altın Rehber’de muzipçe aranan telefon numaraları ile kuşatılmış bir çocukluktu.
Ülkedeki tüm karanlık gündeme rağmen yetişkinlerin metropollerinde çocuk kalabilmeyi öğrenmiştik.
Evde siyasete kulak kabarttığım, TV karşısına geçen herkesin gözyaşlarına anlam vermeye çalıştığım, bir insanın hayatına son verilmesine karşı hiddetlendiğim ilk olay, sanırım değerli gazeteci Uğur Mumcu’nun bir cinayete kurban gitmesi oldu.
Bir süredir gerek bir ebeveyn, gerekse çocuk hakları üzerine çalışan bir araştırmacı olarak, çocukların, çok küçük yaşlardan itibaren siyasetle ilgilendiklerini, siyaset tartışmalarında kendilerince fikir ifade ettiklerini ve sınıf ortamlarında ideolojik tercihlerini diğer çocuklara dayatmaya çalıştıklarını, hatta sınıf öğretmenlerine siyasi eğilimlerini sorduklarını gözlemlemeye başladım.
Çocukların dünyası, politikadan, toplumsal gelişmelerden ve politikacılardan giderek daha fazla etkilenir oldu. Yapboza dönüşen eğitim müfredatında yıllar içerisinde yaşanan değişimler, milliyetçi ve din ağırlıklı öğelerin hiçbir pedagojik süzgeçten geçmeksizin ağırlık kazanması, çocukların erken yaşta siyasi bir diskurla tanışmalarına zemin hazırladı.
Ancak gelişimsel olarak çocukların erken yaşta siyasetle bu denli “haşır neşir” olmalarının beraberinde bir travma riski taşıdığını ve ülkede zaten günden güne derinleşen duygusal ve siyasal kutuplaşma ortamının bir parçası olabileceklerini de göz ardı etmemek gerekiyor.
Yaşam güzellemesi yapacakları bir yaşta, büyüdüğünde idamı geri getirmek isteyen çocuklar türedi ve bu çocuklara, okul piyeslerinde idam ipi tutan veya şehit edildikleri roller verildi.
Sokak röportajlarında burunlarına mikrofon dayanan çocuklara ekonomi ve ülkenin geleceğine dair yaşlarını ve gelişimlerini oldukça aşan sorular soruldu – sırf reyting uğruna... Ve bu çocukların, sanki bir yetişkin kulaklarına fısıldarcasına ettikleri “koca koca” lafları fütursuzca sosyal medya hesaplarımızda paylaşırken bulduk kendimizi.
Elbette “çocuk” dendiğinde homojen bir grup yoktu karşımızda. İçlerinden bazıları çocuk işçiydi, bazıları 15’inde evlendirilmiş, bazıları mevsimlik tarım işçisi ailesiyle beraber tarladan tarlaya sürüklendiği için okulu terk etmiş çocuklardı... Dizinin kanamasından, dondurmasının erimesinden veya cereyanda kalmaktan daha büyük dertleri vardı.
Bir yetişkin kurgusu olan bu yaşamda, çocuklar için ölüm normalleştirilirken, yıkım, acı, “büyümüş de küçülmüş”lük kutsandı. Çocuğun gerçek ile hayali olan arasındaki ayrımı henüz yapamadığı yaşlarda oluşu ise göz ardı edildi veya önemsenmedi.
Siyasetin, partizanlığın ve kutuplaştırıcı söylemlerin içinde büyütülen, ailelerin kendi siyasi görüşlerini dikte ettiği çocuğun yaşantısının sonraki evrelerine –sırf günü kurtarmak pahasına- yoğun bir kaygı, korku, endişe miras bırakıldı.
Ebeveynlerin aşağıladıkları ve “ötekileştirdikleri” kişilerin çocukları aynı okul bahçesinde oyun oynarken, çok erken yaşta aralarına siyasi duvarlar örüldü.
Seçim kampanyalarında malzeme oldular; deprem bölgelerinde ön saflarda kamera karşısına kondular. Hatta anımsarsanız vaktiyle anayasa referandumunda “evet” oyu veren bir aile, yeni doğan çocuklarına da “evet” ismi koyarak bu siyasal iklimi hayatı boyunca o çocuğun yaşamına yansıtmıştı.
Bob Franklin, Çocuk Hakları (Ayrıntı Yayınları, 1993, çev. Alev Türker) adlı kitabında, çocukların, içinde yaşadığımız ve yetişkinlerin belirlediği dünyadaki tüm kötülüklerden, yetişkinlerden çok daha fazla etkilendiğinden söz eder.
Çocuklar, ülke içinde karpuz gibi ikiye bölünmüşlüğümüzün bir nevi mikro-kozmosu oluverdiler.
Çocuk psikiyatristi Prof. Bengi Semerci ile, çocuğun yanında siyaset konuşmanın sınırlarını ve çocukların siyasi tartışmaların merkezine bu denli çekilmesinin gelişimsel açıdan zararlarını konuştuk.
Bengi hocanın oldukça önemli tespitleri var ve bütün ebeveynlere olduğu kadar siyasetçilere de yol gösterici olacağına eminim.
Bengi hocaya göre, “hemen hemen her erişkinin politika konuştuğu bir ortamda, özellikle seçim zamanlarında, TV programları politika ile doluyken, bayraklar, mitingler, afişler, ilanlar her alanı kaplamışken” çocukların politikaya dair sorularından kaçmak mümkün değil. Zira çocuklar ailelerinin kaçamak yanıt vermesi durumunda bile ya arkadaşlarından ya da başka aile üyelerinden bilgi almaya çalışırlar veya karşılarındaki tablodan bir çıkarımda bulunurlar – ve bu çıkarımı doğuran bilgiler bazen yanlış da olabilir.
Ancak, çocukların siyasete dair sorularına verilen yanıtlarda, kendi görüşünü benimsetmek yerine, onların düşüncelerini anlamanın, gelecek kaygılarını yatıştırmanın, başkalarının görüşlerine saygı duymayı öğretmenin önemli olduğunu vurguluyor Prof. Semerci ve ekliyor:
“Sizin onlara verebileceğiniz en önemli şey kendi görüşlerine sahip çıkabilen, inançlarının peşinden gidebilen vatandaşlar olabilmeleridir. Bunu sağlamanın yolu onlarla yaşlarına uygun politika hakkında konuşmak ve bilgi vermektir.”
Aslında çocuklarla siyaseti fark etmeden de konuşuyoruz. İklim değişikliğinden bahsederken de, yere çöp atılmaması gerektiğini anlatırken de, geri dönüşüm kutusunun amacını açıklarken de, kaldırımda gördüğümüz dilenen çocukların durumuna hayıflanırken de, neden belirli aralıklarla Pazar günleri sandığa gidip oy verdiğimizi anlatırken de siyaset her yerde.
Her bireyin 18 yaşına kadar çocuk olduğunu düşünürsek, politika konusunda farklı yaş gruplarıyla yaşına ve beyin gelişimine uygun şekilde farklı bir diyalog geliştirmek de kuşkusuz gerekli. Böyle bir yaklaşım onları hem aktif yurttaş olmaya, hem de bilgi bombardımanının farklı boyutlarda çocuklara yüklendiği bir dönemde onları medya okuryazarlığına hazırlıyor.
Prof. Semerci’ye göre, örneğin okul çocuklarının girdiği sınavlar da, okul müfredatı da, eğitim sistemi de siyasetin bir parçası:
“Bu konuda ne düşündüğünü, nasıl bir sistemin daha iyi olacağını konuşmak bir yöntemdir. Seçimlere ilişkin sorularını yanıtlamak, bilmediklerinizi birlikte bulmaya çalışmak, yapılan propaganda çalışmaları (bayraklar, afişler) hakkında konuşmak, daha büyük çocukların öğrenci sorunları ve çözümleri konularında düşüncelerini dinlemek eğitimin bir parçasıdır.”
Bu açıdan çocukla siyaset konuşma tarzı aslında ebeveynin de kendisini “terbiye etmesini” sağlıyor. Eğer TV’deki tartışma programlarını öfkeli ve hatta küfürler yağdırarak izleyen bir ebeveyni varsa, karşıt fikirleri anlamak için çaba göstermeyen bir büyüğün eğitiminden geçen çocuğun bu davranış kalıbını normalleştirmesi, taklit etmesi, ebeveynle kendisini özdeşleştirmesi, sınıftaki öğretmenine veya saklambaç oynadığı arkadaşına “seçimlerde kimi desteklediklerini” –bunun bir mahremiyet alanı olduğunu bilmeksizin- sorması kaçınılmaz.
Çocuk açısından meşru bir iktidar biçimi olarak otoriter bir babanın veya kendi siyasi görüşünün herkesten üstün olduğuna inanan bir annenin egemen olduğu bir aile yapısında, çocuk, siyasete dair tüm kararların ve bilgilerin sorgulanmasının kendisi açısından “zararlı” ve “maliyetli” olacağını hisseder ve bu kalıp yargılar onu ömrü boyunca kıskacına alır; eleştirel düşünmeye karşı ket vurur.
Dolayısıyla, çocukların politika tartışmalarına erken yaşta karıştığı bir ortamda, ebeveynin de yurttaşlık diskurunda saldırgan olmaması, kavgacı bir dili çocuğa yansıtmaması, çocuğun bir mülk değil bir birey olduğunun anımsanması ve çocuğuna siyasi tartışmaların odluğu bir ortamda ötekine karşı saygılı olmayı öğretmesi önemli.
“Çocuklarla siyaset konuşurken sizin görüşünüzde olmayanları kötülemeyin. Bunun yerine seçtiğiniz kişinin olumlu yönlerini sayın. Bu size zor gelse de çocuğunuzun doğru seçimler yapabilmesi için önemlidir,” diyor Prof. Semerci.
Bu süreçte belki çocuklarınız size politika hakkında daha önce hiç fark etmediğiniz bir pencereden bir yorum yapabilir. O yüzden onları dinlemek ve bir açıdan da “demokratik kültürü” aile ölçeğine aktarabilmek gerekiyor.
“Yapılan çalışmalar, çocukların ergenlik başlangıcında anne babalarının siyasi eğilimlerine göre seçim yaptıklarını gösteriyor. Buna karşılık aynı çocuklarla ailelerinin, başka birçok konuda aynı düşünmedikleri bulunmuş. Bunun nedeni, ailelerin çocuklarıyla bire bir etkileşime girdiği durumlarda etkilerinin artmasıdır. Tüm izleme çalışmaları insanların özellikle ırksal ön yargılarının ve siyasal ideolojilere ilişkin inançlarının yetişkin dönemde fazla değişmediğini gösteriyor,” diye açıklıyor Prof. Semerci.
Çocukluk çağı üzerine çok fazla araştırma yapmış olan ünlü psikoterapist Alice Miller, kişilerin çocuklukta saygı görmemesi, sözlerine kulak verilmemesi ve sorularının göz ardı edilmesi durumunda, büyüdüklerinde bu saygıyı kazanmak için ellerinden geleni yaptıklarına dikkat çeker ve Beden Asla Yalan Söylemez adlı kitabında şöyle der: “Siyaset dünyası, güç ve sayılma açlığının nasıl da asla doyurulamadığının mükemmel bir örneğidir.”
Miller’ın kitabından, bu konuyu da ilgilendiren çok değerli bir tespiti sık sık anımsarım:
“Her insanın derininde kendinden az çok gizlediği, içinde çocukluk dramının aksesuarlarının bulunduğu bir arka odası vardır. Kimseyi sokmadığı bu gizli odasına mutlaka girecek olanlar yalnız kendi çocuklarıdır. İnsan çocuk sahibi olunca odaya hareket gelir, hazırlık başlar; çünkü dramın devamı için gerekli ortam sağlanmıştır. Fakat çocuk bu dramda oynayacağı rolü ve kullanacağı aksesuarları seçmekte özgür değildir. Rolünün ne olduğunu belki ancak daha sonra, terapide sorununa çare ararken öğrenebilir.”
Dolayısıyla, çocukla, gelişim süreçlerine uygun ve uzmanların da yönlendirmesine kulak veren bir şekilde siyaset konuşulması, onların çocukluk dramlarımızın ve travmalarımızın arka odalarına hapsedilmemesi ve nesilden nesle aktarılan bu duygusal yükün önünün kesilmesi açısından doğru ve sağlıklıdır.
Bir diğer deyişle, bu kritik konuşmaları yaparken, kendi endişelerimizi, kutuplaştırıcı dilimizi, ötekileştiren imalarımızı çocuğa yansıtmak, bu kaygı döngülerinin nesiller arasında aktarımına ve bir açıdan da “çocukların duygusal istismarına” yol açabilir.
Çocukluk çok uzun ve zorlu bir yoldur. Tıpkı ebeveynlik ve öğretmenlik gibi. Bu yolda yürürken bacaklara dikenler batabilir. Hiç tahmin edilmeyen bir köşe başında yılanlar tıslayabilir. Geçmişten gelen duygusal yükler, çocuğun belini bükebilir. İşte tüm bu zorlukları doğru yönetebilmektir çocuk yetiştirme sanatı... Ve bu konuda ailelere de, ebeveynlere de, medyaya da, siyasetçilere de çok büyük sorumluluklar düşüyor.