Bugün de İzmir’de 5 çocuğun yanarak öldüğü haberiyle uyandık. Ah, vah, yazık oldu anlatıları içinde fail olarak anneyi kurban seçtiler. Cümlelerde esas fail yoktu.
Dün Narin’in davasını konuşuyorduk. Üfürükçüler, hala izlenmemiş kamera kayıtları vardı. Yine fail yoktu.
Şişli’de dilencilik yapan Şirin’i konuştuk, kağıt toplayıcısı tarafından öldürülen. Yaşasa belki de İzmir’deki gibi bir evde yanarak ölecekti. Yaşasa hayatı nasıl olabilirdi, ifadelerde hiç yoktu.
Çocuklar ölüyor, belirsiz bir geleceğe sürükleniyor. Bizlerin hiç yukarı bakmaması isteniyor, esas sorumlular gizleniyor. Böyle düşünürseniz üç farklı olayın aslında ne kadar benzer olduğu konusunda bana hak verir misiniz?
Bu ortak geleceğin esas faili yukarıdakiler oysa. Esas fail İzmir’deki 5 çocuğun ölümü üzerine orayı 18 kez ziyarete gittiğini açıklamış. Kaç para yardımda bulunduklarını aylık ve yıllık olarak, rakam olarak söylemekten dahi imtina etmemiş. Annenin çocukları sosyal hizmetlere vermek istemediği söylenmiş. Evin bir fotoğrafı var, etrafına girilmez yazan şeritler çekilmiş. Keşke kamusal hizmetler bu şerit çekilmeden girseydi o hanelere. Bu da 18 kez gittik ve yardım ettik demek değildir.
Çocukların, insanların sağlıklı hayat kurmaları yardımlarla mı sağlanır? Hani aile önemliydi? Neden o annenin çocuklarıyla sağlıklı yaşayabileceği bir evi bile onlara çok gördünüz? 18 kez gitmişler… Barınma hakkı neredeydi, sağlık hakkı neredeydi, beslenme hakkı neredeydi, çalışma hakkı neredeydi de bula bula suçlu olarak anneyi buldunuz? Sağlanmamış kamu hizmetlerinin hesabı sorulmaz diye kolaydır anneyi suçlamak. Hiç bir sorumluluğu yok demiyorum ama yaygındır, günah keçisidir anneler. Devlet-ül Âlâ’mız da kayyum atamakla meşguldür.
Narin’e, İzmir’deki 5 çocuğa, Şirin’e herkes çok üzüldü, samimiydi. Peki herkes çok üzülüyorsa neden hala aynı şeyler yaşanıyordu? Bu konuda herkesin kendine de biraz dönmesini isterim. En yatkın olunan, en iyi bilinen kendi biricik çocuklarımızın sağlığı, esenliği. Kendi bireysel sorunlarımız öncelikli. Ya da bir kişinin elinden tutarak yardım etmiş olmanın verdiği kısmi bir rahat hissetme hali. Halbuki bunların ötesinde yapısal olarak eşit olacağımız, yardıma muhtaçların olmayacağı bir gelecek de mümkün. Kendi biricik çocuklarımızı düşündüğümüz kadar hayattayken tüm çocukları da biricik olarak düşünelim. İstismarında, ölümünde yaşadığımız üzüntü boşa gitmesin diye tüm çocukları dert edinelim. O zaman tüm çocukların kardeşçe gidebilecekleri kreşler ve okullar için beraber mücadele edebiliriz. O zaman yukarıda saydığım kamu hizmetleri, temel ihtiyaçlar kimi ayrıcalıklılar için değil herkes için olur. İşte o zaman yasalar etkin uygulanır. Kimse doğduğu aileyi de yeri de seçemez. Kardeşçe yaşamayı seçebiliriz ama.
Kimsenin arkasından yoksulluk ağıtları yakmayız.
Şimdi önümüzde asgari ücret görüşmeleri olacak. Adım atmaya, açlık sınırı altında yaşamaya mahkum edilen milyonlarca emekçinin hakkını da gündemimiz ederek belki başlayabiliriz. İşsizlerin kalmayacak bir tam istihdamı gündem edebiliriz.
Çocukların korunması için yasaların ve sözleşmelerin tam uygulanmasını kolektif bir kuvvet olursak sağlayabiliriz.
***
25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Dayanışma günü için çalışmalar sürüyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri ve Genç Feministler Federasyonu birlikte 24 Kasım Pazar günü saat 15:00’de Kadıköy Süreyya Operası önünde buluşuyoruz, beraber yürüyoruz ki “6284 ile yaşayacağız, yaşatacağız” biliyoruz. Kadınları, kendi dövizleri ve sloganları ile bekleriz.